REÇEL

Okumak Ya da Okumamak İşte Tüm Mesele Bu

Teyze benimle konuşmaya başlıyor: Şu kitabı inince okusanız? İki dakika bekleseniz? Oturuyor olsanız okursunuz ama gözümüze gözümüze sokuyorsunuz.

26954_400086602094_220145627094_5551874_7202903_n

Konuk Yazar: Zeynep Doğan

 

Kartal – Kadıköy metrosu. Saat sabah sekiz otuz suları. Pendik Tavşantepe duraklarının da eklendiği deli kalabalık dört vagonlu bir tren hayal edin. Bir de elinde o haftanın değerlendirme kitabı olan Tanpınar’ın Mahur Bestesi’ni okumaya çalışan bir ben. Trenin sıkışık olduğunu farkındayım, ortaya göre daha az kalabalık ve daha rahat gözüken arka tarafa doğru ilerliyorum. Tutunmaya çalıştığım direğin yanında orta yaşlı bir hanım var. Herhangi bir sınıflandırmaya tabi tutmak istemiyorum kendisini ama madem karikatürize ediyoruz: saçları sarıya boyalı kırmızı ojeli bir ‘teyze’. Ben, teyzenin arkasındaki boşluğa ilerleyebileceğini, çantasınının yanındaki kadına değdiğini aklımdan geçirirken teyzenin benimle konuşmaya başladığını fark ederek irkiliyorum:

+Şu kitabı inince okusanız? İki dakika bekleseniz? Oturuyor olsanız okursunuz ama gözümüze gözümüze sokuyorsunuz.

(Aslında buraya kadar üslubunun rahatsız ediciliği dışında kadına hak veriyorum ve utanıyorum.)

-Pardon. Rahatsız etmek istemedim. Hem sizin de çantanız hanımefendiye değiyordu, bu kadar abartmaya gerek yok.

(İşte teyze buradan sonra çirkinleşiyor.)

+Siz hiç ‘Toplumda Ahlak Kuralları’ diye bir kitap okumadınız mı? Ne kadar çok kitap okuduğunuz bu davranışınızdan belli.  Kaç tane kitap okuduğunuz belli.

-Peki, peki, tamam.

(İşte burada da film kopuyor. Aklımdan geçen tek şey bu aşağılamanın boyutunun, basit bir “Kitabınızın değmesi beni rahatsız ediyor.”’dan çok daha derin,”Bizzat varlığınız ve kitap okumanız beni rahatsız ediyor.”a dönmesi ve iğrençleşmesi. Dolayısıyla sonu bir yere bağlanmayacak ve uzadıkça uzayacak bu konuşmayı bitirmek.)

Sonra sessizlik. İçimdeki aşırı rahatsızlık hissi. Peki en çok neyden dolayı kötü hissediyorum? Konuşmayı sessizce ve ‘yenik’ bitirmekten mi? Bu kadınının ağzını büze büze aslında cahil olduğumu vurgulamasından mı? Bu konuşmanın baş örtülü olmasaydım kesinlikle gerçekleşmeyeceğini düşünmemden mi? O sırada “Keşke Mahur Beste gibi eski bir Türk romanı okumuyor olsaydım da ‘modern’ hatta ‘postmodern’ İngilizce bir roman okuyor olsaydım da gözüne soksaydım.” diye düşünmem mi? İçimde bir çarpışmadan sonra son kozunu oynayamamış olma hissi ve bunun erdemden mi yoksa basit ve acınası bir korkudan mı olduğuna emin olamam mı? Sağımdaki solumdaki arkamdaki onca insanın ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışırken bana destek vermediklerine kızmam ama Kadın haklı, cahilsiniz işte be!” dememelerine dua etmem mi?

İçimde çırpınan cevaplar doğuyor o sırada. Mesela

-Bakın ben zannettiğiniz gibi değilim, üniversitede Psikoloji okuyorum cidden.

