Yazar: Reçel
Kadınlar ufak yaşlardan itibaren ailelerinden gördükleri baskıyı ve hayat tarzlarını değiştirmek için yürüdükleri uzun yolu sosyal medyada paylaştılar. Gelen tepkiler, tehditler, komplo teorileri kadınların kendine özgü hikayelerinin ne kadar hızlı bir şekilde bir araçsallaşma, sembolleşme ve hesaplaşma konusu olabildiğini gösterdi —Şaşırdık mı? Hayır tabii ki—. Ancak sosyal medyada bu paylaşımları oldukça heyecanla karşılayan, sevinen, alkışlayan, böyle şeyler yaşandığını hiç duymadığını söyleyen ve hayretler içinde kalan; kadınları bu zorlu savaşı verebildikleri için tebrik eden bir kitle de var. “Yahu biz ne rahat bir gençlik geçirdik, bu kadınlar neler yaşamış böyle!” diyenler var. Ve bu kitlenin bu naif heyecanlı hâli, bazılarımızın boğazında ufak bir yumru oluşturuyor. Zira, belki de kendi tercihi ya da aile baskısı olması fark etmeksizin, bu kadınlar başlarını örttükleri anda etraflarını saran o tarif edilmesi zor duvarı ören sadece aileleri değildir?
Madem pandoranın kutusu açıldı, o hâlde bu akşam arkadaşlarla muhabbet ederken birden hepimizi buz kestiren, meselenin bir başka yönünü gözler önüne seren örnekleri sizinle de paylaşalım.
Üniversitede başörtülü derse girebildiğim ilk gün, sınıftaki tek başörtülü bendim. Çocuğun biri benim derse girmemi protesto için kalktı ve soyundu. Evet, “Benim bilim yaptığım yere bu kadın böyle giremez.” diyerek basbayağı soyundu! Sonra da hocadan güvenliği çağırmasını istedi. Hoca (kadındı kendisi de), “Yukarıdan emir geldi, ben bir şey yapamam.” dedi. Bütün bunlar olup tüm sınıfın gözü üzerimde ne yapacağımı beklerken ben ağlamadım, sinirlenmedim. Hatta durumun absürtlüğü yüzünden gülümser bir ifadem olduğunu hatırlıyorum. Ama bu anı ne zaman düşünsem soyunan kişiden çok, koca sınıfın hiçbir şey yapmadan seyretmesini, ne kadar yalnız hissettiğimi ve hocanın güvenlik çağırıp beni kovduramadığına üzülmesini hatırlarım. Bir de gülümseyip geçtiğimi sandığım olayın aslında geçmediğini ve sonunda derse gitmeyi bırakıp dersten kaldığımı. 2008 yılından bahsediyoruz burada, 28 Şubat falan değil yani.
Lise 1’de zor zamanlar yaşadım ben. Sınıfa getirilen bir dersane kataloğundaki fotoğrafımdan başörtülü olduğum ortaya çıkmıştı. Sınıfı bir dedikodu sardı, hatta birkaç gün boyunca sınıf kapısından bakmaya gelenler oldu “Kimmiş o başörtülü kız?”, sirkte izlenen biri gibiydim. Bir başkası da parmağıyla gösterirdi: O… Öğretmen masasına yakın bır sırada oturuyordum, bir öğretmen kataloga bakıp “Şu kim?” deyip beni sordu, bari göz göze gelmeyelim diye sıranın altından bir şey alıyormuş numarası yapıp, saklanmıştım. O okulda önceden tanıdığım bir arkadaşım daha vardı, o da okula başörtülü gitmiyordu. Bir gün rastlayınca yanına gittim “Ben de bu okulu kazandım.” dedim, beni görmekten rahatsız oldu sanki, başörtülü olduğunu açığa çıkaracağımı sandı. Parmakla gösterilmek kötü bir şey ama yalnız olmak daha kötü… Ki 20 kişilik bir sınıfta iyi sayılacak bir anadolu lisesinin öğrencisiyken, küçük bir örneklemdesin, benzerin biri pek olmuyor, hele ki bu lise biraz da iyi bir muhitteyse oraya gelenlerin profili daha belirli, sen epey yalnızsın. Bunları yazıya dökmeye niyetlenince fark ettim, aslında ben #10yearschallenge’lar ve alkışlar başladığından beri lisedeki insanları hatırlıyormuşum. İşte zaman geçse de, “Çoook öncedendi” desen de, bir şekilde o zamanlara dair anılar hâlâ kolayca çağrışabiliyor. Sonraları zorlu geçmedi pek, ya da belki ben içime kapanmıştım. Ama lisans birinci sınıftayken, hani herkesin birbirini yeni yeni tanıyıp sosyal ağlara eklediği zamanlar, sınıfın sosyal kelebeği bir çocuk, ben kendimin — başörtülü— bir fotoğrafını profil yaptıktan sonra beni facebook’undan silmişti. Gülüp geçiyorsun tabi bunlara da, aslında ne tepki vereceğini bulmak zor. “Haklı tabi, başörtülü biriyle bir de arkadaş mı olacaktı?” mı diyeceksin yani….
