Yazar: Huri
Çoğu zaman bu meseleleri aşmalıyız artık diye düşünüp, başlıktaki soruyu gerçek bir soru olarak görmediğimden kulak arkası ediyordum. Ancak ben ve birçok arkadaşım için gündelik hayatın bir parçası haline gelen bu sorunun ve soru etrafında şekillenen tavrın bir yazıyı hak ettiği kanaatindeyim. Birbirimizi dinleyebileceksek, konuşabileceksek, en azından böyle bir gayretimiz varsa bu soruya da bir cevap verilir elbet.
Her işin bir amentüsü var. Bizimki de bu soruya vereceğimiz cevapla ilintili. İnsanlardaki etiket merakı mıdır bilmiyorum, başından “işin adını” koyma gibi bir dert zuhur ediyor bazen. Çoğu durumda yukarıdaki sorunun cevabı sizinle ilgili hiçbir gerçekliğe, eyleme dayanmadan ve size sorulmadan verilmiştir zaten. Bununla birlikte eşcinsel haklarını savunuyorsun yani, babanı sevmiyor musun, evlenmeyi düşünüyor musun, evde yemek yapıyor musun yoksa kapsülle mi besleniyorsun gibi soruların da cevabı hazırdır. Ha bir de yıl olmuş 2016, dünyada ve Türkiye’de kadınlık deneyimleri öznel, yerel ve sınıfsal dinamikler üzerinden konuşulurken, bütün bunlara yöneltilen eleştiri aslında Batı’da kendine özgü bağlamı olan feminizmi işaret ediyor ama gel gör ki oklar başka yöne çevrilmiş. Hatta işi daha da ileri götürüp, şu devasa meseleyi yalnızca Femen üzerinden değerlendiren aklıevveller de çıkabiliyor. Yani her halükârda senin sözünün, öznelliğinin bir anlamı yok; makul olmayan, istenmeyen, günah keçisi “feminist” etiketinin yapıştırılacağı kişisin sen. İşin ilginç yanı, Müslüman kadınlar ne zaman kendilerini ifade etmek için atağa geçseler, hep aynı tavırla karşılaşıyorlar; yakın tarihimizde buna ilişkin örnekler mevcut. Birçok Müslüman kadının sesini kısıp, sözünü itibarsızlaştırmanın daha kolay bir yolu olamazdı doğrusu.
***
Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sı Türkçede ilk basıldığında bir arkadaşım kitabı okumuş, beğenmiş ve büyük bir hararetle başka bir arkadaşıma anlatıyordu. Kitaptan sonra biraz da yazardan bahsetti ve arada hızlıca “ama feminist değil” dedi. Bu konuşmanın yaşandığı zamanlar ben kendime feminist demekten çekinmiyordum. Bir kadının kendine ait bir odasının olmamasının nasıl bir şey olduğunu Virginia Woolf ile karşılaşmadan önce göstermişti hayat bana. Bu ve benzeri deneyimler, karşılaşmalar ve bunlara anlamlandırma biçimim nedeniyle “feminist” olmakta bir beis görmüyordum. Kaldı ki o zamanlar birkaç arkadaşımla ettiğim sohbetler, dört-beş kadın bir araya gelip yaptığımız tefsir dersi dışında hiçbir yerde, hiçbir grupla örgütlenmişliğim yoktu. Bir sekiz yıl öncesinden bahsediyorum burada. Sonrasında herkes gibi girdiğim, çıktığım, ayrı düştüğüm, başka çizgilere kaydığım durumlar oldu tabii. “Feministlik” serüvenimi ayrıntılara döküp boğmak istemiyorum kimseyi.
