Yazar: anonim
Her iyileşmenin bir bedeli var. En son bundan bahsediyordum anneme. Terapi sürecimden konuşuyorduk. “Oh ne güzel ben de gitsem de anlatıp anlatıp rahatlasam” dedi. Ben de “O tam öyle olmuyor, ödevlerin, derslerin oluyor, ona göre hareket etmeye çalışıyorsun ve bunun da bir bedeli oluyor.” Dedim. Hemen vazgeçti. Vazgeçmesin istedim. Vazgeçmesin diye belki de, ona tekrar kendimi açtım. Kendi “ödevimi” gösterdim. Artık hayatımda etrafımda kendime yakın olan herkese dürüst olacaktım. Birini sevdiğimden, aşık olduğumdan bahsettim ona. Aşık olduğumu, ama var olan kalıplarla sevmek istemediğimi söyledim. Evliliği düşünmediğimi, sırf bir imza için ilişkimi hiç tanımadığım ve bende emeği olmayan onlarca insana kanıtlamak durumunda olmak fikrinin bana uzak geldiğini, Allah’ın karşısında ve onun gözünün önünde olduğumu söyledim. Bana çok kabullenici yaklaştı. Çok şaşırdım! Beklemiyordum hiç ama demek ki konuştuklarımız işe yarıyordu. Hayatımda bu kadar mutlu olduğum çok az an vardır sanırım. Etrafımdaki bir sürü insanı aradım annemin yanından ayrıldıktan sonra, böyle hoplaya zıplaya eve gittim neredeyse.
Sonra, tam iki gün sonra, sabahın erken vakitlerinde annemden bir mesaj aldım: “O adam hayatında olduğu sürece ben, baban, kardeşin yokuz. Sana öğrettiğimiz ahlaklı hayatı yaşarsın inşallah. Oğlunun da bizim de yüzümüzü önümüze eğecek bir şey yapma.” Ahlak… Yokuz… Yüzünü öne eğmek… Oğlum… Cuma annemden ayrıldıktan sonra ilk şok ve mutluluk sarhoşluğu geçtiğinde içime bir hüzün çökmeye başlamıştı zaten. Ama konduramadım çünkü yaşadığım mutluluğun gerçek olmasını çok istedim. Ama işte asıl gerçek orada telefon ekranındaydı. Sessiz. Sadece Whatsapp ekranında kelimeler. Bir röportaj vardı o gün, nefes aldım, yola koyuldum. Düşünmemeye çalıştım. Ailemin bana sağladığı olanakları övdüm, onların hakkını verdim. Ama sonra o iş bittiğinde, dışarı çıktığımda tek hatırladığım en yakın arkadaşlarımdan birini arayıp “Annem yine beni bıraktı, beni terk etti!” diye bağıra bağıra ağlamam. Sonra sonra anladım ne demek istediğimi.
Hikaye çocukluğumda başlıyor, çocukluğumdan sonra üzerime çöken o ağır hüzünle. O hüznün kaynağını çok sonradan keşfettim: Babamın bende bıraktığı izler. Babamın kendi zihniyle inşa ettiği hapishanede ailecek, hep beraber yaşamışız meğer, ben ancak anlıyorum. Hapishane tam bir Panoptikon[1]. Kimse sizi doğrudan gözetlemiyor. Hiçbir hareketiniz doğrudan kısıtlanmıyor. Ama hep biliyorsunuz, o gözler üzerinizde. Tüm hayatım boyunca beni takip eden gözler, sesler, zaman içerisinde içime koskocaman bir melankoli, depresyon ve anksiyete olarak oturmuş meğer. Hata yapmaktan korkum kendi boyumu aşmış. Bu süreci kolaylaştıracak tek şey belki de şefkatken, işte annem tam da o noktada beni terk etmiş. İşte sonradan anladığım bu oldu. “Annem yine beni bıraktı, beni terk etti” derken bunu kastediyormuşum. O bir süreliğine dışarı çıksa da, hemen korkuyla Panoptikon’daki hücresine geri dönmüş. Kendisini izleyen gözlere dair korkusu elini kolunu bağlamış.
Halbuki bu Panoptikon sadece bizim zihnimizdeymiş. Oradan çıkış varmış. Keşke ben küçükken, gençken biri elimden tutsa ve “yanlış da yalnız da değilsin” deseymiş, ama işte dememiş, ben de o hapishanede kalakalmışım. Ama sonra, kadınların yıllardır kulağıma fısıldadığı, benim de büyütmeye çalıştığım bu ses, “yanlış da yalnız da değilsin” sesi gün gelip merhemim olacakmış, haberim yokmuş. Çünkü aslında yanlış da yalnız da değilmişim. Bir kişinin zihnindeki hapishanede mahpusmuşum ve dışarısının varlığından haberdar bile değilmişim.
Ama nasıl olduysa içimde bir yerde saklamayı becerdiğim küçük kız sonunda bana sesini duyurmayı başardı. Bu hapishanenin illüzyonunu anlattı. Anlatma yolu da aşk oldu, kalp çarpıntısı. Geçen oğlum diyordu, “Anne insanın kalbinin çarpması çok güzel bir şey değil mi, senin de kalbin çarpıyor” diye. O da biliyor güzelliğin adını koymanın, çok şükür. Evet işte, o kalp çarpıntısı beni o kara delikten kurtardı. Hep varmış gibi yaptığım tüm gücün gerçek bir halini yanıma verdi. Gözümde yaşlarla yola koyulmama vesile oldu.