Ya da

-Ben hep kitap okumayı çok severdim valla bakın ben normalde Felsefe kitabı da okuyorum hatta Heidegger’in Ödev Ahlakı’nı da biliyorum, okudum.

En doğrusu basit bir:

-Benim neyi ne kadar okuduğum sizi hiç ilgilendirmez hanım efendi, saygısızlık yapmayın.

Olmalıydı. Ama bu senaryolar sadece zihnimde dönen olası gerçekliklerdi. Asıl yenilgim, ‘benim büyük çeresizliğim’ bunları söyleyememiş olmak değil, bu kocaman ve açık aşağılamanın sadece şahsıma ait olmaması ve o kadının gözünde ait olduğum bir sınıfa yönelik olmasıydı. Benim, artık gerçekten daha normal şartlar altında yaşayabileceğimizi düşünmem, eskiden “baş örtülüler”in yaşadığı olayların benim başıma gelmeyeceğine olan saçma inancımdı. Sanıyordum ki annemi tıp fakültesinde son senesinde başörtülü olduğu için bırakan hocalar geçmişte kaldı. Sanıyordum ki  annemlere Robert Koleji’ne gitmek istediğimi söylediğimde arkadaşlarımın beni ve ailemi kabul etmeyeceğini ima etmeleri ürkek bir önyargıydı.. Sanıyordum ki 28 Şubat geride kaldı. Sanıyordum ki geçen hafta gittiğim tiyatro salonunda insanların tek baş örtülü olan bana bakması bir kuruntu. Sanıyordum ki benden büyük küçük herhangi bir kadın metroda beni ahlaksızlıkla, cahillikle -en azından açıkça- suçlayamaz. İşte bu düşüncelerin hepsi üstüme çullandı ve gözlerim dolu dolu, bu zamana kadar teker teker her  baş örtüsünden dolayı ezilmeye çalışılmış kadının anısını ben yaşıyormuşum gibi hissettim. Ben kendi gerçekliğimde bunları yaşarken o kadın – o sözlerinden sonra ‘teyze’den ‘o kadın’a döndü- belki hislerimden habersiz belki de günlük aşağılamasını yerine getirmiş memnun bir şekilde benim ineceğim duraktan önce indi. Ben, tüm zamanların tanıdığı o yenik ama gururlu savaşçı(!) arkada kaldım. Ve hızla giden metroda ‘tutunmaya çalıştım’. Ama en azından yalnız değildim: giden kadının çantasının değdiği teyze bana dönüp “Sabrından dolayı teşekkür ederim kızım. O belli ki çatacak yer arıyordu. Sen hiç üzülme. Ben de bir şey diyemedim o sırada. (Gözlerimin içine bakarak) Günün hayrolsun kızım.” dedi. İçimde müthiş bir rahatlama hissettim. Demek ki bu teyze de benim öğrenilmiş çaresizlikten, sinmişlikten değil de sabrımdan dolayı sustuğumu düşünüyordu. Haklı mıydı bilemeyeceğim ama ineceğim durağa geldiğimde içten gelen hayır duasıyla uğurlamıştı beni. ‘O kadın’ işte böyle bir güne uyandırdı beni.