Allah’ın her kulu için tasarladığı ayrı bir terbiye planı var. Bunu çok seviyorum. Kimisine kitapla öğretiyor kimisine bizzat yaşatarak. O şah damarı yakınlığını an be an hissettiğin zamanlar olur hani bazen seni nasıl da koruduğunu kolladığını hissedersin bazen burnunu sürter görelim bakalım iddianın arkasında ne kadar duruyorsun, kararında ne kadar ciddisin der. Bazen bir an olur duyarsın, “emin misin” der, gerçekten duymayı becerebilirsen bir de sen kendine sorarsın; “emin miyim”. Şükürler olsun ki çok kez başladığım noktaya geri döndüm yıkık bir şekilde ve sordum kendime emin miyim diye. Evet, eminim, bir kadının kendine ait bir odasının olmamasının nasıl bir şey olduğu, hiç bir politik renge bürünmeden gündelik hayatta kadınların nasıl mücadele ettiğinden, bunların ve daha birçok şeyin bende bıraktığı izin ne kadar hakiki olduğuna eminim.
Çoğu zaman emin olmak yetmiyor tabii. Bir etkisi olmuyor. Sözünüze başlamadan önce ivedilikle feminist olup olmadığınıza dair net bir bilgi sunmanız gerekir. Bunları sadece olumsuz feminist algısı olanlar için söylemiyorum. Diğer tarafta da bu sorunun cevabını almakta çok aceleci olmasalar da benzer tavırlar sergilenebiliyor. Feministsen otur bir çay içelim, değilsen “ayy nasıl ya, ama sen …”. Yalnız gündelik pratiklerle politik tavırlar arasında şeffaf bir sınır olduğunu da fark etmek gerek. Elimizde ne kadar feministsin diye bir ölçek olsa ve kendisine feminist diyen ve demeyen kadınların gündelik pratiklerini inceleyip bu ölçek üzerinden değerlendirecek olsak kendisine feminist demeyenlerin, politik olarak bu kimliği benimseyenlerden daha feminist çıktıkların durumların olacağına adım gibi eminim. Mesela çalışmayı tercih etmeyen üniversite mezunu bir kadının bir taraftan kocasına “ben sana ayakkabı boyamak için üniversite bitirmedim” deyip, diğer taraftan da “kocaya itaat” söylemini göklere çıkarması ile bu söyleme karşı çıkan kadınların, bu söylemi benimseyenlere göre “makul” kadın olmayışı arasındaki şeffaf çizgiden bahsediyorum. Ya da bizim kendimizi paralayarak elde etmeye çalıştığımız şeyler, açmaya çalıştığımız alanlar, yani bir takım “feminist” talepler kendilerine zaten verili olduğu için bu konuda mücadeleye ihtiyaç duymayanların kendi ayrıcalıklarını ve imtiyazlı konumlarını fark etmeden karşımıza dikilmelerinden bahsediyorum. Ve yahut da bulundukları çevrelerde “abla”, “hanım” sıfatı ile kendilerine iktidar alanı açılanların (bunun için de bir bedel ödenmiştir elbette) sahip oldukları bu konumu riske etmemek adına verdikleri tepkilerden bahsediyorum. Yani birinin “feministliği” ne kadar tartışmaya açıksa bir başkasının da “antifeministliği” o kadar tartışmaya açıktır. O halde “feminist misin sen” perdesinin arkasına kaçmaktansa meseleleri enine boyuna konuşmanın ve bunlarla yüzleşmenin vakti gelmiş de geçiyor bile.
Burada elbette ortaya konan bütün “feminist” söylemlerin, dört başı mamur, tartışmasız hakikatler olduğunu iddia etmiyorum. Aksine demek istediğim “hemen burada söyle feminist misin” tavrı ile lehte ya da aleyhte alınacak hiçbir yol yok. Birçok soruyu, sorunu farklı platformlarda, farklı düzeylerde tartışmak yerine, sümen altı etme işlevi görüyor. Velhasıl hayatımızı, deneyimlerimizi, kadınlığı, erkekliği, onu bunu konuşurken bir kılıf aramaya koyulmayalım. Gelgelelim cebinizde yapıştıracağınız etiketle bekliyorsanız zaten sizin için, sizinle yapacak bir şeyimiz yok demektir, kavga da buna dâhil.
