REÇEL

Kapıyı Çalmak

Vandallığın gerekçesi eskilerin ocak dediği çinili koruyucunun mihrap zannedilmesi ve oraya yerleştirilen heykelin İslami bulunmaması.

Konuk Yazar: Nur

Görseller: Elmgreen & Dragset

 

22 Ekim Pazar. Gece. Selva mesaj attı:

“Abdülmecid Köşkü’ndeki sergi hakkında yazmak ister misin?”

“Üzerine yazmak istediğim bir sergi değil.” dedim.

Bir kere enstalasyonu beğenmemiştim. Sözgelimi Ron Mueck’in “Hırka Altında Adam” adlı eserini, köşkün en aydınlık ve en geniş odasının orta yerine koymasını beklerdim küratörden. Heykelin iki büklüm formu, çırılçıplak bir mahremiyet ihtiyacı ve hırkanın altına saklanma arzusu beni dehşete düşürdü. Mistik ve çirkin bir acıyı koynuna alıp insanlardan kaçınmanın, utanmanın ve neyden utandığını başka kimsenin anlamadığına şahit olmanın tecessüm etmiş hâli duruyordu karşımda. Üstelik soğukla örtünmeye çalışırken insanlardan gizlenmek kabil değildi. Bu yüzden köşede konumlanmış çini ocağın içinde değil, olabildiğine geniş ve yüksek tavanlı bir odada görmek isterdim heykeli. Her şeyin teşhir edildiği gösteri toplumunda, saklanılacak bir yerin olmadığı, büyük ağabeyin her an ve her yerde bizi gözetlediği bir gerçek dünyada hırkanın altında saklanan, utanan, acı çeken, en azından buna çabalayan adamın varlığına tanık olurken kutupsal bir gerilimin ortasında kalmak nasıl olurdu.

Değil bu eseri açık alanda görmek, eserin varlığı dahi geleneğe ve dine tehdit oluşturuyormuş; bilmiyordum.

Ayrıca köşkün her yerinde, her eserin başında bir güvenlik görevlisi duruyordu. Sayılarının bu kadar çok olduğu yerde kendimi güvende hissetmiyordum ve sanat eserlerine birer nükleer silah muamelesi yapılması canımı sıkmıştı doğrusu.

Öyleymiş ama. Bir grup vandal, eserleri kişisel inançlarına doğrultulmuş tahrip edilmesi gereken birer silah olarak görüyormuş ve daha evvel yapılan bir saldırının ardından tedbir icabı, eserlere daha yakın duruyormuş güvenlik görevlileri; bilmiyordum.

“Kapı Çalana Açılır”, özel koleksiyon sergisi; yirmi dört sanatçının toplam otuz eseri bir araya getirilmiş, her biri muazzam. Ama üzerine yazılacaksa eğer, seçip bir eser üzerine yazmak isterdim; “Semiha Berksoy’un “Horozlu Otoportre”si üzerine yazayım” diyecektim Selva’ya ki saldırıdan bahsetti ve beni saldırı haberlerine, sosyal 1medyadaki hedef gösterici paylaşımlara yönlendirdi. “Deli misin”, dedim “Bunun üzerine tez yazılır!”

Haberlere göre saldırı, saat on dört sularında gerçekleşmiş, ben 14.10’da ayrıldım köşkten. Bıraktığımda çocuklar, yaşlılar, aileler, her kesimden insan dolduruyordu köşkü ve bahçeyi. Malumaliniz, günlerden Pazar; köşkü ve sergiyi, birlikte vakit geçirmek için seçen aileler çok. İşte böyle bir ortama yapılmış saldırı: Baston tıkırtılarına, deklanşör seslerine, çocuk tereddütlerine, yaklaşmalara, uzaklaşmalara, bakışmalara, sanat eserlerine yapılmış. Muhtemelen 14:15 gibi. T24’ün haberine göre güvenlik görevlisini itekleyerek yere düşüren saldırganlar, diğer görevlilerin müdahalesiyle heykelden birkaç metre uzaklaştırılmış. O sırada, “Laiklik bu mu?”, “Bu memleket sizin yüzünüzden bu hale geldi!”, “Burada bunlar sergilenemez!” diye bağırıyormuş grup. Arbede yaklaşık on beş dakika sürmüş.