Annemin sabah gelen mesajının ardından, daha tam o mesajın şokunu atlatamamışken akşamüstü babamdan bir mesaj aldım. “Eğer duyduklarım doğruysa o evi boşaltacaksın”. Senelerce ne maddi ve şimdi de manevi olarak hiçbir şey borçlu olmadığımı artık anladığım ebeveynlerimin bana bahşettiği, üzerimde de zaten eğreti duran çocukluk evimi de terk etmem gerektiğini bu şekilde öğrendim. Mesajla. Bir Whatsapp ekranında. Kelimelerle. Sessiz.
Bir sonraki gün sanki tüm hayatım boyunca bunu bekliyormuşçasına “kurtuluş operasyonumu” başlattım. Hemen bir ev buldum. Allah yine yardım etti, bunca zorluk içerisinde içime sinen bir ev buldum. Pahalıydı, madden zorlanacaktım, ama varsın bunun için zorlanayımdı. Birkaç gün sonra çocukluğumda aldığım için babamın üstüne kayıtlı olan telefon hattıma alternatif bir hat aldım. Telefon değiştirme sürecimi başlattım. Ve 29 Ekim 2021 Cuma günü, babamın mesajından tam 4 gün sonra evi boşaltıp onları bana hatırlatan tüm eşyalarımı da evin içerisinde bırakarak oradan ayrıldım. Bugün, yağan kar vesilesiyle, o evin penceresinden gördüğüm manzarayı hala özlediğimi fark ettim. Ama o evde yaşadığım mutsuzlukları hiç özlemiyorum. Ergenliğimin çaresizliği, anneliğimin beceremediğim kısmı, evliliğimin sona erişi… Hepsi o evde olmuştu ve hepsine veda etmenin vakti gelmişti demek ki.
O günden beri annem ve babamdan haber almadım. Yeğenimi bir kez, o da dışarıda denk gelince görebildim. Oğlumu da görmek istemediler. İçimde derinden derine bir öfke olsa da artık kabullendiğim bir aşamaya doğru geçiyorum sanırım. Sevmek, kendi annelik sürecimden de bildiğim haliyle insana “ilham” olmuyor. Emek emek dokunuyor. Emek verdikçe büyüyor, yeşeriyor, güzelleşiyor. “Zorunluluktan”, “görev bilinciyle” olmuyor. Şefkat herkesin içinde kendiliğinden büyümüyor. Yoksa dünya üzerinde bunca acı, bunca zulüm olmazdı. Zulme karşı çıkmayı bana öğrettiğini söyleyen annem ve babam bana bu macera vesilesiyle zulme karşı çıkmanın şefkatle olan zorunlu bağını da öğretmiş oldu. Biraz acılı oldu ama artık daha iyi bir insan olmak için elimde daha çok şey var. Şefkatle sarıp sarmalamak istiyorum etrafımdaki onca mazlumu. Özellikle de benim gibi birden “kapının önüne konan” kadınları. Ama benim örneğimde bir nüans var. Ben kendimi kapının önüne kendim koydurdum. Artık bu hapishaneden kurtulmam gerektiğini biliyormuşum içten içe. Artık bu yalanı yaşayamayacak kadar dürüstmüşüm. Dersimi almışım. Ödevimi iyi yapmışım, her zamanki gibi. Şimdi sırada yeni ödevlerimi yapmak ve mümkünse de bolca “hata” yapmak var. Tüm kadınlara, “hatalarından” sarılıyorum. Yanlış da yalnız da değiliz!
[1] Wikipedia alıntısı da olsa yapayım: “Panoptikon’un temelinde yatan ilke, tek odalı hücrenin içindeki sakine saklanacak hiçbir yer bırakmaması, buna karşılık dış cephedeki duvarın penceresinden gelen dış ışığın kuledeki nöbetçilere mahpusun her hareketinin bir silüetini izleme olanağını sağlamasıydı. Bentham’ın yaklaşımına göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahpusun, aklını başına toplayarak her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka seçeneği yoktu. Böylece mahkûm bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalacaktı.”
Rümeysa seni seviyoruz !! Yaralarınla ve hatalarınla
O güzel dünyandan düşüncelerin özgürlüğün öpüyor ve kocaman sarılıyorum Rümeysa. Okurken ruhun oksandi daha dün bu gün az önce ağladığım kendimiz olmanın acısını yükünü deli gibi kendi kendime anlatıyordum. Bütün kalbimle sarılıyorum hayatlarımız en güzel yanlarimiz.
Sevgili Rümeysa, okurken kendimi sana çok yakın hissettim. Annene anlatırken yanındaydım, mutluluğuna ortak oldum. Mesajları okurken ağladığına şahit oldum. Hatta evi boşaltırken yardım ettim, eşyalarını topladım. Ve şimdi yeni evinin penceresinden bakarken o manzaraya da nasıl alışacağını ve seveceğini hissedebiliyorum. Umarım hayatına açtığın yeni sayfada hep mutluluklarına şahit olalım. Yalnız da değilsin kardeşim, yanlış da.