2008 yılında başörtüsü serbestisi test sürüşleri yapılıyordu. Bir haftalığına yasak kaldırılmıştı. Sabancı Üniversitesi sınıfları ve sınıflara en yakın tuvaletleri haritasını düşünmek zorunda kalmadan heycanlı heycanlı derse gitmiştim. Ders sonunda başka bir başörtülü arkadaşımın gruplar’dan ilettiği emailleri gördüm. (gruplar: o dönemde Sabancı Üniversitesi’nde öğrenciler arasındaki forum benzeri tartışma platformları) Bir erkek öğrenci başörtü serbestisini protesto etmek amacıyla, başörtülü öğrenci olan derslere girmeyeceğini hakarete varır bir şekilde ilan ediyordu. Ona benzer hakaretlerle katılan yüzlercesi ve karşı çıkmaya çalışan ve hemen bastırılan cılız sesler… Kimse bizi konuya dahil etmeyi düşünmedi. Yine bizden başka herkesin konuya dair muhteşem fikirleri ve kelle alma ehliyetleri vardı. Tartışmalar (tartışanların çoğu tabii ki erkekti) öyle bir boyuta varmıştı ki ertesi gün odamdan çıkıp derslere gitmeye korktum. Yurtta kalmayan başörtülü arkadaşlar o hafta okula bile gelmediler. Bir hafta sonra yasak tekrar uygulandığında rahatladığımı hatırlıyorum, en azından susacaklar diye düşünmüştüm. Şimdi fark ediyorum bütün bu linç konuşmalarını kaydedip dava açabilirdim, yönetime şikayet edebilirdim, haber olması için çabalayabilirdim ama böyle bir şeyin varlığını ya da yapılabilir olduğunu bile bilmiyordum. Kimse bunları yapabileceğimi ya da karşıma çıkıp yalnız olmadığımı söylemedi. Başörtülü olarak görece ‘özgür’ olduğumuzu düşündüğümüz okulda linç edilmek için ufak bir kıvılcıma ihtiyaç varmış demek ki.
Lisedeyken başını örtenler ve seküler bir okulda okuyanlar hemen anlayacaklardır. Aslında başörtülü olmana da gerek yok, eğer okuldan sonra ya da haftasonu evden zor çıkacak biriysen, ailenle ilişkinde sıkıntılar yaşıyorsan, marka giymiyorsan “esas kızlar ve esas oğlanlar”la arkadaşlık etmek zordur. Çok sınıfsal bir şey bu aslında. Bir iki denersin, belki onlar da iyi niyetlidir, ama bir noktada rahatlarını bozma ihtimaline karşın teker teker senden uzaklaşırlar. Yine de benim esas kızlarla aram fena değildi, “baskıcı” bir ailem olmadığından rahat izin alıyordum filan. Sadece haftasonları başımı örterdim, bazen “tarzını çok beğeniyorum” diye iltifat dahi alırdım. O arada belli ki ben de başkalarının üstüne basmışım ki arkadaşlıklarımız iyi ve eşitlikçi zannediyordum. Neyse, bu esas kızlardan biri ile İstanbul’da aynı üniversiteyi kazandık. Bunu duyunca çok sevindik, hatta hiç unutmam, arkadaşım “Okula gidince, bakın birimiz başörtülü birimiz açık, ama harika arkadaşız deriz!” diye kolunu omzuma atmıştı, gülüşmüştük. Sonra bir gün iki kampüs arasında yürürken karşılaştık. Ben heyecanla koştururken o beni teğet geçti, görmezden geldi. Ve sonra hep görmezden geldi. Anlaşılan taşrada olan taşrada kalacaktı…
Başını açan kadınların hikayelerinin yanına bunları koyup hepsini birlikte okuyunca insan bazı soruları sormadan edemiyor:
- Başörtülü bir kadının etrafında örülen kadınlığa, aileye, dine, topluma dair taşınması onca zor yükün üstüne basmamış kim var?
- Eğer kadınlar bugün bir hesaplaşmanın içine giriyorsa, bu hesabı bunca zor kılan biraz da bu yüklü anlamlar, o anlamların kurduğu duvarlar değil mi?