Konuk Yazar

16 yorum

Rumeysa için bir cevap yazın İptal Et

  • O kadar iyi anlıyorum ki. Sanki okumuş bilen başörtülü kadınlara tahammül edemiyorlar. Özellikle yaşlılar tarafından sürekli taciz ediliyoruz ve buna sebeb olan tek sembol BAŞÖRTÜMÜZ. Bu sadece açık sarışın teyzelerden gelen bir hakaret değil. Başörtülü teyzelerde hakaret etme içgüdüsüne sahip. Bir kere çimenlerde arkadaşımla oturduğumuz için “başındakinden utan!” gibi bir cümleye tabi tutulmuştum. Bunu söyleyen teyzemiz geleneksel bir bağlamayla bağlamıştı başını. Fakat ne fark eder, beni başörtümle yaftalaması, aşağılaması onu gözümde “türbanlı” olduğu için haklı çıkarmıyordu. Biz başörtülülerin en ufak bir yanlışımızda hemen başımızdakiyle hakarete uğraması yeni değil. Hangi kesimden olursa olsun başımızdaki bir ölçü birimi oluyor. Ve evet son zamanlarda kendimi ikinci bir vatandaş gibi hissediyorum. Bazen sırf “şu kapalılarda şöyle” diye başlayan cümlelere tabi olmak için içime atıyorum söyleyeceklerimi. Her hareketime dikkat ediyorum. Metroda kapı önündeki sırada o kadar intizamlı bekliyorum ki. En arkada olan benden önce metroya binince uyarmak geçiyor içimden. Şimdi, diyorum başımdakinden ötürü insanlar taraf tutar. kapalılar hakkında genel bir kanıya sebeb olurum diye lal oluyorum. Önceden anlamazdım cihat eder gibi başörtüsünü taşıyan kadın tabirini. Şu sıralar omuzlarım da bu yük daha da ağırlaştı. Başörtülü olmak meğer ne zor ibadetmiş. Yaşadığım fanusun dışına çıkınca anladım ben bu ibadeti. Çok zormuş, hakikaten. Kendi yapmadığım ve yanlış bir hareket yapan bi başörtülü görünce “ah” diyorum, “sen başörtülüsün ve islamı temsil ediyorsun, biz öyle dilediğmiz gibi dışarıda davranamayız. Herkesten çok dikkat etmeliyiz kendimize. Ki bizim hatamız dinimize alet edilmesin”. Artık benim de zihnimde kadınlar ikiye ayrıldı “açıklar” (dışarıda hareket ederken özgür olanlar) ve “kapalılar” (bir nevi hareketlerine dikkat etmesi gerekenler).

  • Bundandır Cumhuriyet kadını denildiğinde cinlerimin tepeme çıkması .ne güzel bir yazı olmuş .

  • İkinci kez bu platformda toplu taşımada gerçekleşen bir tartışma okuyorum ve önceki yazıda yaptığım gibi sakince bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünemiyorum. Saçlarını sarıya boyamış bir ‘o kadın’olarak yazacağım bu yorumu.
    Size çatan teyzenin başı kapalı olsaydı veya boyasız olsaydı söyledikleri heralde sizi bu kadar kırmayacaktı. İçinde baş ve örtü kelimesinin bile geçmediği en ufak bir tartışmayı bu şekilde okumanın artık sizin önyargınızla alakalı olduğunu düşünüyorum. Madem konu başın nasıl göründüğü ben de yaşadığım toplu taşıma maceralarını öyle yorumlayayım. Yer verdiğim ve yardım ettiğim bebek arabalı ‘şu başörtülü kadın’ üstümde etek var diye bana teşekkür dahi etmemiş olmalı. Saçlarım dahi boyalı değildi oysa o zamanlar. Ya da mescidin önünden geçerken içeriden fırlatılan su için yanimdaki adamdan ‘kusura bakma abi’ diye dilenen özür benden saçım boyasız da olsa açık diye esirgenmiş olmalı.
    Okuduğunuz kitabın eski olmasından yaptığınız çıkarım hakkındaysa ne düşünelim bilmiyorum. Biz ‘o kadınlar’ da Tanpınar okuyabiliyoruz inanır mısınız? Hatta bir arkadaşım hayrandır bu yazara. Kendisi de sizin karikatürize ettiğini teyze gibi açık başlıdır.
    Şu başörtülü kadın olmak ne kadar kırıcıysa ‘o sarı saçlı kadın’ olmak da o ka da r kırıcı.
    Bir de bu toplumdaki kadınların %70’i başını kapatıyorken, toplumun çok büyük çoğunluğu muhafazakârken, hiç azımsanmayacak bir kesim başı açık kadını ahlaksız diye yorumlarken ve dahası bazı şehirlerde bırakın etek giymeyi baş açık dolaşmak bile tedirgin ediciyken nasıl başörtülüler kendilerini bu kadar mağdur hissedebiliyor bazen şaşırıyorum. Devlet önünde yaşadığınız mağduriyet toplumda karşılık bulsaydı muhafazakâr bir parti bu kadar yüksek oy alamazdı diye düşünüyorum.
    Bu sebeple de alakasız tartışmaları başörtüsüne bağlayıp başı açık kadınları karşı kutba alarak bir kimlik oluşturmanızdan rahatsızım. Asıl ayrımcılık yapan siz oluyorsunuz bu durumda. Kırıcısınız.