.
bence de dediğiniz gibi aslında feminist tanımına giren çoğu kadın feminist olmadığını söylüyor hem de gururla, son paragrafınıza tamamen katılmakla birlikte bazen bildikleri halde feminizmin ne olduğunu, feminist olmadığını söyleyen kadınlara nedeeen diyesim geliyor neden yani batılılar buldu diye mi, her şeyimiz batılı beyinlerimiz batılı ama feminizm deyince bizim feminizme ihtiyacımız yok islam her şeye çare yahu kelime anlamına bak islam da feminist feminizmin tek yolu yok ki bin türlüsü var yani en azından bunun teorisini okumuş etmiş insanlar bu kadar karşı çıkınca üzülüyorum gerçekten ama tekrar ediyorum kelimelerin üstüne çok gidip hiç bir ilerleme kaydedememe durumu bence de yanlış.
yalnız burada feminist tanımını ben yapmıyorum. Tam tersine bunun belirsizliği üzerinden giderek talep ettiklerimiz nedeniyle bize yönelik yapılan tanımlamanın (bu tanımlamayı kabul edip etmediğimizin bu noktada bir önemi yok) pratiklere bakıldığında bir yere oturtulamadığını göstermeye çalışıyorum. Feminist değilim diyen kadınlara neden diye sorma konusunu da iyi düşünmek gerek bence. Bolca teori okumuş olmak bu konuda olumlu bir tavır geliştirmeyi gerektirmez kanımca.Ayrıca böyle bir sorunun üstenci bir tavırla şekillenebilme ihtimali de var ki bu benim kabul edebileceğim bir şey değil. Ayrıca güncel politik ve kültürel durum insanları böyle bir karar almaya itebilir ve batı karşıtlığı da bundan içre bir şey olabilir. Bu konuların da tıpkı yazıda belirttiğim noktalar gibi belli “sorularla” sümen altı edilmesinden yana değil gönlüm.
teşekkür ederim cevap için, tanımı sizin yapmadığınızın farkındayım, en basit anlamıyla tanımından bahsediyorum yani kimseye göre değişemeyecek olan, ya da ben çok basit bakıyorum bu kelimeye bilemedim.
bende şunu anlamıyorum neden feminist kelimesini kullanmak durumundayız? evet kadın haklarının eşit dağıtılması yönünde çabalarımız olabilir, töreyi, gelenekleri, varolduğumuz durumu eleştirebiliriz ama neden illa o kelime dudaklarımızdan dökülmek zorunda? “feminist değilim” diyen neden tam zıttı antifeministlikle suçlanmakta? bana kalırsa 2 aşırı uç var, asıl olması gereken orta yol değil mi? islam her zaman her harekette her daim “orta yolu” önermez mi? bunları yazmadan 2 hafta öncesine kadar muhtemelen böyle düşünmüyordum. oysa şuan durum biraz farklı. iyi ile kötüyü bu devirde birbirinden ayırmak biraz zor. şunu fark ettim ki geleneksel öğretilerden kaçmaya çalıştıkça bana öğretilen başka öğretilere takılıyorum. her halükarda ikiside benim düşüncelerim değil, öğrenilmiş düşünceler.. evet ben kadının islamdaki değerini görülmesini istiyorum, evet kadına öğretilmiş kalıp yargıların olmamasını diliyorum, evet, evet! ama feminist değilim, kadınım ve feminist değilim diyorum şu sıralar. bu çok mu dokunuyor hemcinslerime? feministliğin bir çok alt başlığı var. eğer ben feministim dersem hepsini kabul etmiş olurum. ben ise bazısına katılıyorum o zaman ben feminist değilim, ha? maddeci feminizm var mesela,herşeyi maddeden ibaret görüyor. kadının emeğini dahi maddesel buluyor. oysa bizler robot değiliz, duygularımız var. sevdiği adamın tişörtünü yıkamak, yemeğini hazırlamak sömürü sayılmamalı bence. erkek de eşine yardım edebilmeli. neyse uzattım sanırım. şu sıralar aklım birazcık kurcalanıyor. farklı görüşlere açığım ama feminist değilim!
