REÇEL

Kız Kardeşlik Helvası

Bunca acıyı, yarayı sarmak, yeniden bir ‘kafiye tutturabilmek’ mümkün mü bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa; yarına olan tek umudumuz kadın dayanışması…

Konuk Yazar: Emine Uçak

“Helva her zaman yağ, şeker, irmik ile kavrulmuyor. Bazen helva acılar, umutlar, gözyaşları, dualar, dilekler ile kavruluyor. Bazen helva içimden bir şey yapmak gelmiyor diyen kadınların eline kaşığı alıp bırakamaması ile kavruluyor. Birbirine el veren kız kardeşler ile kavruluyor. Her şeye rağmen birbirimize sahibiz, bugünden önce birbirimizi tanımıyor olmamız veya bundan sonra belki de birbirimizi tekrar görmeyecek olma ihtimalimiz bunu değiştirmiyor.”

Kahramanmaraş depreminin kırkıncı gününde Defne’nin Aknehir köyündeki kadınlarla helva buluşmamızın ardından arkadaşımız Elif Avcı bu cümleleri kurmuştu. Bu benim kadınlarla birlikte gözyaşı, dua ve dileklerle kavurduğum ikinci helva… İlkini 2013 yılında Diyarbakır’daki Buluşan Kadınlar toplantısında yüzlerce kadınla birlikte yapmıştık. Tevafuk o zaman da “helalleşme” konuşuluyordu. Barışı örmeye çalışıyorduk; birbirimizle, kayıplarımızla helalleşmek için buluşmuştuk. Takuhi Tovmasyan’ın öncülüğünde bu topraklarda ölen ama gömülemeyen, ruhuna Fatiha okunamayan, canı için bir helva kavrulamayan canları andık, herkes kendi inancına, diline göre yaptı duasını, dileğini… O toplantıda yaptığım konuşmada kendimi çok yorgun hissettiğimi söylemiştim. Üstüne öyle bir on yıl daha geçirdik ki; yorgunluğumuzu anlatacak kelime yok… Buna 6 Şubat depreminde tanık olduğumuz acılar, çaresizlikler eklendi. Kilis üstünden Hatay’a giderken yeşillenen dağları, çiçeğe durmuş ağaçları, gelincikleri gördüğümüzde işte bu yorgunluğumuzu konuştuk. Son yıllarda baharı ‘yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe’ şarkısıyla karşıladığımızı ama bu yıl artık ne bahar ne bahçe kaldığını…

Hatay’a en son depremin 11. günü gitmiştim. O günden bugüne tek değişenin enkaz başında bekleyenlerin bitmesiydi. Şehir merkezindeki ana caddeler molozlardan temizlenmişti ancak ara sokaklar, yollardaki enkazlar öyle duruyordu. Terkedilmiş yıkıntılar arasında başka illerden görevli gelen güvenlik güçleri ve molozu kaldıran ekipler dışında kimseler yoktu…

Şehir merkezinden hızlıca Aknehir’e doğru yol aldık. Yörede farklı yas ritüelleri olduğunu biliyorduk. Bazen bir cami avlusunda, bazen bir kilise bahçesinde bazen de Hızır İlyas’ın buluşma mekânında ortaklaşır yas. Bazen bir portakal bahçesinde, bazen bir çardak altında kurulur sofra… Reyhan, buhur kokuları mum alevlerine, ilahiler dualara karışır, mezarlıklarda… Yıllar önce Antakya’nın yas ritüelleri üzerine bir araştırma yapma şansım da olmuştu. Aknehir’e o zaman da yolumuz düşmüştü. Bölgenin sevilen isimlerinden olan eğitimci Hikmet Subaşı bize mihmandarlık yapmıştı.

Depremin Hatay’ı vurduğunu duyduğumda ilk aradıklarımdan biri oydu. Köyde evler yıkılmamış ama hepsi hasarlı, bahçelere kurulan çadırlarda kalıyorlar… Şehir merkezinde yaşayan otuzun üstünde yakınlarını kaybetmişler… Bir tanesinin cenazesi biz gitmeden bir hafta önce bulanabilmişti. Hikmet Bey hem köyün hem de çevredeki köylerin ihtiyaçlarının karşılanması için bir koordinasyon grubu oluşturmuş, ilk günden itibaren var güçleriyle çalışıyorlar. İşte biz kız kardeşlik helvamızı Asi’nin kenarındaki Aknehir’de, köydekilerin desteğiyle kavurduk… Toplanma saatine doğru gelmeye başladı kadınlar, çocuklar… Onlar bize biz onlara ‘hoş geldin’ dedik… İlk günleri anlattılar, yaşadıkları çaresizlikleri, kayıpları… Bazen sustuk karşılıklı, gözyaşlarımızı kaçırdık birbirimizden… Bazen güldük, gülümsedik. Hepsi yasa dair, kız kardeşlik de… Asi yağmur sonrası bulanık suyuyla usulca akıyordu yanı başımızda… Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı’ndan romanından şu cümleleri hatırladım:

“Böyle bir yorgunlugu ancak benzer yolları yürümüş olan anlar. Senin yorgunluğun benim

yorgunluğum senin gördüklerini ancak benim gördüklerim siler. Gerisin geri birlikte yürürsek

eğer o yollar haritadan silinip gider. Bütün işaret taşlarını iptal edebilir. Bütün güzergahları

ihlal edebiliriz. Bütün o sesleri tatları kokuları yok edebiliriz. İnkar etme kalbin mucizesini

yeter ki el ver.  Bir tarafımız hep kırıklarla kalacak belki ama ihtimal bir kafiye tutturubiliriz. Bütün

yorgunluklarımızı yekdiğerinde dinlendirebilir birbirimize sığınabilir. İki ayrı ırmağın

delicesinde değil bir ırmağın derininde akabiliriz yeniden diyebiliriz.”

O gün Asi’nin kenarında yüreğimizdeki kırıklıklarla çok farklı hayatlardan kadınlar olarak bir aradaydık. Kısa bir süre de olsa birbirimizin gözüne oradan yüreğine bakabildik, dokunabildik… Arada örülmüş mesafelere rağmen ne kadar yakın olduğumuzu bir kez daha hatırladık. Aynı duyguyu köyün tek girilebilir durumdaki prefabrik evinde bize kahve ikram eden Reyhan Hanım’ı evinin penceresinden görünen dağa bakarken de hissettim… Tıpkı Diyarbakır’da on yıl önce olduğu gibi… Helva etkinliğiyle ilgili Twitter’daki paylaşımlardan birinde “kadınlar saracak bu ülkenin yaralarını” yazıyordu… Bunca acıyı, yarayı sarmak, yeniden bir ‘kafiye tutturabilmek’ mümkün mü bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa; yarına olan tek umudumuz kadın dayanışması…

Umarım bu buluşma ve sonraki tüm karşılaşmalar hepimiz için aynı acılardan tekrar geçmemizi engelleyecek yeni ve hakiki bir kafiye tutturabilme şansı verir.

Konuk Yazar

Yorum Ekle