Canim Rumeysa, seni çok seviyorum.
O naif yureginden öperim.
Canım kızım,yaşadıkların İçin çok üzgünüm ama biz sizlere ayakta kalmayı,sevgiyi saygıyı,bağımsızlığı gerek ekonomik gerekse pisikolojik bağımsızlığı öğrettiğimizi sende görüyoruz.Yanlış yapılır,telafi edilir.Kalp kırılmasın onun tamiri çok zor.Seni çok seviyor ve kararlarına saygı duyuyorum.Sevgiler.
Hocam, yorumunuzu burada görmek beni o kadar mutlu etti ki! Bu sözlerinizi duymak ayrıca iyi geldi, çok sağolun!
Güçlü kadın… Yüreğinin genişliği için kolaylık diliyorum
Kendi hayatımı okudum sanki. Aynı sebeplerle, sırf kendi hayatımı nasıl yaşayacağıma kendim karar vermek istediğim için “annem beni terk etti” yine yeniden. Ve aradan 5 koca yıl geçti. İnsan iyileşiyor yavaş yavaş. Kucaklıyorum sizi kocaman. Sevgiler.
Seni çocuk yüreğinden öpüyorum ,aile olmak ne demek hepimiz zaman icerisinde öğrendik ve bu kan bağı değil hele de bir kız çocuğun var ise hayati tanimasina yardımcı olmak tüm sefkatinle akraba duvarlarina siper olmak demekmiş. Sevgiler ..
Canım Rümeysa, yolun açık, keyifli olsun.. Çok güzel insanlarla kuşanasın. Hafif bir tüy gibi aksın adımların… Çok öpüyor, sımsıkı sarılıyorum
Hepimizin ailemizden bir yarası var ve anlatması hiç kolay şeyler değil bunlar. Terapi sürecinden haberdar olmayan insanlara kendi terapinden bahsetmek, daha doğrusu gerçek anlamda anlaşılmak da kolay olmuyor. Anlattığın için teşekkürler sevgili Rumeysa, tüm kırılganlığınla birlikte bu kadar cesur olabilmen gerçekten takdire şayan. Maşallah. Şahsen yaralarımdan yeni bir öykü inşa etmekte, en çok da kendimi kabul etmekte çok zorlandığımdan özellikle takdir ediyorum sizi. İnşallah anne babanız yaptıkları hataları en kısa zamanda fark eder, sizi “görür” ve koparıp attıkları ilişkinizi onarma çabasına girer. Dilerim bu yaraların iyileşmesi için gereken emek yalnızca sizin omuzlarınıza kalmaz ve onlar da sorumluluklarını alır, şefkatlerini oğlunuzdan da sizden de eksik etmezler.
Zihnimde oluşan iki soru oldu. Mahreminize değebilecek sorular, dilerim maksadını aşmaz. İlki, hayatla bağımızı kurma şeklimizde ebeveynlerimizin etkisi nasıl oluyorsa Allah’la bağımızı kurarken de bir şekilde etkileri oluyor. Sizinle ilişkilerini kesmelerinde de esas sebep inançları olmasa da görünen sebep o olmuş. Dolayısıyla, tüm bunların sizin inanç dünyanızda bir etkisi oldu mu? İkincisi de, evliliğin illa “başkaları için atılmış bir imza”ya indirgenmesi fikrini kendime yakın bulmuyorum fakat ne hissettiğinizi anlıyorum. Benim de zaman zaman düşündüğüm fakat cevabını bulamadığım bir soru olduğu için ne düşündüğünüzü merak ettim: Romantik bir kadın erkek ilişkisi, hem evlilik amacı içermeden hem Allah katında helal bir şekilde nasıl yürütülebiliyor? Bir kafede karşılıklı çay içip sonra evlere dağılmaktan başka bir şey gelmiyor aklıma. Açıkçası yazarken çok çekiniyorum, size bir şekilde yargılanmış ya da benzer bir duyguyu hissettirme fikri korkutuyor, sadece kendi iç dünyamda bunu düşünürken tıkandığım için soruyorum.
Allah gönül ferahlığı versin. Sevgiler<3
Est. açıklıkla sorduğunuz için de çok teşekkürler. İnanç konusunda kesinlikle çok daha iyi geldi. İnancım da ayrıca kurtulmuş gibi hissediyorum :) Daha özgür inanmak da en güzel şeylerden sanırım.
İlişki konusunda da evlilik benim için imza değil. Karşılıklı rızanın kendisi Allah’ın kabul ettiği bir nikahtır diyen çokça alim var. Bu konuda şu video beni çok tatmin etmişti: https://www.instagram.com/p/CO9KlzYjlee/
Sevgiler!