Yazıda feminist kelimesini dayatmaya yönelik ne bir niyet var ne de bu yönde bir telkin. Ayrıca yazıyı yazma konusunda beni harekete geçiren şeylerin bir çoğunu siz de sıralamışsınız. Yazıda sizin altını çizdiğiniz gibi kendine feminist deyip dememe konusunda nihai kararı kişinin verebileceğini vurguluyorum. Bunun haricinde “feminist” kelimesinin çoğu zaman yine sizin zikrettiğiniz tarzda uğraşların önünü kesmek için bir etiketleme aracı olarak kullanıldığını buna bağlı olarak da bir “antifeminist” tavır geliştirildiğini söylüyorum. Yine bahsettiğiniz meselelerle ilgili herkesin “geleneksel” ile bir çatışmaya girmiş olabileceğini yadsıyamayız tabii. siz kendinize bir çıkış noktası bulmuşsunuz ki bu konuda da hemfikir olabiliriz. Lakin yazıda da bu konuda kişilerin kendi düşüncelerini oturtma deneyiminde de farklılıklar yaşayabileceğini belirtiyorum. Kendinize feminist dememeniz bana dokunmuyor ama hem cinslerinizi bilemem. :) Gelgelelim kendilerine feminist demeyenler neden feminist demiyorlar diye haykırmıyorum. Dikkat ettiyseniz konuyla ilgili güncel hissiyatıma dair bir bilgi de vermiyorum yazıda. Benim tek derdim, bu konularda yazıp çizdiğimiz, yapıp ettiğimiz her şeyin olumsuz (bir o kadar da eleştirel olmayan) bir “feminist” algısı ya da etiketleme ile önünün tıkanması.
“feministliğin çok alt başlığı var. eğer ben feministim dersem hepsini kabul etmiş olurum” ifadenize takıldım. evet pek çok alt akım mevcut, ama bunların bazıları birbirine o derece zıt ki aynı anda kabul etmeniz mümkün değil, dolayısı ile biraz yanlış yaklaşıyorsunuz gibi geliyor bana. nasıl ki “müslümanım” dediğimizde aynı anda hem sünni hem şii, hem ışidci hem cemaatçi, hem ak parti sempatizanı hem de antikapitalist müslüman olmuyorsak ve olmamız gerekmiyorsa (ve zaten olmamız mümkün değilse) burada da “feminist” dediğimizde bütün uç dalları benimsediğimiz anlamı çıkmamalı. ve müslüman olmak için illa bu ayırımlardan birisine sonuna kadar gönül vermek gerekmediği gibi “feminist” şemsiyesinin altında durabilmek için de teorinin akıntılı denizinin dibinde bi yer bulmak gerekmemeli kanımca. kadınların kadınlıklarından ötürü ezilmesine karşı mücadele ediyoruz, şu veya bu şekilde. “erkek düşmanı” değiliz, “evde kalmış, huysuz kart kız” değiliz, “çirkin, kadınlığı beceremeyen, acısını erkeklerden çıkaran gudubetler” değiliz, “geleneksel aile yapısını bozmaya çalışan dış mihrak ajanı” da değiliz. feministiz. biz bu isime sahip çıkmadığımız ve “kadın hakları için mücadele ediyorum ama yanlış anlamayın, feminist değilim” demek zorunda hissettiğimiz sürece feminist denince akla gelen “erkek düşmanı lezbiyen feminaziler” den öte gitmeyecek diye korkuyorum.
kusura bakmayın biraz geç gördüm. bu yazıya dair eleştirimden çok etraftaki duruma karşı bir eleştirim ve yakınmam vardı. feministlik diye işin ucunu kaçıran bendim ve hatalarımı görüp herkesten çok kendime kızmıştım. toplumsal normlardan dem vuruluyor ve pekala başka bir toplumsal normla karşı karşıya kalıyordum. feministlik de bu öğretinin sonucu. bütün bütün reddetmiyorum fakat kabul de etmiyorum. biz arkadaşlarımla bir yol bulduk. nasıl Kuran da kadın için bir ayet vardı, -ve bende inançlı bir kadındım- öyle de bu ayetin ismi benim haklarımı korumalıydı. biz kendi çapımızda “nisacılık” diyoruz :) feministliğin müslümanlıkla çelişen yanları olduğunu düşünüyorum (hiç değilse zedeliyor).kendimden örnek vermek gerekirse babam ben ders çalışırken meyve tabağıyla odama giriyor ve bana kahve yapıyordu. ben ise babama çay koymaya karşı geliyordum. aşırıya kaçan bendim ve hatamı fark ettim. herşeyi karşılıklı yapmaya kalkıştığım zaman özellikle insanı maddeleştirdiğim dank etti. manevi öğretilerde sevdiğin için fedakarlık vardı, Allah rızası için yapmak vardı. ben bu hususları kaçırmıştım. elbette suç benim.
