Yazar: Feyza
Yazının başlığı bir twitten. Epeydir nefret söylemine hedef olmuyorduk, özlemişiz. Neyse, bu vesileyle hatırladım. Zaman zaman Reçel Blog’un Türkiyeli Müslüman kesimlerden, Reçel’i tanıyan çevrelerden aldığı bir eleşiri var: Reçel’in Müslümanlığa mesafeli ve hatta dünyanın ve Türkiye’nin içine düştüğü ahvalin kaynağını İslam’da, Müslümanlıkta arayan çevrelerce makul ve makbul Müslümanlık performansı olarak benimsenmesi, sevilmesi. Yani Reçel’in yapmaya çalıştığı gibi kadınların gerçek gündelik hayat dertleriyle dertlenen değil de, bu dertlerin dile getirilmesinden zevk alan bir güruh varmış ve bu da Reçel’i amacından saptırıyor ve Müslümanlara yönelik öfke ve nefrete çanak tutuyormuş. Yanlış anlamıyorsam eleştiri bu.
Benzer ve bundan daha sert iddiaları kendimle ilgili de duyduğum zamanlar oldu. Self-hating (kendinden nefret eden) Müslüman gibi suçlamalar. Ya da şu yazılarda (“Adamım Büyüksün” Şiirine Gelen Yorumlara Cevap, Sınır İhlali ve “Adem bir Erkek miydi” Yazısına Gelen Yorumlara Dair) gördüğünüz durumlar. Bana, başka bir kadına ya da Reçel Blog’a gelen “iyi niyetli” uyarılardan tekfir etmeye kadar giden geniş bir spektrumu var bu eleştiri ve suçlamaların. Spektrumun iyi niyet ucundakiler belki bunun içine yerleştirilmek istemezler, ama bu bağlamı da görmezden gelmemek gerek diye düşünüyorum.
Eh dünyanın çivisi çıkmışken insan bununla dertlenir mi? Varsın Reçel Blog bir kısım insana hayır bir kısım insana şer gözüksün. Ama mesele burada bitmiyor. Zira bu blogda beraber yol aldığım, aslında birçok konuda farklı düşündüğümüz arkadaşlarımla ortak bir derdimiz var. O da büyük lafların, katı kimliklerin, çılgın projelerin, dev öfkelerin ve sağlam direnişlerin arasında kalan durumları, halleri, sözleri çekip gün yüzüne çıkarmak. Ne var ki o lafların, kimliklerin, projelerin, öfkelerin ve direnişlerin insanları bu arada kalanlardan hiç hoşlanmıyorlar. Müslümanlık katı bir kimlik olarak kalsın, başka türlüsünü hayal eden, yaşayan, yaşamaya çalışan da silikleşsin, değersizleşsin, mümkünse dinden çıksın gitsin. Böylece herkes kendini sadece ötekinin bakışında var etsin: Batı Doğu’yu, Doğu Batı’yı görsün kendinde. Herkes özenle içerdiğiyle değil, hoyratça dışarda bıraktığıyla övünsün.
İşte dünyanın çivisi de böyle böyle çıktı. Herkes başka bir tarafından hoyratça ve sertçe vurdu birbirine. Nefret etmek için birbirinin en sert sözlerini, en şiddetsever taraftarını buldu. Tabii ki tarihin yükü de eşitsiz bir biçimde bu sözlere ve bu taraflara yüklendi. Müslüman mahallesi, Cumhuriyet’in elinden hoyratça çekip aldığı bayrağı ve milli kimliği giyme fırsatı bulmuşken, kim bu iktidar nimetlerini bırakıp arada kalmış kire, toza, ise bakar ki? Irkçılıkla kim yüzleşir, savaşın hakikatini kim arar, tarihin yükünü kim sırtından atar? Reçel Blog da böyle bir iddiaya sahip değil aslında. Hatta bu sert oyuna girmekten kaçındıkça ya kolundan tutulup “sen de o Müslümanlardan birisin” diye Müslüman mahallesine savruluyor, ya da “madem beğenmiyorsun çık git bu dinden” diye karşı mahalleye atılıyor. Sanki kendine bir yer, bir yurt ararmış gibi. Dedim ya herkes hoyratça dışarda bıraktığıyla övünüyor.