Vandallığın gerekçesi: Cehalet. Vandallığın gerekçesi, eskilerin ocak dediği, günümüzde şömine olarak anılan çinili koruyucunun mihrap zannedilmesi ve buraya yerleştirilen “Hırka Altında Adam” heykelinin İslami değerlere aykırı bulunması. İslami değerler adına şiddete başvuracak kadar ileri giden kişiler, bu değerlerin tarihi ve mimarisi hakkındaki cehaletlerini bağırarak ilân etmiş ve ediyorlar. Halbuki İslâm’a göre cehalet, saklanılması, giderilmesi gereken utanılacak bir kusur, ama altında saklanılacak bir hırka değil. Savunma nedeni bile olamayacak kadar mülevves bir şeyin şiddet ve saldırının sâiki haline gelmesiyse, havsalamı aşan bir durum.

“Hırkanın Altında Adam” heykelini açık alanda görmek; Semiha Berksoy’un otoportresi hakkında yazmak; bu kadar güvenlik görevlisinin olmadığı bir sergi gezmek; cehaletin utanılacak bir şey olduğu, vandallığın ve şiddetin nüksetmediği bir toplumda yaşamak isterken çok şey bekliyormuşum; bilmiyordum.

“Horozlu Otoportre” bir başka yazının konusu. Kapıdan, kapıyı çalmaktan ve açmaktan ve kamusal alandan bahsetmeye ihtiyacımız var, düşünmeye ve anlamaya. Düpedüz bir ihtiyaç bu şimdi: “Güncel Olaylar 2. Bölüm”den konuşmak. Michael Elmgreen ve Ingar Dragset’ın eseri. Elmgreen ve Dragset, kamusal ve özel alanları sorgulayan, üzerine eser üreten, sergi hazırlayan ve nihayetinde 15. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü üstlenip bizi evle kamu, misafirle ev sahibi arasındaki sakatlanmış ilişkilerin üzerine düşündürecek “İyi Bir Komşu” bienalini hazırlayan sanatçılar.

Uzun zamandır korkuyoruz. Mahremiyet ve özgürlüğün biricik kisvesi haline gelen özel alanımıza müdahale edilmesinden, evimize “yabancıları” almaktan çok korkuyoruz. İnsanları ağırlama, kapıyı açma fikri dehşete düşürüyor bizi. Hakeza kapıyı çalmak da öyle. Eşiği geçebilir miyim, geçmeli miyim; daimi tereddüt içindeyiz. Bu korku ve tereddütün eseri, “Güncel Olaylar 2. Bölüm”.

Kamusal alanı talan ettiğimizden olsa gerek kapıyı açmaktan ve çalmaktan bu kadar ürkmemiz. Evimizde dahi güvende hissetmiyorsak, kamusal alanda orası kendi evimizmiş gibi fütursuzca davrandığımızdan. Halbuki ziyarete gitmek ve orada kendi evindeymiş gibi davranmamak, demokratik bir kamusal alanın ön koşulu. Orayı fethetmek, sahiplenmek, yıkmak, talan etmek değil de ziyarete gitmek, paylaşmak, işitmek ve anlamak bizi özgürleştirecek. Eşit ve özgür yurttaşların kamusal alanı, bizatihi var olan bir şey değil, aksine emek, fikir, hoşgörü isteyen bakıma muhtaç bir yer. Ve özel alan, kamusaldan bağımsız değil, biri ne kadar tehlikeliyse diğerine o kadar hapsediyoruz kendimizi, sığınıp saklanıyoruz, birer kamusal sığıntıya dönüştüğümüzü fark etmeden.