feministliğe karşı bu önyargıları oluşturan yine feministim diyenler değil mi? hepsi içn konuşmuyorum ama bir takım insanlar bu algıyı oluşturmadı mı? “feministliğin çok alt başlığı var. eğer ben feministim dersem hepsini kabul etmiş olurum” derken bunu kast ediyorum. eğer müslümanım diyorsak imanın 6 şartına da iman etmiş olmamız gerekiyor. şayet birinde şüphemiz var ise zaten müslüman olamıyoruz. feminstlikde batıyla harmanlandığı için ve pekala kadınlara etiketlendiği için eleştiriyorum. ben nisacılık akımında ısrarcıyım arkadaş :) kurana sünnete göre nasıl ise ona göre davranmak esas şartımız :)) kısaca belkide ben yanlış anlamış ve uygulamıştım feministliği, fakat bu serüvende nisacılık ile tanışmam beni çok memnun etti.
Anlattığınız şeyler bir çoğumuzun yaşayabileceği şeyler aslında. Kendi adıma söylemem gerekirse önemli buldum çoğu noktayı. açıkçası ben ufacıcık bir şeyi öğrenip benimsediğinde, tüm çevresini buna ayak uydurmaya zorlayan, etrafındaki insanları “eğitmeyi” amaçlayan, bir çeşit iktidar eleştirisi yaparken kendisi de küçük tanrı oluveren tipolojiyi sevmediğim için (bu kısmı size yönelik söylemiyorum, genel olarak ele alıyorum) gündelik hayatta daha sakin, çok fazla sarsıntıya sebebiyet vermeden ilerlemeye çalışmışımdır. Öyle ki beni az çok bilen arkadaşlarım, daha önce hiç bir şekilde müdahale etmediğim halde, bayan dedikten sonra “pardon, kadın” şeklinde düzelttiklerinde bile kendimi rahatsız hissediyordum. Bir de her ilişkinin bir öznelliği var dışarıdan bir kalıbı alıp çat diye her şeye uygulamaya çalışmanın alemi yok. Tabii belli başlı ortak noktalar çizgiler vardır. Hayat böyle ama işte harala gürele bir yolda yürüyoruz. Bir noktaya vardığımızda her şeyi hallettiğimizi dünyaya baktığımız pencereyi sabitlediğimizi düşünüyoruz. Sonra Allah’ın bir lütfu işte “acaba öyle mi” diye sormaya başlıyoruz. Ben nihai noktada Allah’ın emri ve yasakları dışında hayatımda bir kısıtlama ya da genişlemeye gitmek istemiyorum açıkçası.
