REÇEL

Küfür Kıyamet

Çok değil, birkaç sene öncesi. Yer İstanbul Üniversitesi çıkışı. Uzun boylu, genç bir çocuk kızın midesine yumruk attı.

Yazar: Fatma Büşra Helvacıoğlu

karmaşa

Çok değil, birkaç sene öncesi. Yer Vezneciler. Polis karakolunun 50 metre ötesi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin çıkışı. ATM’lerin yanı. Okulun öğrencileri, belki hocalar, esnaf, etrafta günlük işlerine bakan insanlar.

Uzun boylu, genç bir çocuk kızın midesine yumruk attı. İstediğini elde edememiş olacak ki kız iki büklüm olduktan bir de sırtına vurdu. Sonra arkasına bile bakmadan koşar adım gitti. Bütün bunlar bir dakika içinde oldu. O sırada yolun karşısındaydım, adımlarımı hızlandırıp kızın yanına koştum. Kızın yüzü yerdeydi, usul usul ağlıyordu. Sessiz, sedasız. Bağırmadan. Yere yıkılmadan. Sadece karnını tutuyordu. Ağrıdan. Acıdan. Ya da.

Önce bir şey demeden, biraz sakinleşmesini bekledim, sustum, sonra salak gibi “İyi misin” diye sordum, sonra yine sustum, sonra elimi omzuna koydum. Ağlamaya devam etti. Çocuğa gittikçe daha çok sinirleniyordum. Herkesin ortasında yapmasına, kimsenin onu durdurmamasına, işte 50 metre ötedeki polislerin olay hiç yaşanmamış gibi davranmasına filan değildi sinirim. Böyle bir şeyi nasıl yapar, onu algılayamıyordum. Kıza “Bak şu an yeri değil, zamanı da değil biliyorum ama istersen karakola gidebiliriz. Şikâyetçi olabilirsin. Ne bileyim, şahitlik de ederim” gibi şeyler geveledim. Kız hiç yanaşmıyordu. Ağlıyordu. Sonra yakın bir kız arkadaşı geldi. Kızı sıkı sıkı sardı. Saçını okşamaya başladı. Bana da olay mahallinden çekilmek düştü.

Eve gidene kadar aynı şeyi düşündüm. Döne döne düşündüm. O çocuk bunu nasıl yapabilmişti? “İşte patriyarka böyle bir şey” değil. “Kız güçsüz olduğu için ona vurabiliyor” değil. “Hiçbir yaptırım uygulanmayacağını biliyor” filan hiç değil. En fazla birkaç senedir birlikte olduklarını düşündüğüm, yani henüz cicim yıllarını aşma ihtimali pek bulunmayan iki insan. Yıllarca süren evliliklerde dahi bir adamın karısını, sevdiği kadını, birlikte hayat paylaştığı insanı itip kakmasını, ona bile bile zarar vermesini anlayamıyordum. Dahi diyorum; çünkü bütün hayatı paylaşma sorumluluğunun ve iki insanın fazlasıyla yakın olmasının kaba kuvveti vaka-ı adiye gibi gösterebilmesini, duyguların ilk zamanlardaki gibi taze kalamamasını bir nebze anlayabiliyorum; tabii ki haklı bulmuyorum, o ayrı, ama yıllar geçtikçe iki insan arasındaki ilişkinin laçkalaşması, özensizleşmesiyle kısa bir süredir, üstelik de gencecikken, birlikte olduğun birisine kaba kuvvet uygulamakla bir tutamıyorum. Sevdiğinin üzerine titrediğin, el üstünde tuttuğun, her şeyin epey hassas, duygusal, romantik, ince vb. olması beklenen bir dönemde nasıl bu kadar hoyrat muamele edersin, bunu düşünüyordum. İnsan sevdiğine nasıl bu kadar kinlenebilirdi?

Eve vardığımda meseleyi hemen anneme anlattım. Takılmış plak gibi bir “Nasıl yapar ya” diyordum, bir “Kız hiç şikâyete filan yanaşmadı, etmez de kesin” diye söyleniyordum. Annem bir süre sessizliğini korudu, sonra da yüzüme dikkatle bakarak “Sen olsan, şikâyet eder miydin?” dedi.

