Konuk Yazar: Ayşe Özlem
Hayat bir “oyun” ve oyalanmadan ibaret. El Hakk.
Yetişkinlikte hangi oyunu oynadığımızı ise küçükken oynadığımız oyunlar belirliyor biraz da. Çocuğun oyun sırasında üstlendiği rollerle dünyayı algılamaya çalışırken kurduğu özdeşim kişiliğin belirlenmesinde çok etkilidir. Küçükken kız ve erkek çocuklarının farklılaşan oyunları, yetişkinlikte toplumsal düzenin şekillendirilmesi, rol dağılımları ve cinsler arası iletişim ve etkileşimin yönü, yoğunluğu ve kalitesini de etkiler bir bakıma. Elbette tarihsel, kültürel ve sınıfsal farklılıklar ve de çocukların gelişimine etki eden çok çeşitli oyun türleri olduğu göz ardı edilemez ancak, süregiden kamusal kültürü üreten hâkim eril ve dişil zihin yapısını yansıtan en tipik oyunların erkek çocukları için futbol, kız çocukları için dramatize edilen peri masalları ve kahramanlarıyla özdeşim kurulan öykü, roman veya menkıbeler olduğunu söylemek çok hatalı olmayacaktır.
Hepimizi sarmalayan hâkim kamusal kültürü üreten eril zihin hayatı futbol oyunu gibi algılar genelde. Anahtar kelime “kondisyon/sağlamlık”, amaç “kazanmak”tır bu oyunda. İyi geliştirilmiş stratejiler ve taktikler, üstünlüğü/gücü ele geçirmek için şarttır; yerine göre ofansif yerine göre defansif oynamak gerekebilir. İsabetli bir vuruş için özel teknikler öğrenmek gerekir. Kondisyondan düşmemelisiniz, aksi takdirde yedek kulübesine geçebilir ya da tamamen oyun dışı kalabilirsiniz. Sertlik(katı rasyonalite) esastır. Yumuşaklığın(duygu/sezgisel akıl) sadece doğru açıyı yakalayıp daha sert vurabilmek için araçsal bir işlevi vardır; topu göğüste ya da ayak içiyle/dışıyla yumuşatmak gibi. Duygular ve akıl arasında böyle bir hiyerarşi vardır. Duyguların aklı daha etkin kullanabilmek için rehabilite edici bir işlevi vardır. Oyun erkek oyunudur; kadınlar ya hiç yoktur stadyumda, ya ponpon kızdır ya da tribünde tuttuğu takımın atkısı, şapkası, bayrağıyla tezahürat yapmakta, destek olmaktadır. Kadınlaşmış yani yeterince sert olamamış, olamayacak durumdaki erkekler de oyun dışıdır; kondisyondan/çaptan düşmüşlerdir ve artık işe yaramayacaklardır. Kondisyon yerinde olduğu müddetçe varsındır ve varlığın anlamlıdır. “Fevkâlâde adamlar”ın dünyasıdır bu dünya…
Eril zihnin tahakkümü altındaki kamusallıklarda yer almak istemeyen kadınlarsa var olabildikleri alanlarda bir peri masalı ya da öykü/roman/menkıbe gibi algılarlar hayatı; bir peri masalı ya da öykü/roman/menkıbe kahramanı gibi yaşarlar. Anahtar kelime “büyü/estetik, zarafet”, amaç “anlatmak/anlaşılmak”tır. Kişiliğe, ait olunan sınıfa ve hayatın akışına bağlı olarak yerine göre; Sindrella, Rapunzel, Pamuk Prenses, Kibritçi Kız, Anna Karenina, Çalıkuşu, Jeanne D’arc, Hürrem, Fatîma, Jane Eyre, Rabiatul Adevîyye, Juliette ya da Aişe olunabilir. Yumuşaklık(Duygu/Duyumsama ve sezgisel akıl yürütme) esastır. Sertlik(katı rasyonalite) zaman zaman kullanılır; araçsaldır. Büyü korunabildiği müddetçe varsındır ve varlığın anlamlıdır. “Büyüleyici kadınlar”ın dünyasıdır bu dünya…