batı batı diyoruz ama inanın batı’da da kadınlar açısından durum pek iç açıcı değil. mesela kadınların seçme ve seçilme hakkını almasının geçmişi düşündüğümüzden daha yeni. fransa 1944’te, italya 1946’da kabul etmiş, isviçre ise -inanmazsınız- 1979’da. yani süppper gelişmiş ve moderen batının göbeğinde kadının “insan” olarak kısmen de olsa kabulünün geçmişi taş çatlasa 60 yıl ve bu neredeyse 200 yıllık bir örgütlü mücadele sonucu anca elde edilmiş. dolayısı ile kadın hakları denince batıdan örnek almak bana hep çok saçma geliyor. fransız bir kadının derdi ile benimki bir olamaz, ortak olan sadece ikimizin de cinsiyetimizden ötürü şu veya bu şekilde dezavantajlı durumda olmamız. sağa sola değil kendimize bakmamız ve aksayanın ne olduğunu bize uygun tespit edip ona göre ufak da olsa bir değişim için çabalamamız daha iyi olur sanki. kuran’dan başlamak bir yol bunun için, veya kültürün getirdiklerine bakıp oradan da hareket edilebilir, önemli olan mahalledeki bakkal amcaya, veya dayıma teyzeme dert anlatabileceğim ve onların hayatlarına ulaşabilecek bir dil bulmak diye düşünüyorum. sevdiklerimize çay götürmek, ev işi yapmak bizi “patriyarka”nın kölesi yapmaz (doktoralı bir ev kadını olarak söylüyorum), ama kocamızın veya babamızın veya amca/dayımızın, veya hatta komşuların kılık kıyafetimiz, oturup kalkmamız veya hareketlerimiz üzerinde sırf biz erkek olmadığımız için söz hakkı iddia etmesine sesimizi çıkarmalıyız ve çıkarıyoruz da. içinde yaşadığımız ülke yüz yıldır tepeden inme yapay modernleşme sürecinin tutmayan mayasının çilesini çekiyor. bu yüzden ait oldukları bir geçmiş, bir kültür olmayan, batı kültürüne göre yaşayan ama tam benimseyemeyen, nereye tutunacağını bilemeyen kocaman bir kitle var. pek çok konuda olduğu gibi kadın hakları mücadelesi konusunda da batı odaklı bir anlayış üzerinden gidiyorlar, olmuyor. aile içi şiddeti engellemek için önerilen ve çıkarılan yasalar, dayanışma dernekleri, sığınma evleri ve benzerleri aslında çok kullanışlı ve yerinde, eğer hollanda’da yaşıyorsanız. burada insanların bir türlü benimseyemedikleri ve asla potansiyeline ulaşamayacak uygulamalar olarak havada kalıyor. o kadar gönüllü, o kadar emek sonuç alamıyor, almanya’daymış gibi yürütülen mücadelenin sincandaki fatihteki kadına bir faydası olmuyor maalesef. “geceyi geri alıyoruz” eyleminin evden çıkması yasak olan kız çocuğuna bir yararı yok. “kadın”-“bayan” ayırımı kocası tarafından tekrar tekrar ölümle tehdit edilen kadının umurunda değil. tabii ki ufak adımlar bunlar, bir kültürel mücadele de var yürütülen, ama bu mücadeleyi yürütenler hayati konularda tüm çabalarına rağmen ulaşamıyorlar insanlara. dolayısı ile “feminist” ünvanını bu arkadaşların tekelinden kurtarmak ve bu ülkeye uygun bir mücadele yürütmek lazım kanımca. aslında demek istediğim şu: hareket noktamız ne olursa olsun, kadınların kadınlıklarından ötürü ezilmesine, insandan az bir “şey” muamelesine karşı mücadele ediyorsak feministiz. ama batılılar gibi değil, burada yaşayan, bu kültürün ve inançların getirdiklerinden yola çıkan, “biz”im gibi feminist. nisacı feminizm ne güzel olur mesela, din “adam”larımıza bırakmazsak bu konuda tek söz söyleme hakkını :)
çok kısaca yazıp çıkmak zorundayım. söylediğiniz anlamda Batılı bilgi ve kabullerimiz vs. elbetteki eleştirilmeli süzgeçten geçirilmeli. gelgelelim müslüman ve orta doğulu kadınların kendi yetiştikleri toplumların dinamiklerini göz önünde bulundurarak kastettiğiniz anlamda o söylemi değiştirdikleri kanaatindeyim.Öte yandan türkiye ‘de kadın meselesine yönelik hareketler, faliyetler ve çabaların bir kısmının basit yüzeysel tariflerle değil ciddi sınıfsal odaklarla eleştirilmesinin daha yapıcı olacağını düşünüyorum. Benim şahsi çabam kişilere kendi gerçekliğimi dayatmaktansa kendi deneyimlerimden yola çıkarak bir tür paylaşma çabasıdır. Kimsenin öznelliğini kölelik olarak görmem, kimseninde böyle görme gibi bir haddinin olduğunu düşünmüyorum. Şu an için feminizm ifadesini birilerinin tekelinden (öyle midir orası da ayrı bir soru işareti) kurtarmakla uğraşabileceğimi de zannetmiyorum. Kendimize ve etrafımıza bakabileceğimiz sahih pencereler bulmak derdindeyim. Bu yüzden bence evvela kendimizi nasıl kurguladığımıza da bakmamaız lazım. MEsela yukarıda neden “doktoralı ev kadını” vurgusunu yapmak durumunda kaldınız. Bunu gerçekten merak ediyorum.
