Bu yazı sorgusuz sualsiz el emeği göz nuru mesleğinden alınan, çarşıda pazarda onuruyla ekmek parası kazanmaya çalışan tüm KHKlılara ithaf edilmiştir.
Konuk Yazar: Nihan
O yıllarda ortaokulda okuyan bir kız çocuğuydum, muhafazakar bir ailenin başörtü yasağından kaçmak için özel bir okula yazdırılan çocuğu. Okulumuz da kız ağırlıklıydı zaten, milli eğitimin baskısından kaçmak için araya bir kaç erkek öğrenci serpiştirmişler. Ardından 28 Şubat fırtınası patladı. Okulun etrafında tanımadığımız insanlar dolaşıyordu. Okul bizden bir süre için bahçeye çıkmamamızı istemişti, okula zarar verebileceği gerekçesiyle. İdare milli eğitimi bir süre oyalamayı başarmıştı, “Biz söylüyoruz öğrenciler kılık kıyafet yasağını uygulamak istemiyor.” diye.. Ama bir süre sonra milli eğitim siz aradan çekilin öğrencilerle biz görüşeceğiz demeye başladı. Okuldan gruplar halinde milli eğitim bakanlığının problemleri çocukları götürdüğü bir rehabilitasyon merkezine götürüldük. Gitmeden önce de rehberlik öğretmeni tarafından sıkı sıkı tembihlendik “Sakın dini inancımdan dolayı örtünüyorum demeyin”. Neden? Çünkü ideolojik olarak algılanabilirmiş. O yüzden her birimiz bir bahane ürettik. Benim bahanem “Babam eğer başımı açarsam beni okutmayacak, eğitimime devam etmek istiyorum”. Tabi 12 yasında bir kız neden basını kendisi örtmek istesin ki, ancak zorlanmışsa, korkutulmuşsa, sindirilmişse bunu ister değil mi? O cümleyi söyleyince belki bir kaç ay makul örtülü olmuştuk onların gözünde. Milli eğitimdeki kadın şöyle demişti dört kız çocuğuna dönüp “Bakın her şeyin bir kuralı var, siz nasıl camide başınızı örtmek zorundaysanız, okulda da başınızı açmanız gerekiyor”. Ona dönüp hayır camide başınızı örtmek zorunda değilsiniz diyemedik (O günden beri camide turistlere zorla başörtüsü vermeye çalışan amcalara ayrı bir gıcık olurum).
Okula döndüğümüzde hararetli tartışmalar başladı. Başımızı açıp eğitim hayatımıza devam mı etmeli, yoksa örtümüze sahip çıkıp okula ne kadar süreceği belirsiz bir ara mı vermeli. Kalbim ve aklım “Kesinlikle örtünden vazgeçme.” diyordu. Aile meclislerinden çok fazla tartışmalar oldu, kimse kaldıramadı tabi ki okulu bırakıp vazgeçmek istememi. En son tartışma babamın “Hayır, ben razı değilim, ne olursa olsun okuyacaksın.” demesi oldu. Bir sürü okul gezdik Istanbul’da, o zamanlar sadece kızların olduğu liseler de yasaktı, bir şekilde saçınızı diğer insanlara GÖS-TE-RE-CEK-Tİ-NİZ. En sonunda gizli saklı hala kız lisesi olan bir yer bulduk ve lise hayatı boyunca okulun kapısında başını açıp, sınıfa kapüşonla koşan ve bahçeye çıkmayan bir kız çocuğu olarak eğitim hayatıma devam ettim. O zaman irtica paranoyaları ile beyni uyuşturulmuş halk da “Ne var canım dininizi yaşıyorsunuz işte, camiye gidiyorsunuz, başınızı dışarıda örtüyorsunuz?” diye güzellemeler yapmaya devam ediyordu.
O zamanlar diyordum ki, bir gün bu insanlar bu düşmanlıklarını bırakacak, bizi dinlemek zorunda kalacaklar. Ama biz o zaman onların yaptığını yapmayacağız. Türkiye’de herkesin birbirine saygılı olduğu, kimsenin birbirinin yaşam tarzına müdahele etmediği bir ortam olacak. Diyordum ki, biz çok sıkıntı çektik, bu kadar haksızlığa uğramış bir insan başkasının hukukuna mutlaka saygılı olur.
