REÇEL

Hamaratlığın Sonu

Benim kendi çapımdaki hamaratlığımın sonu oldu bu cümle.

Yazar: Huri

çay yok

Uzun yoldan gelen misafir var. Sabah sofrasını annemle birlikte hazırlamıştık. Azami özen, dikkat ve hevesle hazırlamıştık her şeyi. Börekleri ben yapmıştım. Harbiden sevgimi muhabbetimi de kattım yani o derece :D

Muhabbetin ortasında parazit bir ses: “Duvarlara şiir yazılarak tez yazılmaz.”

(Sevdiğim şiirleri yazdığım kâğıtlarla kaplamıştım duvarı ondan bahsediyor.)

Baktı sofrada eksik, kusur yok; teze sardı zahar. “Hoppala, hacı sana börek yapmışım ben onu yesene, sana ne benim tezimden” demedim tabii. Bir yerden sonra cevap vermeye de üşeniyor insan.

Gel gelelim benim kendi çapımdaki hamaratlığımın sonu oldu bu cümle, çünkü duvarlara şiir yazılarak tez yazılır mı bilmem ama sofralar kurup kaldırırken, gelsin kekler, gitsin börekler, bir demlik bitmeden ikincisini demleyelim, peşi sıra gelsin kahveler, bulaşığa da el atalım derken de tez yazılmıyor.

Hayatımı ev işleri-okul/akademi/iş hayatı ikiliği üzerinden yaşamak isteyen birisi değilim. “Evdeki” kadını alaşağı edip, karşısına okulda, iş hayatında, akademide şurada- burada bir prototip koyup onu yüceltmek istemiyorum. Ancak muazzam sağlıklı bir vücudunuz varsa ve muazzam becerikli bir insansanız bir yandan çok hamarat bir yandan da çok iyi bir yazar, çok iyi bir okuyucu, çok başarılı bir öğrenci vs. vs. olursunuz. Ama bu mümkün değil, dört tane gözünüzün, birbirinden bağımsız hareket edebilen altı tane elinizin ve ayağınızın olması lazım. Hem sağ hem sol elinizi aynı şekilde kullanabilmek, her iki elinizle de patates soyabilmek gibi bir şey değil bu, daha fazlası. Şu an ben bu yazıyı yazarken, arkamdaki çekyatın üzerinde katlanıp dolaba yerleştirilmek üzere beni bekleyen çamaşırlar var. Ben onları arkamda bırakıp yazıyı yazmayı tercih ettim, hamaratlığım tutsaydı yazıyı başka bir güne (o gün hiç gelmeyebilir de) bırakıp bu çamaşırları katlayıp sonra bir de mutfaktaki bulaşıklara el atacaktım. Yukarıdaki diyalogda kişinin bilerek ya da bilmeyerek benden beklediği überhamaratlık ise onun ya da başkaları için hazırlık yapıp sofra kurarken bir yandan da tezimi yazıp bitirmiş olmamdı.

