REÇEL

Vefat, Ölüm ya da Şehadet…

Hergün Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de iç çatışmalar sebebiyle yüzlerce insan ölüyor.

Konuk Yazar: Betül Duran

13453581_10154422028801178_785050764_n

 

Son zamanlarda ne çok asker/polis/sivil vatandaş ölüyor değil mi?

 

Orta doğunun, Afrika’nın bu tatsız geleneğini devraldık sanki. Yanlış anlaşılmasın, huzur ile yaşasaydık yine aynı yazıyı yazardım.

 

Bakınız; Her bir satır, Hissediniz; her bir kelime…

 

Hergün Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de iç çatışmalar sebebiyle yüzlerce insan ölüyor.

Henüz geçen hafta ülkesindeki savaştan kaçan yüzlerce Suriyeli, Akdeniz’in sularında yıkanarak çıktı İlahi huzura.

 

Tertemiz gittiler fakat öldüler. Üstelik, korku ile yaşayan nicelerine sırayı devrederek öldüler.

 

Bir insanın ölümünü işittiğimde, istisnasız “vefat” kelimesini kullanmayı tercih etmişimdir. Sanki ölümün o korkunç karanlığından sıyrılmamı sağlayan bir sığınak liman olmuştur bu kelime. Rahmeti çağrıştırır bana “vefat” kelimesi.

 

Evet, dilimize 14. Asırda dahil olan Arapça kökenli bu kelime benim ölüm karşısındaki dayanağım olmuştur. (Arapça  wfy kökünden gelen  wafāͭ وفاة  “ölüm” sözcüğünden alıntıdır)

 

Kelime anlamı;  “sözünü tuttu, borcunu ödedi, görevini yerine getirdi” fiilinin mastarıdır. Bunu şimdi kelimenin anlamını araştırırken öğreniyorum. Yani doğup büyüyen, yaşayan, Allah’a sözünü tutması için fırsatı olan, vadesi gelince Yaradanına kavuşan demek oluyor, değil mi?

 

Kendi kendime konuşmaya başlıyorum; kelimenin hissiyatımdaki rahmet, tevazu ve bolca merhamet esintisinin verdiği ferahlama doğru imiş, diyorum. Hemen Türk dil kurumunun sözlüğünde bu sefer “ölüm”ün manasına bakıyorum.

 

“Hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi” cümlesi karşılıyor tüm karamsarlığı ile. Ölüm kelimesi, emri hak karşısında bana kendimi teselli etme imkanı vermiyor.

 

İşte belki bu sebepten ben, Akdeniz’in sularında son nefesini verene de, Mardin Midyat’ta karnında bebeği ile dünyadan ayrılana da, Suriye’de katledilene ya da Filistin’de namluyu görüp davasından vazgeçmeyeni de duyduğumda, hissettiğim karamsarlık beni ölüm kelimesine itiyor.

 

Hissiyatım; aynı anlama gelen iki kelimenin içinde iki farklı yola revan eyliyor. Ölüm döşeğinde vadeyi tüketen vefat ediyor da, yukarıda saydıklarım ölüyor. Biri vakti gelip gidiyor da diğeri zorla çekip alınıyor gibi. O yüzdendir ki ülkemizdeki asker, polis ya da siviller için ya da dünyanın herhangi bir yerinde “kirli siyasi hesaplar uğruna” kaybedilen hayatlar ölüyor. Yolda yürürken, işi başında ya da evinde otururken, sokakta oyun oynarken veya denizde sıkıştığı daracık bot batarken… İnsanlar ölüyor, öldürülüyor.

 

Ölümün de iki yolu var işte. Şanslı isen; ölüm döşeğinde, şanssız isen yürüdüğün yolda çekiştirilircesine, zorla tebdil-i mekan eyliyorsun.

 

Bir de şehid ediliyorsun, birilerinin hesaplarına. Ölümüne şehadet diyip dindirmeye çalışıyorlar geride kalanların acısını.

 

Vefat, ölüm ya da şehadet… Siz hangisini kullanmayı tercih edersiniz bilemiyorum ama ben “bu gerçeklik” karşısında hala vefat kelimesini kullanmakta ısrarcıyım. Usulca, rıza göstererek; terki diyar eyledi, diyebilmek istiyorum. Fakat bunun için en başta kirli ellerin sahiplerinin yok olması için dua etmeliyim, etmeliyiz.

 

Dua yetmez elbette, kalplere öfke zerkeden, araya nifak sokan, müslümanı dindaşına düşman eyleyen, sırf başka dinden, mezhepten ya da ırktan diye gidişlere sessiz kalınan ölümlerin son bulması için herkes elinden geleni yapmalı. Ben yazdım, yazmalı, yazmalı ve yazmalı.

Konuk Yazar

Yorum Ekle