REÇEL

Köyü Sevenler El Kaldırsın

Günümüzde köy the new black olduğu için köye giden insan sayısı da artmaya başladı. Bunun sebebi köyde yapılacak bir işin kalmaması sanırım. Gerçekte köyde işler hiç bitmez ancak o işlerin yapılacağını buyuran, direktifler veren birinin olmaması köyü bir nebze cazip kılabilir.

Yazar: Seda Akçay

Artık bir şeylerin konuşulabilir olmasından ya da konuşulan şeylerin duyulmasından oldukça memnunum. Geçtiğimiz bayramda diğer diğer bayramlarda olduğu gibi pek çok insan köyüne gitti. Gitmekle de kalmadılar, Instagram’ı dağ bayır fotoğraflarıyla yeşile boyadılar. Biliyorum ki benim gibi köye gitmekten hatta köyün kendisinden sırf köy olduğu için bile hoşlanmayan kadınlar var. Kadınlar diyorum çünkü adamlar kendilerine karışan kimse olmadığı için gittikleri her yeri severler.

Köyü anlatmaya tam olarak neresinden başlasam bilmiyorum. Çünkü neresinden tutsam elimde kalır. Gitmeden haftalar önce evler dip köşe temizlenir paklanır, çantalar hazırlanır. Allah muhafaza birinin karnı acıkırsa durmak zorunda kalınmasın diye yolluklar yapılır, molalar sadece namaz vakitlerinde verilir. Bütün bunların fikri hazırlığı kıştan başlamıştır zaten. Fiziksel hazırlığı ise genellikle iki üç hafta sürer. Valizler, çantalar, yolluklar… köy yolu bir günden fazla sürüyorsa yastık ve battaniyeler de alınır. Sonra bir bakmışsınız sadece şoför koltuğunda oturacak kişi için yer var, diğerlerine pek yer kalmamıştır.

Bir tane dikili ağacın olmadığı sonsuza uzanan bak bak bitmeyen bozkırlar… Burada bir parantez açmak istiyorum. Böyle olmasa bile Mihriban dinleyerek o yolu gitmenin kişinin ruh sağlığına iyi geldiğine kimse inandıramaz beni. Artık şu bozkır güzellemelerine son verelim, lütfen. 

Ne kadar sıcak olursa olsun, büyük günahmışçasına klimayı katiyen çalıştırmayan babalar, genelde başı kapalı tıkış tıkış seyahat eden kadınlar, kadınlarımız. Klima erkekleri çarpar. Camdan rüzgâr gelecek olsa üşürler. Ya erkeklerimiz hasta olursa… Aman Allah korusun! Terleme ve bunalma hakkının bile verilmediği kadınlar.

Aynı pozisyonda oturmaktan uyuşan ayaklar.

Müzik dinlemenin bile yetmediği, saatlerin durduğu, zamanın akmadığı, sapsarı bozkırın ortasında hiçliğe giden bir araba. 

Kimsenin kimseyle anlaşamadığı o yolculuklarda, adamların tek derdi köye erken gitmektir bir de. Ve sırf bu sebeple kadınlara yolda bir bardak çay içme fırsatı bile verilmez. Namaz için mola verildiğinde kadınların tuvalet ihtiyacının giderilmesine bile izin vermişler, büyük lütuf.

Benim çevremde, köyde doğup büyümüş kadınlar bile köye gitmeyi pek sevmezler. Bunun sebebini anlamak pek zor olmasa gerek. Ancak yakın zamanlarda köyü seven kadınlar ile de karşılaşmaya başladım. Bu duruma dair kendimce bir argüman geliştirdim: Köyü sevmek, aile büyüklerinin vefat etmiş olmasıyla doğrudan ilişkilidir.

Günümüzde köy the new black olduğu için köye giden insan sayısı da artmaya başladı. Bunun sebebi köyde yapılacak bir işin kalmaması sanırım. Gerçekte köyde işler hiç bitmez ancak o işlerin yapılacağını buyuran, direktifler veren birinin olmaması köyü bir nebze cazip kılabilir. Nihayetinde kafanıza eserse iş yaparsınız esmezse piknik… Diğer türlüsü heriflerin dağ bayır dolanıp piknik yaptığı veya kahvede pineklediği, kadınların ise yaşlıların işlerini görmeye ve hizmet etmeye gittiği yerdir köy. Zannediyorum bu gerçeklerden rahatsızlık duymayan tek bir kadın yoktur. Yani inşallah.

En ufak bir gezme, ayağınızın toprağa basma, o kadar gitmişken biraz yeşillik görme hevesiniz göze batar. “Bunlar yaşlı görmeye değil, gezmeye gelmişler,” şeklinde konuşulur, köyün billboardlarında adınız neon harflerle geçer. Benim kastettiğim Victoria döneminden kalma yaşlılar birer birer vefat ettiği için köy popüler bir mekân haline geldi. Şu aralar 50’li yaşlarını yaşayanlar yazlık niyetine köyde ev yapmaya girişen kuşaktır. Köy müteahhitleridir onlar. Ah o neneler bir bilseler zamanında sabah ezanı okunmadan tarlaya diktikleri ve üç ay çalıştırıp bir bardak taze süt içirmedikleri gelinlerinin şimdilerde köyü yazlık niyetiyle kullandığını…

O neslin hafızasında köy o kadar da sevimli bir yer değil, hatta hiç sevimli bir yer değil. Bu yüzden bayram vesilesiyle kendi hür iradesine dayanarak köye giden ve orada mutlu olan kadınların düşüncelerinin altında her zaman bir şey arıyorum. Çünkü bir insan niye sırf piknik yapmak için veya yeşili görmek için kilometrelerce uzaklıktaki bir köye gitmeyi tercih eder? Biz de yeşili seviyoruz ama köye kaçacak kadar değil, Belgrad Ormanı’na kaçacak kadar…Bir Alman atasözü der ki: “Kent havası insanı özgür kılar.” (Stadtluft macht manfrei). Son zamanlarda duyduğum en haklı atasözü olabilir. Biz kadınlar, asgari düzeyde bile olsa kentlerin bize sağladığı özgürlükten, hareketlilikten ve nispeten özel alanımızın ihlal edilmemesine razıyız.

Tüm bunlara rağmen geleceğe dair umutluyum. Kadınların, adamların aksine köye gitmeye bayılmadığını, aksine kadınlar için bunun büyük bir yük olduğunu, yıllar yılı o gidişlere dönüşlere mecburiyetten katlandıklarını biliyoruz. Daha da iyisi artık bunları konuşabiliyoruz. Mecbur olduğumuz için değil, gerçekten gitmek istediğimiz yerlere gittiğimiz ve sonunda istediğimiz kadar vakit geçirip eve döndüğümüz günler geldi nihayet.

Önemli not: Bütün bu hikâye arabada küçük çocukların olmadığı düşünülerek kurgulanmıştır. Küçük çocukların durumu hayal bile edilememiş, Allah’a sığınılmıştır.

Konuk Yazar

2 yorum