İnsanın eril ve dişil formlarının küçükken farklılaşan oyunları, yetişkinlikte içeriği boyut kazanarak değişirken, iki formun hayatı duyumsama/algılayışlarındaki temel fark olarak sonuç ya da süreç odaklı oluş belirginleşir. Hayatın seyri içinde her form kendi hayat mottosunu (kondisyon/büyü) esas kabul ederek oyunu kurallarına göre oynamaya ve amacına(kazanmak/anlaşılmak) ulaşmaya çalışırken algılama ve duyumsama biçimlerinin hakikatin tek spektrumu olduğu yanılsamasına düşerek birbirine ve varlığa yabancılaşma, kontağı/etkileşimi koparma yoluna gider ya da bir taraf bir tarafın varlığında benliğini yok ederek hâkimiyeti altına girer…
Eril zihin, geliştirdiği etkili taktiklerle siyaset, din, felsefe, hukuk gibi alanlarda hâkimiyet kurarken; adalet, hakîkat, ahlâk, siyasa gibi kavramları da eril perspektifle tanımlamış; tüm bu alanlarda oluşan iktidarı yitirmemek içinse sürekli kondisyonu “muhafaza”etmesi gerekmiştir. Tahakkümün sürmesi eril değerlerin hiyerarşik olarak üstte kalmasıyla mümkündür. Katı rasyonalite, duygulardan ve sezgisel akıl yürütmeden hep üstte olmalı, bu sayede üretilen “realite” hepimize dayatılmalı ve de tanımlama tekelini kendinde “muhafaza” etmelidir. Bu haliyle dişil form eril formun “tanımlama şiddeti”ne maruz kalırken bu şiddet karşılaşmanın farklı alanlarında farklı boyutlar kazanır…
Hemen bütün dinler ve dini ekollerde olduğu gibi, İslâmi ekoller de az ya da çok eril perspektifin gölgesinde gelişmiş, hayata ve hakîkate dair tanımlamalarını, teorilerini eril formlarda inşa etmişlerdir. Bu forma uymayan ekoller oyunun kurallarına uymadıkları için hep bir miktar aşağılanmıştır, bazı tasavvuf ekolleri gibi…
Hakîkat bir “nur” ise, hayatın/canlılığın insan formunun eril ve dişil spektrumlarından yayılan renklerin, varlık âlemindeki diğer nur hûzmeleriyle ahenk içinde “bir”leşmesiyle/tevhîde ulaşmasıyla yeryüzünü aydınlatacaktır. Bunlardan birini engellerseniz ortaya çıkan rahatsız edici, şiddet içeren görüntü hakîkatin tecellisi değildir.
Yeryüzünün halifeliğini üstlenerek “irade” etme hakkı kendisine tanınan “insan”, eril ve dişil formuyla birlikte bu noktada bir tercih yapmak durumundadır: Eril tahakkümün ve dişil itaatin birbirini besleyerek ürettiği sistematik şiddete, Mars ve Venüs uzaklığındaki yabancılaşmaya/kopuşa son verecek miyiz? Futbol ve peri masalı kıskacında hayatı anlamlandırmaktan kurtulabilecek miyiz? Fevkâlade adamlar/büyüleyici kadınlar olmaktan vazgeçip, küçükken birlikte oynadığımız ya da kültürel nedenlerle oynayamadığımız etkileşimli oyunları yetişkinlikte oynamaya devam edebilecek miyiz?
Mesela tüm kültürel çeşitliliğiyle “dans” oyununu seçebilseydik nasıl bir kültür üretirdik yetişkinlikte. Dansların en uyumlusu olarak bilinen “vals”i ele alalım mesela: Valste anahtar kelime “senkronizasyon/eşgüdüm”, amaç “uyum”dur. Taraflar belirli bir mesafede yüz yüzedir, birbirine muhataptır. Göz ve ruh kontak halindedir, birbirini görmektedir, kimse kimseyi görünmez kılma ya da kendini görünür kılma çabasında değildir. Hareket belirli bir ritm ve senkronizasyon/eş güdümle gelişir. Sertlik ve yumuşaklık dengelenmiş ve bir uyum yakalanmıştır. Artık bir ışık gibi akıcıdır hareket, uyum içinde süzülerek dans eden tüm varlıkla bütünleşecektir, tevhîde ulaşacaktır.
Hayat bir “oyun” ve oyalanmadan ibaret. El Hakk.
Ama hangi oyunu oynayacağımıza, “birlikte mi? ayrı ayrı mı?” irademizle “ayrı ayrı” ve “birlikte” karar vereceğiz…
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]