- Bu duvarlar okulda, işte, sokakta da örülmedi mi?
- Bu ülke başını örten kadınlar için kolay olmadıysa, bugün baş açma hikayelerine tamamen kendi ajandasıyla bakıp kalbi pır pır olan kitlelerin hiç sorumluluğu yok mu?
- Siyasi bir kutuplaşma ortamından yorulan ya da dini inancıyla ilgili bir dönüşüm yaşayan; yahut ailesinin baskısıyla inanmadığı bir hayat yaşamaya isyan eden kadınların hikayelerine bu kadar şaşırmak için kaç kadını görmezden gelmiş; onların uğradığı ayrımcılığı normalleştirmiş, kendi dışlayıcılığını hiç farketmemiş olmak gerekir?
- Peki ya bu geç gelen “farkındalık,” acaba bugünden sonra o duvara dizilen tuğlaları tek tek indirmek için bir çabaya dönüşecek mi?
- Başını örten, başını örtmeyen, bir zamanlar başını örtmüş olan, gelecekte başını aile baskısıyla ya da inanmazsınız ama kendi iradesiyle örtecek olan kadınlar arasında kendinize daha çok sempati beslenecek ya da daha çok uzak durulacak bir grup seçmekten vazgeçecek misiniz?
- Yoksa hâlâ “İşte haklı çıktık!” mı, mesele? O zaman sorry but the princess is in another castle!
*Öne çıkarılan görsel: Qimash, Durrah Alsaif, 2017
Bir de ‘sürekli mağdursunuz.’ lafını bıraksalar bana yetecek.Cunku hayatım boyunca duyduğum aşağılayıcı sözleri,hareketleri,arkadaşlarımın görmezden gelişlerini buraya yazsam-yazsak-roman olur.Ben samimiyetlerine inanmayı bıraktım.Bence başörtüsünü isteğiyle çıkaran arkadaşlar da bu kişilerin samimiyetine inanmamalı.
Yazdıklarınız hepimizin yaşadıklarıdır.
Nerede bu yazının alnı? Alnından öpeceğum oni.
Ben de
Ortaokulda başımı örtmeye başladığımda bunu bir sır gibi sadece yakın arkadaşlarımla paylaşmıştım. Liseye başladığımızda da ortaokuldan bir kaç arkadaşım vardı yine sadece onlar biliyordu. Diğerleri ise sıcak Güney şehrimizde neden uzun kollu gömlek, dizin 2 cm altında biten etek ve uzun çorap giydiğime anlam veremiyorlardı. Bazen üzülüyorum neden o kadar pısırık davrandım ama ergenlik,akran zorbalığı,dışlanma korkusu, aman hocalar takıntı yapmasın düşüncesi…ve af diliyorum Rabbimden o günler için.
Çok yerinde bir yazı olmuş. Çok çok güzel. Başını açan Kadınların çoğu daha rahat gülmek eğlenmek kendim olmak istiyordum diyor. Bu baskının ikinci tarafı ise şimdi alkışlayanlar. bizi başörtüyken bizi kendimizken kabul etmediler. Her engeli koydular. Aşağıladılar. Ben başörtülü bir avukatım ve karakola müvekkilim için girerken girişte ilk soru “aile içi şiddet mağduru musun abla?” Oluyor. Başörtülü bir avukatı bile Zihni’nde oturtamıyor toplum yapısı. Yanlız yürüdük evet. Allah’a şükür bıkmadan sabırla inançla yürüdük. Allah’a çok şükür sahte karanlıklar umut ışığımızı boğamadı. Şimdi başını açanlara sahte alkışlar sunuyorlar. Başını açan kızlar bu yolda bence sizde yalnız yürüyün. Üstünüzdeki baskı sadece aileniz değildi. Evden dışarı çıkmanızı dahi istemeyenler bugün sizi alkışlıyor.
Size öyle hak veriyorum ki! “Başını açan kızlar, siz de yalnız yürüyün.” Çünkü başını açarak özgürleşen kadınları takdir edişlerinde bir çeşit aşağılama var ve ben bunu çok iyi tanıyorum.
Ben de ortaokulda başımı annemin isteğiyle örtmüştüm. Başımı örtmeyi kabul edince annem her istediğimi yapar olmuştu. Eskiden erkek kardeşimin yatağını toplamamı isterdi, kapanınca artık böyle şeyler dert değildi.
Ailem okulumun karşısında pastane işletiyordu. Öğretmenlerim dersler başlamadan önce pastanemize gelip kahvaltı yapıyorlardı. Ben de sabahları başörtümle pastanede başımı açarak okula geçiyordum. Öğretmenlerim beni pastanede, ilk defa örtülü gördüklerinde annemi fısır fısır kınadılar:
“-Şuna bak! Küçücük çocuğun başını kapatmış.