    • Merhabalar, öncelikle hayatım boyunca açık insanlar hakkında genel bir kanıya varmadım. Kimseyi kutuplaştırmadım. Devlet üniversitesinde okuyorum ve bazılarının başörtümden ( veya akpye oy verme ihtimalimden) önyargılı olduklarını hissediyorum. Irtica, yobaz kelimeleri zihinlerinden geçiyormudur diye düşünmeden edemiyorum. Başörtülü insanların uğradığı haksızlık kadar elbette bir açığa yapılan haksızlık da aynı derecede önemli. Ama açık olmak belli bir kesimi temsil etmiyor çünkü açık olup muhafazakar olan veya kemalist olan veya ateist olan veya veya veya.. Yaniki karma bir kesim. Fakat başörtülü olmak öyle algılanmıyor, tek tip altında sıkışıp kalıyoruz. Ve iktidara olan nefret biz kadınlar üstünden atılıyor yine. Çünkü erkeklerin dindar olduklarını belirten bir emare yok (cübbeli erkekler bu kanımdan münezehtir,). Başörtülülere yapılan bazı haksızlıklara mağdur edebiyatı demek kafanızı deve kuşu misali kuma gömmektir. Biz kapalılar açıkların uğradığı haksızlığı kabulleniyor ve hak veriyoruz, fakat söz konusu biz olunca karşı taraftan bir ses yükseliyor: “yok canım sen abartıyorsun”. Ne diyeyim kadınlar bu kızkardeşlik çatısı altında hiç bir zaman birleşemeyecek zannımca. Selametle

      • Merhaba, sanıyorum söylediklerim yeterince net olmadı.

        Türbanlı bir kadını azarlamakla türbanı yüzünden azarlamak ayrı şeyler. Burada türbanına bir hakaret olmadığı halde yazarın konuyu bu noktaya çekmesini kendisinin önyargısına bağlıyorum. Dikkat ederseniz yazarın ayrımcılığa uğradığını sarı saçlı teyzenin sözlerinden anlayamıyor okurlar. Yazarımız araya girip ‘madem ki karikatürize ediyoruz’ demek ihtiyacı duyuyor kendisinin karikatürize edildiğini ima ederek. Oysa teyzenin sözlerinde (ne kadar saldırgan da olsa) bir sınıflandırma veya karikatürize etme durumu yok. Yazarın kendisini ayrımcılığa uğramış hissetmesinin sebebi teyzenin saçının sarıya boyalı ve ojelerinin kırmızı olması. Yani teyzemiz yerine yelekli yaşlı amca, yemenili teyze veya mavi türbanlı orta yaşlı kadın koyunca bu yazının tüm anlamını/imasını yitirecek olmasından bahsediyorum. Aynı laflar saydığım karakterlerden duyulsaydı burada ‘kıyafetime önyargı’ temalı bu yazı yazılmayacaktı. Diyorum ki o halde yazıda önyargısı bariz olan gerçekten kim? Yazar mı teyze mi? Teyzenin önyargısı olup olmadığını anlamak için onun ağzından da bir yazı okumalıyım. Ancak yazarımızın ayrımcılığa uğradığını teyzenin eşkalini vermeden ve sözlerini farklı yöne çekmeden ispatlayamaması beni rahatsız ediyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Demek ki ben de otobüste beni bir şekilde rahatsız eden birini uyarsam o kişi de hasbelkader türbanlı olsa ‘kötü kalpli, elitist, chpli, dinsiz vb.’ olacağım. Herkes eleştirilebilir. Başka bir deyişle yazar kendisine yapıldığını iddia ettiğini yapıyor teyzeye. Prototipleri yazıda kendisi oluşturup sonunda prototipleştirildiğinden şikayet ediyor. Bu noktada da belli ki türbanlı müslüman kadın kimliğini inşa için açık başlı kadını karşıya alması gerekiyor(yazı için konuşuyorum pratikte böyle olmadığını umuyorum). Teyzenin kıyafetine yapılan vurgu çıkarıldığında yazının hala anlam taşıdığını söylüyorsanız lütfen bu çıkarımı yaptığınız pasajları bana da söyleyin, belki gözden kaçırıyorum.

