REÇEL

Evli, Okullu, Çocuklu

İdo Yenikapı – Güzelyalı vapur hattı, mescide tıkılmış çocuklu kadınlar muhabbeti başlar:
– Siz de mi okuyorsunuz?

            Konuk Yazar: Meryem Selva

invi

Ingaaa… Ingaaa… Ingaa… Inga. 
Alarmım yine erken çaldı. Saat kaç? Üç. “Geldim oğlum geldim”.
Ingaaa… Ingaaa…
“Hadii, em bakalım”. Akıllı telefonlar sağolsun. Bugün şiir dersi var. Tıkla Gooogle’a. İyi bari varmış internette.
Darülfünun İlahiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisi Mehemmed Şerefeddin Efendinin 1925-1341 senesinde Evkafı İslâmiye Matbaasında basılan «Simavne Kadısı oğlu Bedreddin» isimli risalesini okuyordum. Risalenin altmış beşinci sayfasına gelmiştim. Cenevizlilere sırkâtip olarak hizmet eden Dukas, tarihi kelâm müderrisinin bu altmış beşinci sayfasında diyordu ki: 
Ingaaa… Ingaaaa… Ingaaa…
“Tamam, bitti mi oğlum? Hadi gazını çıkar… Aferiinnnn. İşte böyle. Hadi uyuyalım. Eeee… Eee… Ee…”
O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kâin ve avam lisanında Stilaryum – Karaburun tesmiye edilen dağlık bir memlekette âdi bir Türk köylüsü meydana çıktı….
Ingaaa… Ingaaa… Ingaaa
“Hadi Eee… Eee… Eee”
Tüh! Şarjım bitiyor. Neyse. 
Stilaryum Sakız adası karşısında kâimdir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arâzi gibi şeylerin kâffesinin umumun mâlimüştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.» 
“Pişş… Pişş… Pişş… Pişşş”
Uyudu galiba. Saat dört. Uyu uyuyabilirsen
***  
Ingaaa… Ingaaa… Ingaaa…
Alarm benim için çalıyor. Altı olmuş. “Aferin oğlum”. İnsan istese de geç kalamaz derse.
Engels’ten iki cümle geldi aklıma: «Burjuva için karısı alelâde bir istihsal âletidir. Burjuvazi, istihsal âletlerinin içtimaileştirileceğini duyunca tabiatiyle bundan içtimaileştirilmenin kadınlara da teşmil edileceği neticesini çıkarıyor.» 
Ingaaa… Ingaaa… Ingaaa…
“Hadi bakalım gaz. Çık baaakalımmm…” Aaa, uyudu. İyi madem. Badilerini ütüleyeyim.
Badiler ütülendi. Diş kaşıyıcıları, mendil, bez, kundak hazır. Yumurta haşlandı. Peynir tamam. Bir iki taze hurma da atalım çantaya. Bir de muz. Defter, kalem…
“Gel bakalım oğlum, pişşş… pişşş…”
 Çanta, akbil, anahtar, telefon. “Pişşş… pişşş.”. Kapıyı da kilitledim. Marmaraya kadar uyanmasa bari. “Taksiiiiii!”
-İki lira bozuğun var mı abla?
-Bir bakiim…
-Yoksa kalsın, sonra verirsin.
Tanıyor galiba. Kim bilir bu kaçıncı binişim.
-Günaydın kızım.
-Günaydın.
Simitçi? O da mı tanıyor? İyi de hiç simit almadım ki. -Gerçi her gün önünden son sürat Kraft’la koşan bir kız. Kim bilir nereye gidiyordur dimi? Ben bile merak ettim.-
“Aaa kim uyanmışşş…?” Kalabalık dağılıyor. Koş, babam koş. Buna yetişmem gerek. Nasıl yani ya? Asansör mü bozuk? Geçici olarak… Yahu bunun yazısı asansörün önüne mi konur? İnsan yolun başına asar. Hey Allah’ım ya sabır. Git şimdi diğer asansöre yürü. -Bir “disabled” bir de ben-
“Kapı kapanıyor.”
“Asansör aşağı yönde hareket ediyor.”
“Oğluuummm bak kapı açılıyor”.
“Kat eksi bir kapı!”.
                                           ***
Eyvah! Yağmur. Lütfen taksiii. Burada da taksi durmaz ki şimdi. -Bir “disabled” bir de ben-. Marmaray’ın asansör çıkışından taksi geçen köşeye kadar yürümek bir alışveriş merkezinde alt kattan üst kata çıkmak için bütün katı yürümek zorunda kalmak gibidir. Yürü, babam yürü. Bir o kadar da yerin altından asansöre binmek için yürüyorsun zaten. “Taksiiii…”
-Nereye abla?
-Şehir Üniversitesi. Batı kampüsü.
Boğazın orta yerine gelmiştik, deniz durmamacasına akıyor, kurşun boyalı havanın içinde sular köpüklenerek kayığımızın altından kayıyordu ki koğuştaki resme benzeyen kayıkçımız:
Serbest insan ve esir, patriçi ve pleb, derebeyi ve toprak kölesi, usta ve çırak, bir kelime ile ezenler ve ezilenler, nihayet bulmaz bir zıddıyette birbirine karşı göğüs gererek bazen el altından, bazen açıktan açığa fasılasız bir mücadeleyi devam ettirdiler; dedi. 
            