Aradan birkaç sene geçti. O birkaç sene içinde ben bu soruların bir kısmına cevap buldum. Mesela insanın gözü gibi baktığı birisinden nasıl nefret eder hale gelebileceğini anladım. Zamanında sevdiği birisinin ağzını burnunu dağıtmak arzusuyla nasıl dolup taştığını da. Anlamaz olaydım, o ayrı. Ama tabii bu hislerle dolup taşmak gidip kimsenin kafasını patlatma hakkı vermiyor insana. Nitekim Allah insana nefs vermişse, akıl ve irade de vermiş.

Tabii erkekler her zaman öfkelendikleri için, karşıdakinin haksızlığına uğradıklarını düşündükleri için kaba kuvvete başvuruyor değiller. Birkaç ay önce bu sefer Üsküdar’da bir çiftin kavgasına şahit oldum. Mevzuu hatırlamıyorum ama kızın sesi epey yüksek çıktığından, “Bu ablaya bir şey olmaz” deyip uzaklaşmıştım. Birkaç dakika sonra çocuk kızı kolundan sıkı sıkı tutmuş zorla bir yere götürüyordu. Bu sefer de iş işten geçmesin diye peşlerinden gittim. Çocuk kızı kuytu bir köşeye çekti ve burnunun dibine sokulup “Senin ananı….” diye bastı küfrü. Demin sokakta ortalığı birbirine katan kız sus pus olmuştu.

Sevdiğinin sana küfrettiğini duymak tuhaf bir şey. İnsanı tepki veremez hale getiriyor. Sıcak çatışma esnasında neye kırıldığını anlamasan da sonradan bayağı sarsıldığının farkına varıyorsun. Günlük hayatta ben de küfretmekten pek çekinen bir insan olduğumu söyleyemem. Paşa babasının hanım kızı olmadığım için gördüğüm pislikler karşısında elimdeki tek aracı kullanıyorum, ne edeyim? Bu konuda “derdi ızdırabı ben mi yarattım” diyerek savunmamı da yapayım.

Ama dediğim gibi, gönül verdiğin insanın küfretmesi veya ona küfretmek başka. Erkekler zaten kaba kuvvete ve küfre her zaman kendilerini de tutamadıkları için filan da başvuruyor değiller. Çocuğun kıza tokat atmayıp üstüne basa basa küfretmesi de onun bir göstergesi. Sözcükleri bastırması, söylerken kızın üstüne yürümesi, bunları bir anlık delirmeyle değil de oldukça soğukkanlı bir biçimde yapması… Kızı öfkesinin gerçekliğine, yapabileceklerinin büyüklüğüne inandırıp korkutacak, sindirecek ve istediğini yaptıracak. Asıl mesele küfrün korkunçluğu değil yani.

***

Geçen gün televizyonda dayak yediği için kocasını jandarmaya şikâyet edip sonra da yaptığından pişman olan kadını izlerken üşüştü bunlar aklıma. Kocaya 15 gün evden uzaklaştırma verilmiş, adam çadır kurmuş bahçede, orada yaşıyor, kadın da 15 güne varamadan pişman olup kocasını geri istemiş ama uzaklaştırma cezası olduğu için adam eve de giremiyor. Hikâyeye bak. Anneme bu sefer anlattığımda “Kocasını özlemiş, n’apsın?” dedi, güldük biraz.

Buna gülerken iki-üç sene önce bana yönelttiği soru geldi aklıma: “Sen olsan, şikâyet eder miydin?”

Bunca zaman geçtikten sonra hâlâ düşünüyorum; ben olsam şikâyet eder miydim?

Sanırım bütün uğraşım da bu sorunun muhtemel cevabını değiştirmek.