Bu yazıyı okuyanlar aynı hissiyatı paylaşıyor mu bilmem. 15 Temmuz’dan beri ağırlaşan, ama öncesinde de kısmen varolan bir kaygı halinin içinde yaşıyorum. Bazen köprüden geçerken Anadolu yakasına doğru bakıp dalıyorum, bu bir kabus olsa, hiçbiri yaşanmamış olsa diyorum. Bazen uyanıp o gün yapacağım işleri düşünüp hızla hayata başlarken, birden yavaşlıyorum. Gündelik hayat daha ağır bir yüke dönüştü artık. Geçenlerde uzun süredir görüşemediğim birkaç arkadaşımla sohbet ederken istemesek de dönüp dolaşıp OHAL’i, geleceğe dair belirsizlikleri, güvensizlik hissimizi konuştuğumuzu farkettik. Her seferinde içimizden biri “yeter artık biraz başka şeyler konuşalım” diye uyardıysa da konu yine oraya geldi. Anladık ki gündelik hayat konuşmak neredeyse imkansızlaşmış. Yaşadığımız kaygı halinin yanında bir fazlalığa dönüşmüş.
Bu atmosferde Reçel Blog’un yapageldiğini yapması gittikçe zorlaştı. Biz de daha az yazı girer olduk. Reçel’in oluşturmaya çalıştığı gündelik hayat gündeminin peşinde koşamaz olduk. Okurlardan gelen bazı yazıları gündemin ağırlığından dolayı ertelemek zorunda kaldık. O arada bazıları güncelliğini kaybetti. Reçel Blog zaman zaman editörlerin kendi arasında yaptığı sohbetlerde, derdini dökebileceği kapalı bir platform gibi işledi. Aslında bir yandan sessizliğiyle de en azından birkaçımıza sığınacak bir çatı oldu. O yüzden kendi adıma burada, bir döşemenin arasına sıkışmış halde, soluduğumuz tozdan, değdiğimiz kirden memnunum. Başka bir adres aramıyorum. Üstelik Reçel Blog iddiasız olsa da, onun ufaktan yaptığını yapan birçok kadın var: gündelik hayata emek vermek, verirken sorgulamak, sorgularken büyük anlatılara ve kimliklere sırt çevirmek. Dünyanın yeni normalinin nefret olmaması, gündelik hayatın taşıyamadığımız yükünü hatırlatan, gün yüzüne çıkaran, tarihle, şiddetle, kimlikle, savaşla bağını kuran kadınlarla mümkün olacak. Üstüne kimliklerini etiket yapıp yapıştıramadığınız kadınlarla. İşte buraya yazıyorum.
Öyle olacak evet! Yeni normalin nefret olmasını istemeyenlere yalnız olmadıklarını hatırlatacak bu kadınlar. Elbet uyanacağız bu kabustan ve iyi ki içinden geçerken yanyanaydık, yalnız olsak o karadelikte kaybolur giderdik diyeceğiz. Birbirimizin hakikatle arasındaki bağ olacağız, o sayede çıkacağız düze. Nasıl yemek yapmak, çocuk saçı taramak, tuvalet kağıdı bitmiş miydi diye düşünmek az buçuk aklımızı koruyorsa Reçel’deki yazılar da kalbimize mukayyet oluyor. İyi ki de oluyor!
Okurken takildim, zira muhim ince kucuk seyleri de konusabilmek. Recel iddiasiz olmayi savunmuyor, bu iddialari sahiplenmiyor, dogru mu anliyorum? Cunku burada siralanan dev konularin hepsiyle birden cebellesilmez, ama itinayla ucundan tutulur. Saglam tutuyorsunuz, bu kendi basina yeter de artar bile.
Ve kendine bir yurt aramasa kimse bu kadar tasalanmaz, endiselenmez… aidiyet degil kutuplarda kumelenme sorunlu olan, oyle degil mi?