Ingaaaa… Ingaaa… Ingaaa…
“Dur oğlum. Geldik.”
Ingaaa… Ingaaa… In ga…
“Başparmağım, başparmağım neredesin? Burdayım…”
“Ku vak vak vak ku vak vak vak kuyruğun nerede? Kuyruğum yok kuyruğum yok yüzerim derede. Ku vak vak vak. Ku vak vak”
“Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor. Balıkçı Hasan…”
 -Nasıl tutuyorsunuz bu kadar şarkıyı aklınızda?
-Efendim? Aa, uyumuş.
-Biraz daha söylersen ben bile uyuyacağım. Hep aynı şarkılar.
-Arada kemençe de dinletiyorum.
-Kemençe mi?!
-Müsait bir yerde solda inebilir miyim? Teşekkürleeerrr…
                                    ***
Beş saatlik ders bitti. “Aferin oğlumaaa” “Yine gelsiiin, yine girsin derseee,olmazmııı?” “Tersten başladı okula bu çocuk, bu yaşta üniversite.”
-Taksi çağırabilir miyiz?
-ŞehirBatı’ya bir taksi. 07 geliyor.
-Teşekkür ederim.
-Üsküdar’a inelim. Marmaray’a gideceğiz. Harem’e doğru dönelim. Asansöre yakın kapıda ineceğim. Baştaki girişte asansör yok da.
-Peki, hanımefendi. Kuzguncuktan gidelim.
                                      *** 
Tiz bir fren sesi.Çarpıyoorrruzzz, çaaarpppppp, oğlummm, duur du!.
-Abla ne oluyor?
-Sabahtan beri üçüncü kaza bu.
-Yola bir şey dökülmüş. Belediyeyi, beyaz masayı aradık kimse gelmiyor.
-Baak baak baaak. Aaayyyy, bu da kaydı. Ben insem abi. Vapura yetişeceğim,İdo Yenikapı’ya.
-İn abla, gitmez bu araç daha.
-Taksiiiiiii 
                                     ***           
Ingaaa… Ingaaa… Ingaaa…
“Geldik oğlum, tamaaam”.
-Ezan okundu mu?
-Evet, kılabilirsiniz.
Ve İdo Yenikapı – Güzelyalı vapur hattı, mescide tıkılmış çocuklu kadınlar muhabbeti başlar:
– Siz de mi okuyorsunuz? Bölüm nedir?
– Optisyenlik. Eşim gözlükçü de. 
– Nerede oturuyorsunuz?
– İnegöl’de oturuyorum ben. Haftanın üç günü kaynımla Üsküdar Üniversitesine geliyoruz. 
– İnegöl’de hepten uzak. Kendime hisse çıkardım şimdi sizden. 
– Siz de mi okuyorsunuz?
– Evet, edebiyat okuyorum ben de. 
– Hangi üniversite?
– Şehir. Yakın sizinkine. Ben de bu oğlanla gidip geliyorum haftanın dört günü.
– Ben de iki yaşında sütten kesilmemiş kızımı bırakıyorum. Bir de oğlum var yedi yaşında.Hiç götürmeyi denemedim.Bursa’dan mı gidip geliyorsunuz?
– Yok yahu o kadar yapamazdım herhalde. Avrupa yakasından Anadolu’ya geçiyorum.
Tam bu noktada başka bir kadın muhabbete atlar:
– Ben de her gün Güzelyalı’dan Fatih’e Kur’an kursuna çalışmaya gidiyorum.
– Sizi de takdir etmek gerek. Gerçi İstanbul’un bir ucundan bir ucuna gitmek de aynı sürede oluyor.Sefer iptalinde n’apıyorsunuz?
– Bu büyük vapur, pek iptal olmuyor.
Diğer kadın kaldığı yerden devam eder:
– Ben de işte yeni başladım bakalım nasıl devam eder. 98 yılıydı İmam Hatip’liydim başörtüsünden okuyamamıştım. O zaman ahdetmiştim kendime.40 yaşına da gelsem okuyacağım bir gün diye. Çok da çalışamadım ama  kazandım.
– Bizi de 2004’te vurdu yasak. Okul puanınız yüksekti galiba?
– 4.98’di. Sayısaldım. 
– Maşallah. Moral oldu bana.Bugün pek yorulmuştum. 
– Ooo ben neyim ki. Sınıfımda haftanın ikigünü Konya’dan uçakla derse gelen  bir kadın var. Eskişehir ve Adapazarı’ndan da. 
– Hadi yaa. Adapazarı neyse de Konya?
Ingaaa… Ingaaaaa… Ingaa…. 
– Neyse, uyandı beyfendi. Ben gideyim yanaşmak üzereyiz zaten.İyi yolculuklar, kolay gelsin. 
– Sağol sana da.
 