Ben hikayenin güzel tarafına yetişemedim, Türkiye’yi terk ettiğim zamandan bir sene sonra tüm ülkede başörtü yasağı kalktı. Artık her şey güzeldi bizim için, hatta el üstünde tutuluyorduk. Haklıydık ve hakkımızı almıştık tabi.. Ama garip bir şekilde insanlar gıcık olmaya başlamıştı bir şeylere. Anlayamıyorduk bir türlü neler olduğunu, “NE VAR CANIM, ne güzel yaşıyorsunuz işte istediğiniz gibi.” diyorduk. İnsanların rahatsızlıkları bize küçük şımarıklıklar gibi geliyordu, ne güzel her şey güllük gülistanlıktı işte.
Ardında o kara gün geldi, insanların birbirlerine silah tutmasını, ülkeyi kaosa çevirmek isteyenleri gördük. Bir türlü anlayamıyorduk artık olanları. Derken 21 Temmuz günü geldi. Binlerce, hayır yüz binlerce insan televizyonun başında uykulu gözlerle izledikleri bir girişimin müsebbibi olmakla suçlanıyordu. Bu insanlar için herhangi bir soruşturma açılmadı, her hangi bir dava da görülmedi. Bir kişinin isteği üzerine, ivedi bir şekilde, senelerce emek verdikleri işlerinden atıldılar. Ardından hemen “KHK ile atılmıştır.” ibaresi eklendi, ki başka özel bir şirkete gittiklerinde, işveren korkup da işe almasın. Sağlık sigortalarını da kestik ki, hastaneye gidip tedavi alamasın. Sonra sayfalarca haberler yazdık ki, bu insanların hepsinin bir torbanın içinde atıp, hepsinden birden tek anda kurtulalım.
Bunu benim asla haksızlık yapmayız, çünkü biz de gördük zulmü dediğim insanlar yaptı. Hem de aşkla, iştiyāḳla, zevkle yaptılar.
Bu yazıyı yazıyorum çünkü başörtüsü zulmünün en kötü günlerini yaşamış birisi olarak tarihe kayıt düşmek istiyorum, ben bu yapılanlardan beriyim. İnsanların sorgusuz sualsiz işlerinden atılmasını, özelde bile çalışamayacak hale getirilmelerini, hain muamelesi ile sosyal lince tabi tutulmalarını desteklemiyorum.
Ve bu işi yapanlara son sözüm; bizim o küçücük masum halimizle inşa etmek istediğimiz güzel ülke hayallerini, siyasi hesaplarla kirletmenizi asla ama asla affetmeyeceğim.
*Bu yazı sorgusuz sualsiz el emeği göz nuru mesleğinden alınan, çarşıda pazarda onuruyla ekmek parası kazanmaya çalışan tüm KHKlılara ithaf edilmiştir.
Ağzınıza sağlık. İroniktir ki bu yazıyı paylaşmaya bile korkar olduk .
Haksızlığa uğramış kişiler pekala olabilir ve devlet bu konuda adım atarak bu haksızlıkların giderilmesi için azami gayret göstermelidir. Fakat herkesin de suçsuz olduğunu söylemek darbe gecesi yaşadığımız vahşeti ve dehşeti görmezden gelmektir. Hatırlamak gerekirse 15 Temmuz akşamı Fethullahçı Terör Örgütü’ne bağlı bir grup asker hükümeti devirmek ve devleti ele geçirmek için kanlı bir darbe girişiminde bulunmuştur.
Peki öğretmenlerin, kamu görevlilerinin darbeyle ne alakası var? Bu insanlar niçin bir KHK ile işlerinden atılmışlardır? Sonuçta okula giden ders anlatan kişilerden bahsediyoruz. Bu geçerli bir sorudur ve cevaplanmalıdır. Darbe gecesi darbenin kontrol merkezi Akıncılar Üssü’ndeki tek sivil Adil Öksüz bir ilahiyat profesörüydü. Üniversitede bir hoca! Bu kişi öğrencileri tarafından sevilen, saygı duyulan bir hocaydı fakat darbenin kontrol merkezinde ne işi vardı bir sivil olarak? Sadece bu örnek bile karşı karşıya kaldığımız Fethullahçı Terör Örgütü’nün ne kadar girift ve anlaşılması güç bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Bir kişinin mesleği terör örgütü üyesi olup olmadığı için geçerli bir veri değildir. Bir üniversite hocası örgütün imamı çıkabiliyor.