-Şşt, duyacak şimdi…”
Yakın arkadaşım da popüler olmak için çabalayan bir kızdı. Güzel ve popüler kızlarla arkadaşlık kurmak istiyordu. Bana hayalkırıklığı içinde neden kapandığımı sorarak sitem ettiğini hatırlıyorum.
Sonra ne oldu? Bunlar birikti, birikti, başımı açtım. Başımı açtığım için sevinen, örtülüyken hiç güzel olmadığımı söyleyen yakın arkadaşıma da gizli gizli kinlendim. Annemse başımı açtığım için hiç memnun değildi. Ondan da çok kızgındım. Üniversiteye kadar tekrar kapanmam için türlü yollarla baskı yaptı.
Şu işe bakın. Başınızı açmanız birilerini, kapatmanız başka birilerini rahatsız ediyor. Yani başınızı açmanız için de baskı görüyorsunuz, kapatmanız için de… Bu yüzden örtündüğünüz ya da açıldığınız için gelen teşvik ve tebrikler de bu baskıya dahil diye düşünüyorum. Çünkü doğru yolu bulmuşsunuz. Aferin be size. Eskiden nasıldınız öyle. Allah size hidayet etti veya tebrikler artık aydınlandınız.
Aldığınız karar hangi kitlenin hoşuna gidiyorsa o kitle elinizden tutuyormuş gibi davranıp sizi istedikleri yöne doğru çekiştiriyorlar. Bence de siz yalnız yürüyün kadınlar.
İslam’ın bir emrini yerine getirirken başkalarının kınamasına aldırılmaz . Keşke bunu o baskılara dayanamayıp açılanlar da bilselerdi.Bunun farkına varabilselerdi bu kadar boş,anlamsız,sonu gelmeyen felsefik tartışmalar ve karamsarlık içine dalmazlardı.
Ancak genellikle İslam,ın emrine aykırı bir işe giriştiklerinde kınamaya aldırmıyorlar . Çok üzücü . Evet başkalarının adına da üzünülebilir.
Tesettür kadın meselesi değildir İslam meselesidir . Erkeklerin konuşması normal yani bu konuda.
“Men yehdillâhu felâ mudille leh. Ve men yud’lil felâ hâdiye leh
AIlah (C.C) bir kimseyi hidayete erdirirse kimse onu saptıramaz. O kimi de dalâlete iterse, kimse onu hidayete getiremez.”(Kehf, 18/17)
Bir sorum olacak size. Siz erkekler sürekli baş örtüsü hakkında kadınlara vaaz vermekten neden büyük bir keyif alıyorsunuz? Bence size göre Müslümanlığın tek görünür şeyi örtü olduğu için ve siz hiçbir zaman örtüyle ilgili tek bir sıkıntı dahi çekmediğiniz için. Bu bize çok komik geliyor biliyor musunuz? Örneğin doğma büyüme zenginsiniz, hiç açlık görmemişsiniz. Ve bir fakir ekmek çalıyor diye sürekli onu toplumun en günahkarı ilan ediyorsunuz. Bizi sürekli bu konuda bilgilendirmenize ihtiyaç yok çünkü hepimizin okuması yazması ve beyni var çok şükür. Ha bir de hemen “Nehyi anil münker” e tutunuyorsunuz ya bu konuda. Başka konularda bunu erkeklere ya da en başta KENDİNİZE yapıyor musunuz? Mesela hiç erkek meclislerinde dedikodu yapıldığı zaman aynı şekilde sert tepkiler veya uyarılar veriyor musunuz? Ya da yanınızda bir erkek küfrettiğinde? Ya da bir kadına baktığında? Ya da biri başkasıyla alay ettiğinde? Ya da birisi anne babasına bağırdığında? Bunlar da büyük günahlardan ayıktırayım sizi. Karşıdan görüntü üzerine yorum yapmak kolay ya, bir gün bunlar konusunda da hassas olmaya karar verdiğiniz takdirde o an sizi kaale alacağız emin olun.
İşyerinden bir dönem samimi olduğum bir arkadaşım tesettürü bırakan ve dinden çıkan 3. bir arkadaşımız hakkında çok dedikodu yapardı, “sonradan açılma” demişti onun için, “hani sonradan görme derler ya, o da onun açılma versiyonu” demişti.
Bu seküler kibiri maalesef, hayatını baştan kurmaya çalışsan bile senin onu yaşamana izin vermez, alaya alır. Onların yaşamaya her zaman hakları olan şeyler, senin için çiğliktir…