Peki hadisi serifte geçen insanlara duyurmak gerekir nikahın şartlarındandır bunu ne yapacaksınız. İleride çocuğunuz olduğunda resmi islemlerinde ne olacak topluma bakan yönünü dusundunuz mu hic ? Bazı konular kisisel gibi görünse de toplumu etkileyen çok önemli yönü vardır evlilik de böyledir. Hem inandığımız değerler, İslam bunu önemsiyor. Hem devlet de kamu düzeni toplum sağlığı için bunun resmiyete dökülmesini şart koşmuş. Ayrıca kendi özel yaşamına dair tercihlerini niçin yayar ve paylaşır insan onu da anlayamıyorum. İnancım benim saygı duyacağım değerleri belirler o sebeple saygı duyamadım bu yaklaşımınıza.
cok ozur dilerim, belki haddim degil. ama yine de sormak istedim. onlarin gozuyle bakmayi denediniz mi?
İyi insan olmak bu kadar kişisel ve göreceli bir tanımsa nasıl iyi bir toplum inşa edebiliriz ki? İyi bir toplum ve düzen içinde yaşamadan ne kadar iyi olabilir ne kadar özgür olabiliriz ki? Nikahı karşılıklı rıza olarak anlarsak toplumsallık bunun bir parçası olmazsa dini, Allah’ı nereye koyabiliriz? Yalnızca niyetlere kalplere ve vicdanlara mı?
Müslüman evli erkeklerin çoğu eşlerini aldatıyor, siz bu ahlakı evlilikte nerde nasıl buldunuz ki iyi toplunun merkezine koydunuz yahu
“Takva kavramı ile ifade edilen ” kendini inceleme (nefs muhasebesi) hiçbir zaman kendini herşeyden masum görme anlamına gelmez.
Tam aksine; takvanın anlamının ayrılmaz unsuru şudur: Bir insan, davranışlarını düzenlemek için kendini mümkün olduğu kadar nesnel şekilde nefis muhasebesine çekse de, hiçbir zaman doğruyu seçtiği hususunda garanti yoktur.
Eğer nefis muhasebesi tek başına yeterli olsaydı ” hümanizm ” mükemmelen işler ve böylece aşkın olana gerek kalmazdı.
Fakat insanların vicdanlarının ne kadar sübjektif olabileceğini biliyoruz.
İşte takva, bizzat bu aşkınlığa işaret eder.
Zira onun ima ettiği şey, her ne kadar seçim bizim çaba bizimse de; bizim yapıp etmelerimiz hakkındaki nihai ve gerçekten nesnel değerlendirme bizim değil “Allah’ın yetkisindedir “.
Kurana göre insanın en büyük düşmanı, yani en büyük Şeytan,onun kendi kendini kandırması yada kendi nefsini aldatmasıdır.
Heva, insanda derinden kökleşmiş ve teşhisi zor arzulardır.
Ümniye, insanın emniyet içinde olduğu vehmi ve kuruntusu terimleri Kuranda sıkça geçer….
İnsana düşen en büyük vazife, kendi iç halini dışa vurması veya nesnelleştirmesidir.”
Fazlur Rahman
Yazıyı okurken,Fazlurrahmanın takva tarifinde son cümlelerinde bahsi geçen çabanın bir sonucu gibi hissettim. Buram buram takva dolu bir ruh tarafından kaleme alınmış belliki…
Belki de takva sadece bir gözün seni izlediğinin bilincinde olmaktı. Tevhid de burada adı geçen “sadece bir”di.
Belki de Allah’ı sil baştan anlamanın zamanı gelmişti.
Allah’ın maksadının, insanlarını panoptikonlardan kurtarıp sadece kendi bakışları altında -Rahman ve Rahim gibi bir çift gözle mesela- yaşamalarını istediğini düşünüyorum.
…insanın en büyük düşmanı,onun kendi kendini kandırması yada kendi nefsini aldatmasıdır. Heva, insanda derinden kökleşmiş ve teşhisi zor arzulardır. Ümniye, insanın emniyet içinde olduğu vehmi ve kuruntusu terimleri Kuranda sıkça geçer….
İnsana düşen en büyük vazife, kendi iç halini dışa vurması veya nesnelleştirmesidir.” sözlerini çok önemsiyorum Fazlurrahmanın. Yazıda geçen anne baba tavrının temelinde de bu nesnelleştirme çabası var. Tıpkı bu yazının yazılmasındaki temel gaye gibi.Bu yüzden yadırgamamalı kimseyi, anlamaya çalışmalı.
Sevgili Rümeysa
Ne kadar duygulandım. Cesur olmayı öğretiyorsun bana.
Sevgili Rumeysa,
Hiç bir zaman yüz yüze gelmediğin kız kardeşin olarak cesaretini, azmini ve yaşama sevincini takdir ediyorum. Yanlış da değilsin, yalnız da değilsin.
Fakat yanlış olsan da yalnız değilsin, hiç birimiz olmamalıyız. Bir birimizin yaralarını öpmeli ve sarmalıyız. Çünkü maalesef konu kendimizden olana şefkat göstermeye geldiğinde sınıfta kalıyoruz.
Hikayelerimiz başka başka ama anlattıklarınız o kadar tanıdık ki, kendimden, annemden, kız kardeşlerimden, başka annelerden olan kız kardeşlerimden… Şefkat gösterme konusunda o kadar cimriyiz ki, kuşaklar süren ve kırılamayan bir kısır döngüde heba oluyoruz.