249 vatandaşın şehit edildiği, F16’ların alçaktan uçup şehre ve insanlara bombalar yağdırdığı, meclisimizin bombalandığı ve 2000’den fazla kişinin gazi olduğu bir darbe girişimi karşısında devlet ne yapmalıdır? Elbette ki terör örgütüyle sonuna kadar mücadele etmelidir. Hem Cumhurbaşkanı hem de diğer devlet yetkilileri sıklıkla bu sürecin hukuk çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini ifade etmektedirler.
“Senelerce emek verdikleri işlerinden atıldılar” demişsiniz. Pek çoğunun emekleri (!) sınav sorularını çalmak, diğer örgüt üyelerini kadrolara yerleştirmek şeklinde olduğunu bugün net bir şekilde görüyoruz.
yorumunuzu okuduktan sonra yazıya tekrar baktım baktım, ama khk ile işten atılan herkesin suçsuz olduğu iddiasını/imasını bir türlü bulamadım. bir daha bakayım en iyisi.
ama benim pek anlam veremediğim bir durum var, sizin görüşünüzü sormak isterim: bu khk ile işten çıkarılan kişiler sınav sorusu çalmak, örgüte kadro yetiştirmek veya benzeri herhangi bir yasadışı iş yapmaları, veya örgüte üye olmaları sebebi ile işten çıkarıldılarsa bu insanları neden yargılamadan salıveriyoruz? yasadışı örgüte üyelik ciddi bir suçtur, yargılanıp ceza almaları gerekmez mi? ifadeleri bile alınmıyor, halbuki belki bazıları pişmanlıktan faydalanmak için örgütün herşeyini anlatacak, kriptolardan bu kadar korkmaya gerek kalmayacak. işyerinde soruşturma açılmadan, haklarında dava olmadan işten çıkarıldıklarında eğer suçlularsa suçları cezasız kalıyor, eğer suçsuzlarsa hem suçsuzluklarını ispat hakkından mahrum kalıyorlar hem de haksız yere birsürü eziyete maruz kalıyorlar sanki. neden dava açılmıyor bu insanlarla ilgili?
diğer yandan yargılanıp beraat edenler de var ama işlerine geri dönemiyor, sosyal güvenlik veritabanındaki khk kaydı nedeniyle başka iş de bulamıyorlar. neden işlerine dönemiyorlar? hala suç şüphesi mevcutsa savcılar yeterince çalışmamış araştırmamış, mahkemeler düzgün yargılama yapamıyor mu diyeceğiz? eğer mahkeme kararına güvenemeyeceksek darbeci askerleri neden yargılıyoruz, khk ile karar çıksın asalım hemen. khk ile insanlar telafisi olmayacak muameleye maruz bırakılabiliyorsa gayet rahat idam kararı da alınabilir zira karşı çıkacak bir kurum yok, anayasa mahkemesi khk’ları ve ohal yasalarını denetleyemeyeceğini belirtti. halkın karşı çıkacağını da sanmıyorum. neden hemen asmıyoruz darbeci askerleri? veya askerleri cezasını vermeden önce yargılıyorsak işten çıkarılanları neden yargılamadan cezalandırıyoruz?
‘örgütün kripto üyeleri sebebiyle tedbir olarak yapılıyor bunlar, kimin örgüt üyesi olduğunu anlamak mümkün değil’ diyebilirsiniz. ama o zaman kimin örgüt üyesi olmadığını da anlayamıyoruz. tek bir masum insanın bile haksız yere eziyet görmesi sizin, benim, seyirci kalan herkesin, hele hele ‘devlet’ gibi tamamiyle bu dünyanın mamülü bir kurumu korumak adına bu yapılanları savunanların ahiretini yakmaz mı?
bu soruları size yöneltmek istedim, çünkü yorumunuzu okuyunca “yapılması gerekenin yapıldığı” kanaatinde olduğunuz hissine kapıldım. ben de yapılması gerekenin yapıldığına ikna olmak istiyorum, belki benim de vicdanımı rahatlatacak bir bakış açısı sunarsınız diye umuyorum. çünkü şu anki duruma bakınca vicdanım hiç rahat değil ve ben de yazıyı yazan arkadaş gibi “ben bu yapılanlardan beriyim” diye ilan etme ihtiyacı hissediyorum.
Bu yazı için teşekkür ediyorum..