Evet ben de yazarken ve yazdıktan sonra bu iddiasızlık meselesini düşündüm. Reçel Blog bu iddiaya sahip değil cümlesini sonradan ekledim hatta; demek istediğim tarihle, savaşla, hakikatle bağ kuracağım diye büyük bir iddiayla yola çıkmıyor. Ama yaptığı iş bu bağları kuran birsürü çabaya eklemleniyor. Bence çok güzel söylemişsiniz. İtinayla ucundan tutuyor.
Kendine bir yurt arama meselesi ise, belki önümüze konan seçeneklerden birini aramıyoruz. Ama kendimize bir yurt inşa edebilsek ne güzel olurdu. O seçenekleri reddedenlerle birlikte…
güzel yazı feyzacığım. eline diline sağlık
Eyvallah sağolasınız.
Tek tip müslümanlık algısı baş örtüsü kullanmayan kadınların da sorunu. Yurt dışında özellikle, müslüman olduğumu duyduklarında, sen başka türlü müslümansın, yanıtını çok duydum. İstanbul’daki çevremde de ne zaman içinde dua geçen bir şey söylesem, hep şüpheli bir bakışla karşılaşırım. Laik olmak demek dini dışlamak demek birçoğuna göre. Bu anlamda farklı mahallelerin ortak dertli kadınlarının Reçel Blog’da buluşması çok değerli. Okurken, keşke o editör ekibinin konuşmalarını dinleme şansım olsaydı diye düşündüm. Azcık kıskandım da sanırım. Ara sıra oradaki tartışmaları yine paylaşsanız ya bizimle. Ne güzel olur.
Merhaba, eksik olmayın. Aslında yazılarımız çoğu zaman o sohbetlerden esinlenerek yazdıklarımız, toparladıklarımız oluyor. Yani bir bakıma siz de dinliyorsunuz bizi. Sevgiler.
Evet keşke gündem bu kadar ağır olmasa ve internette orada burada mizah ya da daha basit konuların anlatıldığı haber arayışlarına girmesek. Bunlar dilekler ama bir de gerçekler var ki dünya merkezi Ortadoğu olan çok büyük bir savaşın içerisinde. Ortalık toz dumanken siyah ve beyaz görünüyor griler ise arada kaynıyor. Bir süreç bu sabredersek geçecek. Gemi batmaktan kurtulduğunda aşure yapmanın da vakti gelecek.
Bence de Allah bu blogun şerrinden korusun.rabbim yazarlarına basiret versin.zira bir akil tutulmasi yasiyorlar kanimca.Rabbim hepimize hakkı hak batılı batıl olarak göstersin.buradaki yazıları dindar insanların yazdığını bilmek beni çok üzdü.o savunulan fikirler beni üzdü.
Sümeyra Hanım ne doğru dediniz. Teşekkür ederim.
tebrik ederim güzel ve itinayla yazılmış bir yazı.. hayır şunu anlamıyorum neden insan fikirden bu ladar korkar? her farklı fikir bir düşman mı demektir ! hiç tatmadığım bazı duyguları burada okuduğum yazılarda yaşamış gibi hissettim ama bu beni büyüttü korkmadım, çekinmedim….bence beklettiğiniz yazılarıda yayınlamalısınız çünkü yazmak kolay değil hele de ağır duygu durumu yaşamış insanlar için, bwlki de siz yayınlamadınız diye kendini hata yapmış gördü yada size yazarak bazı kalıplarını kırıp tam yüzleşmişken kendiyle, tekrar pişmanlık çukuruna düştü…sizi ve amacınızı bilen zaten burda geriside lazım değil…
Yazınızı etkileyici buldum birçok meselede aynı hisleri paylaşıyoruz ama büyük anlatılara ve kimliklere sırt çevirmek derken ne kast ettiğinizi biraz daha açabilir misiniz? Gündelik hayatta erimemek için büyük anlatıların irrasyonalitesine sığınırım cogu zaman çünkü
fevkalâde bir yazı olmuş