Benim annem babasız büyümüş; takdir edilmemiş, değerli olduğu hissettirilmemiş, şefkat görmemiş. Hoş belki babası olsa da durum değişmezdi. Kendisi anne olunca da elinden geleni yapmış ama bize verdiği değer de en fazla kendi özümsediği değersizliğinin sınırları içinde olabildi. Her zaman başarı odaklı, her zaman başkalarının gözünde nasıl göründüğü ile ilgili, ve tıpkı sizinki gibi her zaman pamuk ipliğine bağlı.
Büyüdükçe anlıyorum ki, anne kız gel gitlerimiz içinde beni en çok sinirlendiren, yaralayan şey onun kendine değer vermemesi, kendi kıymetini bilmemesi ve tam olarak bu yüzden beni de değersizleştirmesi.
Yaşadıklarınız çok zor, çok yaralayıcı ama bu kısır döngüyü kırmanız çok değerli. Umarım oğlunuzla kurduğunuz şefkat bağı bizim kuşağımızınkinden daha sahici ve kabullenici olur.
Yanlış değilsiniz, aykırı da değilsiniz. Kendimiz olmayı, kendimizi olduğumuz gibi kabul edip sevmeyi, öz şefkat göstermeyi düşe kalka öğreniyoruz. Umarım sizin anneniz de benim annem de kendilerini sevmeyi, kendi değerlerini bilmeyi ve her şeyden önce kendilerine karşı şefkatli olmayı bir gün öğrenebilirler.
Başınızı hiç bir zaman öne eğilmesin, yanlış değilsiniz. İlham verici ve ışıl ışılsınız.
Kucak dolusu sevgiler,
Rümeysacığım,
Seni uzaktan takip ediyorum (çok eskiden de tanışmışlığımız var hatta) bu yazıdan da bir arkadaş sayesinde haberim oldu. Benzer durumlar yaşadığımı düşünüp teselli bulayım diye atmış.
Ayar çekenlerin eksik olmadığı, doğrudan yüzleşmelerden hep kaçınılan ve müthiş iki yüzlü bir kültür ve ortamın insanlarıyız.
Hepimize geçmiş olsun. Seni de tebrik ediyorum.
Ankara’ya yolun düşerse beklerim. nüktewit twitter hesabım. Bana oradan ulaşabilirsin:
https://twitter.com/NukteWit?s=08
Ne güzel anlattın Rümeysa. Kalıplarımızla yaşıyoruz. Kalıpları farkedebilme çabasındayım. Hayatı, insanı daha iyi anlamak için bitmeyecek öğrenciliğimi merakımla destekliyorum. İnstagramda rastladığım başörtülü, gitarlı kadını tanımak isteğim sanırım kalıplarımı aşma çabamdan.
En büyük ihtiyacımız kendimiz olarak tanınmak ve kabul edilmek.
Çabanı gönülden kutluyorum.
Icim acidi okurken. Yalnizliginizi kemiklerime kadar hissettim. Kimseye muhtac olmadan, oglunuz ve sevdiceginizle, kendi sectiginiz ailenizle, sonsuza kadar huzurlu yasamanizi dilerim.
Dini acidan size ve ailenize cok ters goruslere sahibim. Ama sizi goruyorum… acinizi hissediyorum… su uc gunluk dunyada kalp kirmanin gereksizligine, insanlarin kendi mutluluklarini kendilerinin yaratabilecegine inaniyorum. Umarim aileniz ozleminize dayanamaz ve geri donerler. Siz kendinize iyi bakin bu surecte… sevgilerimle…
Öyle bir zamanda gördüm ki bunun için ne kadar minnet etsem azdır.
Rümeysacigim, ben de sana hatalarindan, sevecen cesur yüreğinden sariliyorum sımsıkı ve gurur duyarak. Yolun hep acik olsun, cesaretin ve umudun hic eksilmesin.
Hocam yorumunuzu yeni gördüm ve çok ama çok sevindim. Çok teşekkür ederim desteğiniz için <3
Bunları kelimelere döktüğün ve paylaştığın için çok teşekkürler Rümeysa.
Su sorunun cevabini cok merek ettim. Butun bu hengameyi ve kuslukleri yasamak yerine asik oldugunuz kisi ile israrla kucuk bir imza atip evlenmek yerine neden diger yolu tercih eduyorsunuz? Allah katinda kaesilikli rizanin kendisi nikahtir diye dusunen birinin nikahi yine de onemsedigini algikiyorum ve israrla neden yapilmadigini anlamlandiramiyorum.
18 yaşında aynı hapishaneye mahkum bir kadın olarak sizi okudukça güçleniyorum. Var olun.
Klâsik kaynakları okurken قيل geçen yerlerde mecazen “kıl kadar değeri olan bilgi” denir. Senedi yoktur, dayanağı yoktur. “Alimler şöyle demişler” ama hangi alim demiş muamma. Alimlerin alana vukuffiyetleri muamma. Ve zamanla o “denilir ki”lerle inancımızı o kadar sarıyoruz ki aslında denmiyor, biz diyoruz. Kendi söylediklerimizi, düşündüklerimizi İslam’a söyletiyoruz ve asla buna hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Modern Kur’anî çevrenin geleneksel İslam’a yönelttiği en büyük tenkitlerden olan anlam tahrifi çukuruna kendilerinin düşmelerini de anlayamıyorum. Yorumlar, daha önce yazmış olduğunuz yazılar ve röportajlara binaen yazdım bu yorumu. Maksadım sizi incitmek değil. Allah ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın, Allah’a emanet olun.