        Elbetteki başı açık kadınlar homojen bir topluluk değil. Onlara yapılan ayrımcılığın ve duyulan önyargının farkında olduğunuzu söylediğinizde şaşırdım ve sevindim doğrusu. Yalnız bu noktada kimlik inşasının temelinin dindarlık ve dinsizliğe dayandırıldığı kanısındayım. Yani başı açıklar chpli olduklarından dolayı değil yeterince dindar olmadıkları(ya da görünmedikleri) için art niyetli yorumlara maruz kalıyor. Yani ateist ya da muhafazakar olması önem arz etmiyor. Zaten ilk yorumun son paragrafında bunu kastettim. Toplumun normal algısı zaten dindar görünüm demek istedim. Normale bu kadar yakınken yaşanılan bu endişenin bana şaşırtıcı geldiğini söyledim.
        Aynı endişe sizin yorumunuzda da var. Ben de bir devlet üniversitesinde okuyorum. Son derece dindar bir ailede büyümüş bir dinsiz olarak kendimi bir gruba yerleştirmeden bakabildiğimi düşünüyorum. Gördüğüm şu: solculuğuyla(ve dinsizliğiyle) nam salmış büyük şehirlerdeki okullarda bile dindarlar gayet kalabalık. Kimse garipsenmiyor. Benim okulumda birkaç peçeli kadın var ve dönüp bakan, yuhalayan, saldıran yok. Elbetteki arada saldırmaya hazır çürük yumurtalar var. Ama her kesimden diğerine saldırmaya can atan hasta ruhlular vardır. Her kimlik aşağı yukarı aynı derecede tehdit altındadır. Bu yüzden bireyler arası her anlaşmazlığı ölçüp biçmeden hemen manipüle edip kimlik çatışmasıyla yorumlamak bu çağda ve bu toplumda tehlikeli.

        Bir de kızkardeşlik konusunda bana yapılan üstü kapalı suçlamanın haksızlık olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi yazıda ben de bana karşı bir ayrımcılık sezdiğim için yukarıdaki yorumu yazdım. Kimseyi saçı açık kadınların yaşadıklarını görmezden gelmekle suçlamadım. Başkasından gelecek bir suçlamayı da haketmediğimi düşünüyorum. Tabi ki haksızlıkları görmezden gelmek kafayı kuma gömmek demek. Fakat ben sizin karşınızda değilim. Şikayet ettiğim yazıda sezilen beni karşınıza yerleştirme eğilimiydi zaten.

        Uzun oldu ama kendimi ifade edebildiğimi umuyorum.