Selamlaşmak, kendini tanıtmanın ve tanımaya hazır olmanın bir göstergesi. Ve öykü anlatması insanın, tecrübelerini, hayallerini hatta yalanlarını paylaşması, birlikte yaşamayı arzulanır kılar. Diyaloğa ve müzakereye girmek, özel ve kamusal arasındaki, kapının önü ve ardındaki çoktan beri sakat olan ilişkimizi iyileştirebilir. Kin ve nefret duymak yerine selamlaşmak; tahrip etmek yerine öykü anlatmak; saldırmak yerine diyaloğa girmek ve bütün bunları yaparken birbirimize ihtiyaç duymak, özgür kılacak bizi. Çünkü ihtiyaç duymak bir kusur değil, iyimserliğidir dünyanın.

Aç kapıyı, anlatacağım.

Konuk Yazar

8 yorum

  • Yine aynı bir yazı. Şaşırmadım. “Aç kapıyı, anlatacağım.” demişsin sonda. Kapıyı açmıyorum; dışarıda, soğukta kal. Bu reçel blog hakikaten “özgür Müslüman kadın” yaratma peşinde herhalde. O köşke yapılan saldırıyı kınamıyorum. Hacker olsaydım ben de bu siteyi yıkar, bozardım.

    • Özgür müslüman kadın kısmını bende anlamadım, nasıl oluyor o tür size göre?
      Yazıya gelecek olursak, sergiyle berabar çokçu reklam yapılan hanım kişiden bahsetmemenize çok sevindim, yerli yerinde beyin açıcı bir bakış açısı olmuş.

  • “Ozgur musluman kadin” kavraminin nesi sizi rahatsiz ediyor? Musluman kadin demek kole mi demek? Kiz cocuklarinin diri diri gomulmesini de ister miydiniz mesela?
    Devrim yaratmis bir peygamberin ummeti cahiliyye devrini ozlemez.

    • Hemen bir cevap yazayım. Bu blogda bir yazıya aynı kişinin ikiden veya üçten fazla (emin değilim iki mi üç mü) yorum yapması yasak olduğundan, tüm düşüncelerimi uzatmadan ile getireyim. Özgür Müslüman kadın nedir biliyor musun? (1) Tesettür emrini türban olarak algılayan (yani türbanı, ucube bir biçimde ve/veya saçı görünecek şekilde takan), (2) Woman Studies’de yüksek lisans yapan (bu yüksek lisans sanki kendine bir fayda sağlarmış gibi), (3) Erkeklerle kadınların aynı safta namaz kılmalarını olağan karşılayan, (4) feminist teoriden çok şey öğrenen (ki bu teori bir Müslüman kadına ne katar, anlamış değilim), (5) Kamusal mekânda ısrarla var olmak isteyen, (6) kadınların şort giymesi için eyleme katılan kadındır özgür Müslüman kadın. Bu saydıklarım, İslâm akaidine terstir, bilirsiniz. Beni sıkan ve rahatsız eden işte bu. Başkalarını da yoldan çıkarıyorsunuz, vebal altına giriyorsunuz.

      • orhan kardeşim, bu yazıyı sana cevap olsun diye değil, göremediğin bilemediğin noktaları anlayasın diye yazıyorum.rahatsızlığını anlıyorum ama mevzu zannettiğin/endişelendiğin gibi değil:

        1- tesettür emrini başörtüsü olarak algılamak(türban kelimesi sadece spesifik bir örtünme şeklini ifade eder çünkü) : bunun özgür olmakla, özgür kadın olmakla veya özgür müslüman kadın olmakla bir ilgisi yok. dinin emirlerini bilmemek vey bilse dahi yerine getirmemek, o derecede bir dini hassasiyete sahip olmamakla ilgisi var. burada ‘başörtülü kadın niçin bu şekilde giyiniyor?’ değil ‘bu şekilde giyinecek kadar tesettürden habersiz kadın niçin başörtüsü takıyor?’ sorusunu da sorabilirsin. ben birinden tarafa değlim ama ikisinin de kendimce cevabını biliyorum.