Sevgili Rumeysa,
Terapi sürecinin sonlarına yaklaşmış bir kızkardeş olarak yazıyorum. Çok kabaca ifade edecek olursam, süreç içinde ana babaya öfke duyulması ve ilişkinin tersyüz edilmesi normal, hatta beklenen bir şey. Ancak sonraları, tüm ilişkiler yeniden (daha sağlıklı ve normal şekilde) kurulduğu gibi onlarla da aramız düzeliyor, şayet ciddi anlamda sömürmüyorlarsa bizi. Aramızın “düzelmesi” onlarla orta yol bulmak, taviz vermek vs. yoluyla olmuyor. Senin yeni sınırlarına onların adapte olmaları ve bu şekilde sana yaklaşmaları ile oluyor kısaca.
Diyeceğim o ki, biraz daha zaman verildiğinde muhtemelen ailenle tekrar bağ kuracaksınız. Torunlarını da seni de muhakkak görmek isteyeceklerdir. Fakat buraya bu yazıyı yazmış olman, kendince her ne kadar iyi niyetle ve başkalarına yardım için olsa da, bu ihtimali ciddi şekilde baltalıyor. Bu noktada seninle empati yaptığım kadar, dışardan bakan biri olarak, onlarla da empati kuruyorum. Belki sen de kırgın olmana rağmen bunu deneyebilirsin ailen için.
Sen belli entelektüel düşünce süreçlerinden geçmiş birisi olarak kendince İslami anlamda sakıncası olmayan bir karar aldığını düşünüyor olabilirsin. Fakat senin geçtiğin süreçlerden asla geçmemiş, muhtemelen ortalama bir muhafazakar TC ailesi olan ailen için, “aşık olduğum adamla evlenmeyeceğiz ve bu aşkı yaşayacağız” demen, kızlarının artık nikahsız bir hayatı normal bulacak ve göğsünü gere gere yaşamak isteyecek kadar “değiştiği” anlamına gelebilir ancak onlar için. Bunu anlamalarını beklemek, hele de kısa vadede, bana cidden gerçekdışı bir beklenti gibi geliyor. Üzgünüm…
Ayrıca bir anne olarak, ilerde bir gün Kerem ile büyük bir mesele yaşadığını ve onun az çok ün sahibi olduğu internet aleminde seninle ilgili böyle bir yazı yazdığını, ona yazdığın özel mesajları ifşa ettiğini düşündüğünde belki bu yazıyı burada tutmak konusunda fikrin değişir.
Birilerine faydası olur diye paylaştığını not düşmüşsün. Ancak terazinin bir kefesinde birilerine faydalı olması ihtimali varken, diğer kefesinde biricik ana babanla ilişkinin tamir olma ihtimalinin zedelenmesi ve özel hayatına dair çok mahrem detayları yabancı insanların bilmesi ve dedikodusunu yapması var (dedikodunun yapılması senin için önemli olmayabilir ama ailenin bunu asla istemeyeceğini düşünüyorum).
Velhasıl kızkardeş olarak sana, terapi yolculuğunun sonlarından seslenmek istedim: daha çok şeyler olacak. Burada bittiğini düşünüp, bunun mutlak bir hal olduğunu varsayıp da böyle bir yazıyla geri döndürülemez hale getirme olanları be Rumeysacım… Sevgiler…
Elbette ki bu seçeneği düşünmüşsünüzdür ama neden şu yoldan gitmemeye karar verdiğinizi çok merak ettim: devlet nikahı yerine imam nikahı kıymak? Hiçbir gereksiz bağlayıcılığı olmayacak ve istediğiniz an çözülebilecek? Birbirinize rıza vermenin yeteceğini düşünüyorsunuz ya, o rızayı verirken yanınızda üç arkadaş daha olacak sadece. Yüksek ihtimalle bu seçenek ailenizle yaşanacak bu felaketin de önüne geçecekti. Hakikaten merak ediyorum dini nikahtan neden kaçındığınızı, farkında olmadığım toplumsal bi sakıncası mı var :/ Cevap için teşekkürler şimdiden.
Bilakis. Nikah belli durumlarda tarafların mağdur olmaması için konulmuş bir kurallar bütünüdür. Bu taraflardan büyük kısım kadınlar elbette. İmam nikahı dediğiniz şey yine özellikle erkek tarafının ben nikahı bozuyorum demesi ile hiç bir bağlayıcılığı olmayan çok tehlikeli bir durum bence. Ve nikahın asıl amacı olan koruma, neslin korunması,mehrin ödenmesi ve ilişkiden olan çocuğun haklarının korunması gibi amaçlara asla hizmet etmediği için gerçek bir nikah bile değildir.
Bazen keşke benimki de bir mesajla terk etseydi de, bütün bu içime batanları duymasaydım diyorum..ne tuhaf
Samimi olarak sormak istiyorum; bu gidiş nereye?