 
 
 
 
 
 
 

Konuk Yazar

9 yorum

  • Bu hikayede babanın neden yeri yok? Ya da şöyle söyliyeyim: Baba nerede? Tüm bu sorumluluğu neden kadın yükleniyor?

  • maşallah Allah devamını getirsin. aynı örnek bizim ailede de mevcut. annem 5 yıla 3 çocuk ve 1 üniversite mezuniyeti sığdırmayı başarmış. ilk çocuk olarak derslere en çok giden benmişim ve derslerde hiç ağlamaz, annemi çok mutlu edermişim. babam çalışıyormuş ve annemin okuması da keyfiymiş…

    annemin okuması hala keyfi 48 yaşında, ales’e hazırlanıyor bi yandan bi kızını evlendirecek, diğeri teog’a girecek, kelam mı, tefsir mi karar veremiyor. peki ne olacaksın okul bitince diyorum, gözleri parlayarak hoca olucam diyor. Allah herkesin ilim aşkını ve heyecanını arttırsın inşallah :)

  • Bu hikayede babanın rolü yok mu diyen arkadaşım babanın rolü büyük karısı özel üniversite okuyor hem de bir günde kaç kez taksiye biniyor bedava değil bunlar ben böyle bir durumda asla okuyamazdım mesela ne okula ne yola verecek param olurdu

  • Baba muhtemelen 12-13 saat çalışıp, karısının eğitimi ve çocuğunun geleceği için hayatını mahvetmektedir. Yeri yoktur ama ne bu hikayede ne de bu ailede, bir süre sonra zaten ya aldatılacaktır yada terkedilecektir. Sonrada sağda solda zaten ailesiyle hiç alakası yoktu denecek ve hayatı mahvedilecek. Benim de asla böyle bir kocam olmayacak tabiki…

  • Keyfi okuma nasıl oluyor? Lise biter bitmez üni. okuyan mecburi oluyor da anne olduktan sonra yapacak başka işleri varken kalkmış okuyor der gibi geldi bana. Biraz rahatsız edici buldum.

    Bir de bizim ülkede kadınlar çocuklarının başarılarını hiç susmadan karşısındakine acımadan, vicdansızca, kesintisiz 1,5 saat boyunca anlatırken siz kendinizden 5 dakika bile bahsetsseniz çay ister misin cümlesiyle konu değişebiliyor.

    Biraz sıkıntılar var sanki…