        • Sevgili XYZ, yeniden merhaba :) öncelikle kız kardeşlik eleştirisini bizatihi size yapmadım, genel bir kanıydı benimki. Son zamanlarda olanlar beni böyle düşünmeye sevk ediyor. Pekala yazarın yazısını sizin için bir daha okudum, ve haklısınız (birine hak vermekten neden gocunayım) teyzemizin sarı saçlarını ve kırmızı ojelerini çıkarttığımızda öyle çok da bir şey kalmıyor elimizde hakaretleri dışında. Sanırım bizim bu şekilde ötekileştirmemizi sağlayan şey genel itibariyle bu tarz tezelerden aldığımız eleştiriler. Açık konuşmak gerekirse sorun bence bizim dindarlığımızda değil belki, atatürkü sevmiyor olma ihtimalimiz.. Geçen bir arkadaşımın ev arkadaşları arasında geçen tartışmayı dinledim. Kapalı bir kız ve açık bir kız arasında gerilen ipler. Olayı baştan sona anlatmayacağım. Arkadaşımın anlattıklarına göre kapalı kız haklı tartışmada. Bu arada arkadaşımda açık bi kız, yani sınıflandırma yapmıyor. Olaylar buraya kadar normal. Fakat sonra yan komşuları olaya dahil olup eve gelip kapalı kızımızdan hesap soruyor “sen atatürkü bile sevmiyorsun, senin dinin imanın yok. Kapalı olsan ne yazar” gibi konuşmuş. Kapalı kızın kedisine tekme atmış. Neyse.. Bu olaylar yaşanıyor sevgili XYZ, ve sende bu saldırıları bir nevi kabullenmişsin. Geçen sene okulumuzda mescid açılsın diye imza toplanıldı. Yer yerinden oynadı bir nevi. Işidci olduk ibadet hakkımızı istiyoruz diye. Evet belki çürük bi kesim ama oluyor bunlar. biz burada kapalı kadınlar olarak mağduriyetlerimizi yazıyoruz. Ayrıştırmak değil amacımız. Nasıl ki açık bir kadın kıyafeti yüzünden mağdur olursa, namussuz denirse ona; biz kapalılar da kapalı olduğumuz için mağdur olabiliyoruz inanınki. Fark ettiyseniz herkesi aynı kefeye koymuyorum, açık arkadaşlarım var çok iyi anlaştığımız. Yada yolda gayet açık bir kadına tebessüm edip geri dönüş alabiliyorum. Sarışın yaşlı bir teyzemizle hoş sohbet edebiliyoruz otobüste, vedalaşırken ikimizdede önyargılarımızın kırıldığına dair bi tebessüm oluyor. Biz azınlıkların kabahatini herkese mal etmiyoruz korkmayın. Bu yazı bırakın burada kalsın, metroda ufak bir şeyden dolayı karşılığında ağır sözler işitmiş bir kadının yazısı. Büyütmeyin bu kadar. Benim yazıya yaptığım ilk yorumda türbanlı bir kadından aldığım eleştiriyi de paylaşmıştım. Ve inanın ikisi arasında fark yok ve ben çok fena kızmıştım içimden o kadına karşı. Sonra? Sonra unuttum gitti. Unutmayı biliyoruz bence. Bir kesime karşı kin gütmüyoruz, bunu yapanlar varsa da yanlış yapıyorlar. Çok uzattım değil mi? Benimki de sizinki kadar uzun oldu, mazur görün olur mu? Kaşıliklı oturmuşuzda kelimeler öylece dökülmüş gibi düşünün. Hoşça kalın sevgili XYZ. :))