Her insanın yanlış, hata ve günahlarını sevmesi, kabullenmesiyle nasıl bir toplum ortaya çıkar ilerde?
sanıyorum her şeye rağmen kendinizi İslam’a atfediyorsunuz, o yüzden Müslümanca soruyorum, birbirimizin günahlarina alkış tutmakla karşımızdakine iyilik mı ediyoruz gerçekten? O zaman neden iyiliği emredip kötülükten, yanlıştan men etmek var? Kimler için bu düstur?
Yanlış yapan kişiye, yargılandığını hissetmesin, kendini yalnız hissetmesin diye “düşüncelerin, yaptıklarin doğru değil” denilmezse iyiliğin, güzelliğin yeşerdiği bir toplum nasıl ortaya çıkacak? Nasıl bir ortak yaşam alanı oluşturacağız?
Herkes kendi içinden geldiği gibi yaşasa, doğrularını , yanlışlarını kendisi belirlese, toplumsal normlar olmasa, insanı hatalarıyla sevaplariyla kendisi yapan bilinçaltinin yönettiği hisler böylesine rahat konusulursa uygunsuz davranislar daha rahat ortaya çıkmaz mı? Dahası bunlari rahatlıkla konusmak bir yana, destek beklemek niye?
En bayağı kusur ve günahlarını ifade etmesi cesur bir davranış bulunup destekleniyor ve rahatlıkla konuşulabiliyor da “yok arkadaşim. Hislerinin önüne gecemiyor olabilirsin. Ama bunları dile dökmen, dahası destek beklemen doğru değil demek, neden “yargılamak”, “ötekilestirmek”, “ayıplamak” oluyor?
Sizler kendi düşünce ve tavırlarınizi kabul etmeyenlere onları mahkum ettiğiniz aynı etiketlerle yaklaşıyor olabilir misiniz?
İnsan olarak davranışlarimizin, söylemlerimizin bizi getirdiği noktada bunlarin hesabını vermeyi göze alabilecek miyiz? Yoksa deve kuşu misali kafayı toprağa gömüp sizi alkışlayanlarla yürüyünce o davranışın hesabı ortadan kalkmış mı olacak..
Nasıl bir toplumda yaşayacağız ya? O hapishane olarak gördüğünüz normlar bir gün size de lazım olmayacak mı? Her insanın kendi “panoptikonu” yok mu? Kendi aşağılık arzulari, heva ve hevesleri, karanlık tarafları yok mu? Biz insan olarak, “karanlık” tarafımızla, nefsi, sehevi duygularimizla nasıl hesaplasacagiZ? Herkesin ortak yaşadığı bir dünyada bu nefsi duygular dizginlenmez, aksine alkışlanırsa nasıl bir düzen çıkar ortaya??
Allah pişman olup Tevbe etme erdemini insana sunmuşken, ben nasıl günahlarima, yanlışlarima sarılıp onları sevebilir dahası insanlara sunabilirim? Suçluluk hissetmek, pişman olmak, tövbe etmek neden arızi oluyor da insanın kendisini gunahlariyla sevaplariyla kucaklamasi alkislanabiliyor?
İnsanın kendini sevmesi, kabul etmesi, kucaklamasi, geçmişiyle barışabilmesi için hatalarına günahlarına sahip çıkıp “yalniz da değilim yanlış da değilim!” Demek yerine, “hata yapıyor olabilirim. Allah affetsin” deyip pişman olmak, Allah’tan bağışlanma dilemek neden bu kadar ağır geliyor nefislerinize?
Bağışlanma yüceliğinden kendi egolarinizi beri tutuyorsaniz bunlar laf salatası tabii..
Biz insanız. Hata yapmak günah islemekle maluluz. Aklı olan en basit insan Kendini bundan beri tutmaz.
Sorun bu değil zaten.
İnsanın egosunu bir kenara koyup “ben bir yanlıştayim nefsime yenik düştüm” deyip hatasını kabullenmesi. Pişman olması. Af dilemesi… Bunlari yapınca kendisini hatalarıyla sevaplariyla kabul edip, karanlık taraflarıyla yuzlesmis olmuyor mu? İyiyi kötüyu, doğruyu yanlışı nasıl öğreneceğiz??
Evet, bütün zindanlara savaş açmışsiniz, Toplum, aile, gelenek, tarih… ama en gizli ve en zor olanı görmemek için kafanızı toprağa gömmekten öte gecemiyorsunuz kanımca.
Günahlarınızı , hatalarınızı alkislamayip, “yanlış yapıyorsun” diyenler sizi “yargılayanlar” olacağından(!) kendini Allah için hesaba çekmek gerektiği, hevalarinizin, nefislerinizin kulları olmaya doğru gittiginiz, bir hesap gününun olduğu hatırlatildiginda, sahsinizi değil, ortaya koyduğunuz düşünce ve davranışlari kabul etmeyen herkese kulaklarınizi tıkayıp sizi alkışlayanlarin sesini duymaya devam edeceksiniz.
Olsun. Sizden başka düşünenlerin sözleri de burada dursun.
Şunu da söyleyeyim, simdiye kadar yanınızda olan, sizin siz olmanızda cokca katkısı bulunan anne-babanizi bir kere yanınızda olmadığı için mahkum etmek ne kadar kolay. Oğlunuzu korumak için bu tavrı sergilemis olabilirler mi? Biraz da onların anlaşılmaya ihtiyaci var sanırım.