Birkaç arkadaşımdan annelerinin temizlik yapmaktan bel fıtığı olduğunu duymuştum da epey şaşırmıştım. Benim annem yaylada büyümüş, çelik gibi iskeleti var maşallah. Yorulmak nedir bilmiyor. Benim bu hamaratlık hikayem de biraz ona yetişmek derdiyle ortaya çıkan bir şey sanırım. Henüz çocuk yaşlarda iken sabah sabah bir yandan iş yaparken bir yandan “siz de kadın mısınız” diye söylenen bir kadının sesiyle uyanınca insan ister istemez kadın nasıl olunur diye bir arayışa koyuluyor. Hamaratlığa giden zorlu yolda ilk adımlar… Bu duruma öyle bir saplanıp kalıyorsun ki vücudunun verdiği uyarı sinyallerini umursamıyorsun. Mesela benim bir kas rahatsızlığım var ve yaptığım her işten sonra gelen bitmek tükenmek bilmeyen sırt ağrılarım beni hamarat olmamam gerektiği konusunda bir türlü ikna edemiyor. Çünkü bir dönem yukarıda bahsettiğim kadına ne kadar kadın olduğumu ispat etmek zorundaydım. Bu durumun üstesinden geldiğimde ise o sürekli koşturan ve iş yapan kadın ile dayanışmam, yardımlaşmam gerektiğine dair bir şiar edinmiştim. Aynı evde yaşarken ev işleri için- o ev işlerinin ne olduğu, ne zaman, ne sıklıkla, ne şekilde halledilmesi gerektiğine dair kararlarda tek taraflı bir iradenin söz konusu olduğunu sonra sonra fark etmiş olsam da (bunun detaylarını başka bir yazıya saklıyorum) – tarafların sarf ettiği emeğin eşit olması konusunda hassasım. Yani hamaratlıkta çıraklık dönemini geçmiş, ustalık dönemi ile birlikte hamaratlık dayanışması içerisinde bulmuştum kendimi. Peki ne olacak bu işin sonu? Bu noktada Yıldız ablanın söylediği önemli: “Evin meleğini öldürmeyelim fakat bizi mahvetmesine, yok etmesine, var oluşumuza kast etmesine de izin vermeyelim. Şu evin meleğini biraz kontrol altına alalım.”

Demem o ki yaşamını sürdürebilmek için herkesin asgari düzeyde bulaşığa, çamaşıra, ütüye, yemeye vs. el atması gerekir ama bütün bunları hayatın yegâne amacı haline getirmeye gerek yok değil mi? Kıyısından köşesinden az buçuk feminik bir tarz, tavır ve fikre sahip olduğunu düşündüğü bir kadının hamaratlık belirtisi gösterdiğine şahit olduğunda büyük şok geçirenler için söyleyelim  hamaratlık- feministlik diye bir ikilem de yok. Bu yüzden belli eylem ve etkinlikleri böyle bir ikilik üzerinden tarif ve tasnif etmenin de bir anlamı yok. Yani bir kadın örgü örmeyi de çok sevebilir, yazmayı da. Okulu da çok sevebilir, misafirlerine ikramda bulunmayı da. Gezip tozmayı da sevebilir, güneşli güzel bir günde pencere kenarına ilişip etamin işlemeyi de. Ama ben, geldiğim noktada bütün bunları bir kenara bırakarak elimde bitmemiş bir tez (tez çok matah bir şey olduğu için demiyorum, siz onun yerine yapmanız gereken ya da yapmak istediğiniz şeyleri koyun)  ve bitmeyen sırt ağrıları ile sormak zorundayım bu kadar hamaratlığın âlemi var mı? Birileri sürekli durmanız gereken yeri, ait olduğunuz yeri gösterirken, aile akraba buluşmalarında, dost meclislerinde ayağına çay getirdiğiniz adamlar sizin bir bulaşık yıkamanızı, yemek yapmanızı, örgü örmenizi diline dolayıp alay etme cüretinde bulunurken, yaptığınız, uğraştığınız, ortaya koyduğunuz ürün her ne ise buna yine çoğu kez kadınlar itibar ederken gerçekten hamaratlığın alemi var mı?

 

 

 

 

Huri Küçük |REÇEL

7 yorum

  • huri yine 12’den vurmuş.

    bir de şu var; tüm bu ikilemler yüzünden insan birinden birini tercih etme durumunda da kalabiliyor. bunu çoğu zaman bilinçsizce de yapıyor. yani bakıyorsun tez değersiz görülüyor, senin gözünde de yavaş yavaş değerini kaybediyor. ya da tam tersi. ama sonra bakıyorsun sen kendini hamaratlık için paralasan bu sefer de “ya bu tez niye hala bitmedi” diye söyleniyorlar. acaba niye ?? ya da şu “iyi de senden ev işi bekleyen yok ki” pardon da benim de evin içinde dört dönüp sürekli temizlik yapan bir kadınla yaşarken zihnimi boşaltıp ayaklarımı uzatıp tez yazabilecek bir karakterim de yok maalesef. burda tez örnek verildiği için ve benim de başımda öyle bir dert olduğu ve hatta bu işlerin ortasını bulamazsam o dertten uzun bir süre kurtulamayacağım için tezi örnek verdim. ama çalışan, başka şekillerde ev dışında faaliyet gösteren, ya da evden çalışan ve evin hayhuyundan sıyrılsa da dert sıyrılmasa dert çeken kadınların durumu da benzer.