    • XYZ o sarı saçlı kadınlardan olmanızı tebrik ediyorum öncelikle, kendinizi nasıl hissediyorsunuz diye de sormak istiyorum; sahi kendinizi bu ülkede nasıl hissediyorsunuz? Şimdi muhafazakar bir partinin de söz sahibi olduğu bu süreçte mağdur musunuz yoksa mazlum musunuz? Büyük bir hasretle eski günlerin özlemini kuran ayrıcalıklı sınıfın, sarı saçlı bir kadını olmaktan dolayı içinizde buruk bir özlem mevcut mu? Kendinizi, bu ülkede esas söz ve dahi hak sahibi olmanın haklı gururunu taşıyan grubun içine iftiharla yerleştiriyor musunuz? Ülkenin aydınlık ve müferreh günlere doğru hızla koşarken, ayağının takılmış olduğu bu ‘şey’lere siz de içinizde bir acıma ve aynı zamanda da kızgınlıkla bakıyor musunuz? Cumhuriyet’in yılmaz savunucusu sarı saçlı kadınlar olarak karşı cephenizde duran -ki bence onu da oraya siz koydunuz- zavallı, sünepe, kaba (su fırlatma, teşekkür etmeme bahislerine bir gönderme), cahil, laftan anlamaz ve söz söylemeye değmezlerin, siz sarı saçlı kadınlar hakkında yazıyor ve çiziyor olmasından, hadi biraz daha ileri gidelim ve ‘şikayet’ ediyor olmasını neden ‘kırıcı’ buluyorsunuz? Halbuki engin espiri anlayışına sahip mizah dergilerine sizin sarı saçlarınız değil de bizim başörtülerimiz malzeme olurken pek de rahatsız gibi durmuyorsunuz. Hey kimi kimin karşısına getirdiğinize bir dikkat edin dediğinizi hiç duymuyoruz biz mesela? Kırıcılığın daniskasını yaklaşık bir elli yıldır (çok kaba bir hesap yapınca o da, şöyle düşünün benim annem başörtüsünden dolayı hapis cezası almış bir öğretmen yıl 1979, ben takribi otuzlar, okul hayatım boyunca başörtüsü zulmüne devlet eliyle maruz kalmış, mesleğini yapamamış, kendine yepisyeni makul bir yol çizmiş bla bla gerisi bildiğiniz hikaye) yaşıyoruz biz bilmem farkında mısınız? Şimdi başımdan geçen olayları size elbette anlatacak değilim lakin siz sarı saçlarınızdan dolayı bu ülkede kırılacak en son insanlarsınız. Hem ne der atalar sözü: kırık değildir o kırık olsaydı duramazdınız.

      • Yorumcuyu koydugunuz kaliplar, atfettiginiz duygular dusunceler yorumcudan cok size dair bir seyler soylemis. Bir de magdur mazlum sormussunuz aci bir alayla, daha o kadar da magdur olmamissindir sen sari sacinla imasi falan, cok acaip. Intikamciliktan devam, “bize cok yapildi, simdi sira sizde”. Haksizligin intikam degil adalet ihtiyaci empati doguracagi gunler gelecek mi bu ulkenin insanina bir gun, bilmiyorum.

  • Gözlerim doldu, belki de her gün belli bir kesim tarafından yaşanılan ve yaşatılan bir durum. Önemli olan o çaresizliği hiç mi hiç öğrenmemek. Günlerimiz hep hayrolacak.

  • Sabrından dolayı tebrik ediyorum ben de. Içinde çok şey konuşup da dışarı vurmamanı acziyet olarak düşünüyorum. Sabır olmalı. Ve evet bunlar hep bizim hikâyemiz…insan acaba ben değil de seküler bir genç bunu yapsa aynı tepkiyi mi verirdi diye sormadan edemiyor böyle durumlarda.

  • Merhaba,
    Bu yazı bana okula ilk atandığım sene başörtüsü dolayısıyla yaşadıklarımı hatırlattı. Okul, onu çevreleyen sitelerden ötürü yüksek profilli bir veli grubuna sahipti. Kategorize edip ayrıştırmak için söylemiyorum ancak başörtülü veli sayısı bir elin parmağını geçmiyordu âdeta. Öğretmenler arasında da tek başörtülü bendim. Onların açık olmasını elbette sorun etmezdim. (Hatta hep güleryüzlü davranır; ilk “günaydın”ı, “iyi günler”i, “kolay gelsin”i ben söylerdim. Ancak karşılığında aynı sıcaklığı alabildiğimi söylemem pek doğru olmaz.) Çocuklar, benim tesettürlü olmama bir süre sonra anca alıştı; ilk zamanlarda bana karşı mesafelilerdi; hatta bir çocuk “niye bunu takıyorsun, niye diğer öğretmenler giymiyor” demişti Bir diğeri, “uyurken de böyle mi uyuyorsun” diye sormuştu.