ısrarla “hayır hepimiz feministiiiz” demem canınızı sıktı sanırım :) hayır tabii ki hepimiz herhangi birşey olmak zorunda değiliz, amacım bir dayatmada bulunmak değil. öyle ifade ettiysem kendimi özür dilerim.
değiştiğini düşündüğünüz söylemin ne olduğunu anlayamadım, örgütlü insan hakları / kadın hakları mücadelesi konusunda batı odaklı düşünceden kurtulabilindiğini sanmıyorum, tanıklıklarım maalesef bu yönde değil, ‘düşünceli’ rumuzlu arkadaşın itirazı da ( “feminstlikde batıyla harmanlandığı için ve pekala kadınlara etiketlendiği için eleştiriyorum”) aksini söylüyor sanki. gerekli olduğunu düşündüğüm tam da sizin dediğiniz, “kadınların kendi yetiştikleri toplumların dinamiklerini göz önünde bulundurarak… o söylemi değiştir”meleri. ve ben ait olduğum (ve karikatürize ederek tarif ettiğim) sosyal sınıf içerisindeki kadınlar için bunun çok zor olduğunu görüyorum. ciddi bir kopukluk var. toplum denilen organizma yekpare birşey değil ki ondan yola çıkıp hepimiz aynı gerekliliklere ulaşalım. tabii ki kadın hakları mücadelesi ne sınıf mücadelesinden ne de kimlik mücadelesinden bağımsız düşünülemez, ama sınıf ve kimlik üzerinden ayrışmalar bazen yersiz derecede aşırılaşıyor. feminizm terimi batı düşüncesi ve kültürünü odak alan bir mücadeleyi simgeler hale geldiğinden feminist denildiğinde toplumun bir parçası koşa koşa ünvanı sahipleniyor. “tekel” derken kastettiğim bu. bu “feministler” kendi gereklilikleri çerçevesinde didinirken toplumun diğer bir parçası “yoo ben feminist değilim, haşa” diyerek, bir kısmı da arada ne diyeceğini bilemeden aynı mücadeleyi başka gereklilikler peşinde sürdürmeye çalışıyor, üstelik birbirlerini dışlayarak. bu dışlama/dışlanma haline itirazım var (sanırım yazıda da var bu itiraz), çünkü kanımca gerçekten değişim yaratabilecek bir mücadele için sınıf-kimlik dahilinde deneyimlerin değiş-tokuş edilebilmesi gerekli. (mücadele derken aklınıza çok büyük şeyler gelmesine gerek yok, sizin yaptığınız gibi kişisel deneyim paylaşmak dahil her türlü çabayı kastediyorum.)
“doktoralı ev kadını” bir vurgudan çok konum belirtme ihtiyacından kaynaklanıyor: ev işini mecburiyetten değil tercih ederek üstlenmiş bir insan konumundan bildiriyorum kaptan, hem feminik olup hem de evde çay servisinden sorumlu olunabiliyor, ben denedim :) kendimize ve etrafımıza bakabileceğimiz pencereyi ise sosyal çevremizden bağımsız düşünmek mümkün değil. ben ve benim gibi geçmişsiz, dayatma kültürle köksüzleşmiş, darbe travması çocukları için o pencere maalesef çok sorunlu, zira pencereyi yerleştirebileceğimiz sağlam bir duvarımız, aidiyetimiz yok. etrafım “yaa burda nefes alamıyorum yaaa, isviçreye taşıncam ben, buraya ait değilim” benzeri dert yanan aklıevvellerle dolu. yüzeysel tarifimin yüzeyselliği de yarı şaka yarı ciddi idi aslında, ama sanırım şaka kısmı sadece bir zencinin diğerine nigger diyebilmesi gibi: kaynak tam belli olmayınca uygunsuz kaçıyor.