Fatma Büşra Helvacıoğlu |REÇEL

5 yorum

  • Elinize sağlık. Birçok yerde karşılaştığım steril “erkekler hep öfkelenir” , “bi yaptırımı olamayacağını biliyor tabi” gibi cümlelerle açıklayıcı olduğunu zanneden zihniyetten sıkıldım. Bu kadar basit mi ki her şey de hemen böyle cümleler kuruluyor. Evet anlamak zor belki ama olayları bu kadar basite indirgeyip topu erkekliğe atmak sadece çözümsüzlüğe itiyor bizi. Ve siz cevabını bulamamış olsanız da bir açıklama bekleyerek en güzelini yapmışsınız. Özellikle annenizin söyledikleri klasik söylemlerden çok daha açıklayıcı. Bu hayatın bir gerçekliği var ve çözümler de buna yönelik olmalı. Önce bu soruları yanıtlamalıyız sonra steril söylemlere gelir sıra.

  • usul esastan önce gelir ya hani, tam öyle birşey bu. fiziksel olunca/görünürleşince hakkında düzenleme yapılan şiddete elbet değinmeli ama, ya bu sonucu oluşturan edimler, adımlar?
    sevgili büşra’nın dikkat çektiği, cevabı belki de olamayabilecek bu soruları sarmalayan ruh hali/şiddet mevzuuna usûl teşkil eden küfür kıyamet ne olacak ya?
    fatma feyza çifte standart’ta bunun bir başka örneğini yazmış işte.
    neon ve spot ışıklar buraya, şu sarmalayıcı ve normal görülen pişkin zihniyete, lütfen.

  • Yazar kişisi diyor ki; “günlük hayatta ben de küfretmekten pek çekinen bir insan olduğumu söyleyemem. Paşa babasının hanım kızı olmadığım için gördüğüm pislikler karşısında elimdeki tek aracı kullanıyorum, ne edeyim? Bu konuda “derdi ızdırabı ben mi yarattım” diyerek savunmamı da yapayım.” Çok güzel savunma canım, güle güle kullan mı denilmeli şimdi.

    Küfür seksist bir saldırganlığı barındırır. Bu normal, olağan, vaka-ı adliyeden bir durum değildir. Sosyal medya da savunduğunuz fikri şöyle kitabın ortasından konuştuğunuza kanaat getirtmeniz için sonuna noktalama işareti olarak bir küfür konulur. Bu olaya ciğerinizden bir öfke, harbi ve kalbi baktığınızın ünlem işaretidir güya.

    Yazıda ifade edildiği gibi “Sevdiğinin sana küfrettiğini duymak tuhaf bir şey. İnsanı tepki veremez hale getiriyor. Ama dediğim gibi, gönül verdiğin insanın küfretmesi veya ona küfretmek başka.” Niye başka! Küfrün muhatabı kim olmuş önemli mi! İnsan sevdiğine küfreder mi naifliğine bir mum yakalım, sevmediğine ana bacı yani! Küfrü kullanan dilin kişisi bilinçaltının fosseptik çukurunu ortaya derç etmiştir, var mı ötesi? Bu durum yeşil sahalarda görmek istemediğimiz faullü hareketler değil direkt kırmızı kartlık oysa ki.

    Daha dün, bir adam ayrılmak istediği karısının sokakta defalarca bıçaklıyor ve bu duruma tepki gösterilen yorumların içinde en beğenileni, bunu yapan adamın ben anasını, avradını… di. O adamın avradı olarak nitelendirilen kadın yerde kanlar içinde zaten ona üzüldünüz bir de siz …. Hay Bin Kunduz!

  • Demek ki burası, Büşracım pek bi güzel yazmışsın bayıldım bayıldım, tadında yorumlara açıkmış. Bu sabah gönderdiğim eleştirinin yayınlanmaması ile açık görüşlülüğünüzün selo bantla dürülü olduğu anlaşılmış oldu.

  • müfide hanım yorum gözden kaçmış yalnızca. yorumunuzda sansürlenecek, sinirlenecek bir şey yok; zira, bu meselelerle uğraşan hemen herkesin yapabileceği bir yorum zaten.