        2-woman studies’te yüksek lisans yapmak: woman studies’in sorunu ne biliyor musun?hatta bütün sosyal çalışmaların? hep batının sosyal normlarıyla yazılmış olması. doğu kültürünü benimsemiş insanlar bu alanda akademik çalışma yapacaklar ki doğunun sosyal normları literatüre girsin.misal:batıdaki kadın başörtüsünü baskı ve zorbalık sonucu kullanılan bir araç zanneder çünkü kendisi başka türlü aynısını yapmaz. yüksek lisans ve hatta lisans eğitiminin amacı öğrencileri belli bir kalıpta yontmak değildir. onların kendilerini ifade edebilmelerini sağlamak ve bu sayede akademik zenginlik oluşturmaktır. müslüman bir kadın burada kendi değerleriyle var olarak islam alemini aklayabilir. örneklerini ben gördüm.

        3- kendimi özgür bir müslüman kadın olarak değerlendiriyorum ve kadınlarla erkeklerin aynı safta namaz kılmasında bir mahzur olmadığı görüşüne katılmıyorum. yani bu önerme de yanlış.böyle düşünen arkadaşların da belli noktaları ihmal ettikleri için böyle düşündükleri kanaatindeyim ama şu an konumuzla alakasız.ilgili bir yazı vardı, sayfasına gidersen muhalif yorumları görebilirsin.

        4-ben kendine feminist diyen bir kadın değilim. ama biliyorum ki feminist teori sadece kadınlara değil tüm insanlara bir şey katabilir. herhangi bir öğretiden öğrenilecekler o öğretiyle sınırlı değildir, aynı zamanda zıtları da öğrenilebilir. misal a yanlışsa zıttı olan b’nin doğru olma ihtimali artar. ayrıce feminist teori çok çeşitli dallara sahip ve henüz bitmemiş bir dal.(kültürel feminizm diye bir şey var mesela, anadolu kültürüyle çok uyumlu) yani bir kitapta hepsini öğrenemzsin. bu açıdan feminist argümanlar müslüman kadınların da çok işine yarayabilir. misal, devletin kadının bedeni üzerinde söz hakkı sahibi olmaması feminist bir argümandır ve Fransa’da başörtüsü tartışmalarında sıklıkla kullanılır müslüman hanımlar tarafından.

        5-Özgür müslüman kadın olmakla kamusal alanda varolmak arasında herhangi bir rabıta yok. herhangi bir kadın veya erkek kamusal alanda varolma hakkına sahiptir ve varolmalıdır da.

        6-kadınların şort giymesi için değil, giyebilmesi veya giydiklerinde kötü muameleye uğramamaları için eyleme katılırlar. çünkü bilirler ki giydiğinden dolayı kötü muamele görmek bir nevi zulme uğramaktır.bilirler ki iki gün sonra kendileri de benzer bir muameleyle karşılaşma tehdidi altındadırlar. bilirler ki islam kadınların şort giymemesini değil, kadınların günah olduğu için şort giymekten vazgeçmesini talep eder ve bir kadın bunu yapmıyorsa onu dinin kurallarıyla kısıtlamak onu dinden soğutmak, dini kurallardan nefret etmesine yol açmaktır.

        umarım buraya kadar okursun. dünyada hepimizn göremediği, anlayamadığı o kadar çok şey var ki, birbirimize -insan olarak- öfkeyle sataşmak yerine güzel üslupla açıklamak zorundayız. aksi takdirde bitmeyen kavgaların esiri olur gideriz.

  • Yorumunuzu okudum sonuna kadar. Bu tartışma bitmez; çünkü çok geniş bir yelpaze üzerinden fikir beyanında bulunduk. Bu yüzden tartışmayı devam ettirmeyeceğim. Bir Müslüman, kadın olsun erkek olsun, özgür olamaz; fikirlerimin arkasındayım. Bu modern dünya Müslümanları çok bozuyor; örnekleri de ortada.

    • Ben bunu ‘ nefsim yanlış düşünmediğimi söylüyor ama kendimi makul argümanlarla ifade edemiyorum’ şeklinde yorumlamak zorundayım çünkü konuyu gayet spesifik bir çerçevede ele aldık (senin modern müslüman kadın anlayışını tartıştık). Ama madem sen istiyorsun kapatalım Orhan, kapatalım.