Mütemadiyen anne-babanin, yani ailenin cocukluktaki muamelesi yüzünden insanın kendi davranışlarının sorumluluğuyla yüzleşmekten kaçınması da ayrı bir konu…
Allah hepimizi kendi kusur ve zaaflarımizi, acziyetimizi, insan yanımızı yani, görüp kendisinden af dileme yüceliğine eristirsin.
Aksi taktirde nefsini ilah edinenlerden olmak işten bile değil.
Merhaba bir şey sormak istiyorum . Peki sizce zinanın tanımı nedir ? Nikah sadece kişilerin kendi aralarında sözel ifadesiyse zina ne demektir? Biz nikah akdini ne insanlar ne başkası için yapmıyoruz ki . Allah rızası için Allah’ın sınırlarını aşmamak için yapıyoruz . İnsanlara duyurmak da bize emrediliyor . Allah-u Teala kitabında apaçık ayetlerinde bize evlilik, boşanma, zina cezası , miras hukuku tek tek anlatmış . Peygamberimizin sünneti de ortada zaten nikah akdi şaibeli bir konu değil . Burada Allah’a karşı gelmekten sakınmalı ve yaşadığımız gibi inanmak yerine inandığımız hakikat üzere yaşamalıyız diye düşünüyorum . Hele hele günahı sevmek ve onu savunmak şeytanın apaçık bir tuzağı. Eksik yahut yanlış yapabiliriz ama Rabbimizden bağışlanma dileyip yine O’na sığınacağız . Günahını savunmak şeytanın, tövbe etmek ise Hz Adem’in yolu. Rabbim hepimizi doğru yoluna iletsin ve bizleri Affetsin .
Korkunç bir yazı. Post-modern benlik yüceltmesi. Nefsini ilah edineni gördün mü, ayeti kulaklarımda çınladı. Anne-baba tapıcılığına hiç gerek yok, ama size bir nikah bile kıymayan bir adamdan daha çok sizi düşündükleri kesin. Bazı şeyler bu kadar basittir. Bir terapide bu ilişki bitince alırsınız ne olacak. Evlilik başkalarının onayı için yapılmaz. Allah katında karşılıklı Rıza yeterli dediğiniz için o kısmı da geçiyorum, çiftlerin kalbi onaylarını ve bağlarını gösterir. Ve dallandırıp budaklandırmaya gerek yok, ihtiyaçlarınız için girdiğiniz bir yol var karşılıklı. Dahası değil. Cinsel ihtiyaçlarım için kimseye hesap vermeyeceğim aile dahil diye yazsanız daha samimi bir yazı olurdu.
Rumeysa merhaba, bu yazıyı hayretle okuduğumu belirtmek isterim. İnsanın “kendimi tanıyorum, kimseye muhtaç değilim” hisleriyle bir yola çıkması elbette güzel şey. Gelgelelim dikkatimi başka bir şey çekti. Bir hikaye anlatırken, kurguyu da buna göre oluşturuyoruz. Seni tanıyan insanların, aile gibi bir oluşumun desteğini almanın, hayatının diğer aşamalarında çoğunlukla mümkün olduğunu ve bunun da seni memnun kıldığını sanmıştım, önceki yazılarından birinde şunu yazdığında: “Annem babam hariç kimseye açıklama zorunda hissetmedim kendimi. Onlar da Allah razı olsun tüm hayat hikayemdeki gibi köstek olmamayı, yolumu açmayı tercih ettiler. Başka kimseye de açıklama borcum yok gibi hissediyorum. Bu noktaya gelmek çok uzun zaman aldı).” Bu yazında ise ailenin neredeyse her zaman seni yalnız bıraktığından bahsetmiş ve asıl kırgınlığının sürekli bu olduğunu söylemeye çalışıyormuşsun gibi geldi. Sen süreç içinde buna kani olduysan, bilemem. Ama seni yetiştiren insanların senin kötülüğünü, kötü hissetmeni, dışlanmanı özellikle isteyeceklerini hiç mi hiç sanmıyorum. Bazen kulak vermek iyidir. Olayların iç yüzünü yahut kastettiğin başka şeyleri bilemiyorum. Ancak insan hafızası içinde bulunduğu duruma göre hatıralarını yeniden işliyor zihninde. Böyle de bilimsel bir gerçek var. Yani şimdiki hislerin ve düşüncelerin, sana seçmece anılar sunuyor ve buna göre zihin yapını ve kararlarını şekillendiriyor ve daha da keskinleştiriyor olabilir. Belki ilerde de hatırlayışın yeniden şekillenir ve başka bir şekle dönüşür. O zaman niye bunları yazdım diye üzülmezsin umarım. Her neyse. Mutmain olman dileğimle.
Bu yönünü bilmiyordum. Bir yerde kendimi buldum. Fark etmediğimiz hapishane kısmı. Bu tamda artık hiç bir şey yolunda gitmiyor dediğimiz anda oluyor. Sizi yargıladıklarında karşılaştığınız o yıkım anından doğrulurken fark ediyorsunuz ki şimdi herşey aslında yoluna giriyor