    Bu yazıyla aklıma ansızın gelen tatsız anı ise okuldaki veli toplantısı sırasında yaşanmıştı. Ben sınıflara tek tek girip kendimi tanıtıyor ve heyecanla, çocuklarına hangi konularda yardım edebileceğimi anlatıyordum. Sınıfların birinde, kendimi tanıttıktan sonra bir veli, “Hocam, geçen yılın sınıf annesi beni aradı; çocuklar sizden korkuyorlarmış. Peruk takamaz mısınız” dedi. “Ben bugüne kadar hiçbir çocuğun benden korktuğunu görmedim; kimse bana böyle bir şey söylemedi” dedim. Kadın, sınıf annesinden böyle bir duyum aldığını yineledi; ben bu kez, bu şekilde okulda olmamın yasal bir hakkım olduğunu (çünkü o yıl okullarda serbest olmuştu) söyledim. Ona inanmadığımı görünce, manalı biçimde “demek ki ben yanlış duymuşum” dedi.
    O gün eve giderken orada çalışıyor olduğuma o kadar üzülmüştüm ki.. Atandığım ilk sene bu olayı yaşamış olmam, benim için gerçekten kırıcı olmuştu.

    Oradaki velilerin soğuk ve mesafeli tavırları üzülerek söylemeliyim ki artık başka ve bu türden bir rahatsızlığı hiç yaşamadığım bir okulda çalıştığım halde bile benim için halen etkisini sürdürüyor. Şöyle ki, başka bir okula tayin isteme hevesim; yine böyle velilerle karşılaşma tedirginliğinden ötürü tuzla buz oluyor. Kendimi sıkışmış kalmış hissediyorum. Başka bir okulda çalışma düşüncesi, çeşit çeşit okullarda deneyim kazanma fikri, bu korkularımdan dolayı daha alevlenmeden sönmeye mahkûm oluyor beynimde. Bu hislerimi yenecek cesareti kazanana dek bu endişe sanırım beni takip edecek..

  • ben de işte aleviyim… dün börek götürdüğüm “başörtülü” komşum yarın beni horgörecek diye değil – bunları geçtik, umursamıyoruz – sokak ortasında linç edecekler arasında olacak mı diye endişe duyuyorum… bu duygu beni içinde bulunduğum mekandan ve zamandan kopartıyor. şimdi şu an mesela bunları yazarken kendi cümlelerime dahi yabancılaşıyorum. sanki bu korku, başdönmesi ve miğde bulantısı bana ait değil. bu duyguyu bilir misiniz?

  • Bence toplumsal varlığınızı diğer insanların sizin hakkınızda ne düşündüğü ya da ne söylediği üzerine kurmayın. Yazınızın büyük çoğunluğunda o anki imajınızdan kaygı duymuşsunuz, toplu taşımada “cahil” gözükmemek üzerine kaygınız anlatılıyor. Bu kaygınızı gidermek için de bir şey yapmamışsınız, pasif kalmışsınız. Bir insanın toplumsal varlığı ne üzerindeki kumaşlardır ne boyalardır ne de topluluğa verdiği imajdır. Bir insanın toplumsal varlığı ürettikleri, geliştirdikleri, o topluluğa kattıklarıdır. Eğer bunu yapabiliyorsanız zaten diğer insanların ne düşündüğüne, ne söylediğine daha az prim verirsiniz. Topluluktan takdir görmek için değil, değer üretmek için çaba gösteriyorsunuzdur. Bunu başardığınızda inanın kendinizi o kadar güçlü hissedeceksiniz, bu duruşunuza, bakışınıza o kadar yansıyacak ki kimse sizi bu şekilde taciz edecek cesareti bulamayacak. Ya da bulsa bile siz kendinizde cevap verecek gücü bulabileceksiniz. İyi günler, moralinizi böyle şeylere bozmayın.