  • ay bi dakika, çay servisi sırasında okudum, arada kaçırmış olabilirim de. bende de şöyle bir örnek var:

    Daha lisede falanım, annem yok evde. Çay demlemişim, koca koca kadınlara adamlara çay servisi yapıyorum. Bir yandan da ödevim var diye arada bir gidiyorum. Kadınların birinin çayı bitti, ama bana zahmet olmasın diye kendini çayını doldurmak için hamle yapıyor, ben de misafire hürmet etmek için hamle yapıyorum, o sırada üçüncü bir kadın olaya el atıyor: “bırak, koysun!”

    Sana burdan bir korum!

    Tööbe. Daha bardakdaki çayları dökmeden zar zor getiriyorum, anam yok başımda size çay demlemişim (evet kocaman kızım ama ben de öyle annem gibi becerikli değilim) kendi çayınızı kalkıp alamıyorsunuz, bir de sanki benim görevimmiş gibi “koysun”.

    Sonra olayı anneme anlattım. Annem gülüp, “koysun” diyen kadının kendi kızı için söylediği şu cümleyi nakletti. “Ben kızımı temizlik/yemek yapsın diye okutmadım.”

    Kendi kızı okumuş olduğu için çay koymaması gerekiyormuş, bilememişim.

    Ya bu başka bir yazının konusu galiba? Okuyan kızdan beklenenler, okumayanlardan beklenenler falan?

    • Aslında başka yazı konusu değil gibi. Olabilir de ama. Senin kızın temizlik falan yapmasın, kim yapsın peki? Başka bir kadın. Ortada hizmet etmesi gereken bir kadın olacak illa.

      Şu misafirlikte kadınların servis yaparken çekişmeleri de çok hoş oluyor. “Zahmet olmasın ben alayım” “aman ne zahmeti getiririm ben” “yok valla olmaz” “aman ölümü öp” ….
      İkinci demlik bitmiş evin erkeğinden şok eden bir soru “çayı niye az demlediniz?” :)

      Daha da devam ederdim de kendimi frenledim. Mervecim hikaye üstüne hikaye yazdırdın bana :)

  • Güzel yazı olmuş teşekkür ederiz. Annemin 20 yıllık arkadaşları sadece çay servisi eden kız görüntüsünden hoşlandıklarından çayları baya strict bir şekilde getiren kızlar yetiştirdiler. (çayın bittiği saniyeyi hesaplayıp dolduran, kendinden küçüğe büyüğe hürmetle çay servisi yapan vs…) Ben öyle olamadım, o görüntüden hoşlanmalarından nefret ettim. Adım “Aay Büşra mı o bilmez bi iş ehehehe o daha çocuk canım”a çıktı. Hasbelkader başında 3 çocuk olduğundan ev işleri yapamayan kadına yardım etsem (tamamen ihtiyacı olduğu için) “Büşra’dan beklenmeyen hareketler, gözlerimiz doldu.” tepkileri. Valla nefret ettim misafilrlikten.

  • yazıya binaen ; perdelere kağıtları iğneleyerek öykü yazarı olunuyorsa (bknz.sevim burak) , neden duvarlara şiir yazılarak tez yazılmasın?
    zaten bu kadına destek olmadan , takdir etmeden sürekli ahkam kesmeler yok mu.. bizde hata kardeşim, super-woman olmayacaksın. hayatla derdi sadece akşama ne yemek pişireceği olan kitle bahar temizliğini bile abartarak yaptıkları için , nasıl da kıymet biliniyor.
    akademide bir şeyler yapmayı kendimiz için birşey yapmak olarak gördüğümüz için mi bu kadar özverili davranıyoruz acaba? bilemedim.