REÇEL

Ev Üzerine

Demek ki bu evdeyim duygusu romantize edildiği halinden çok daha sinsiydi. Aşina olduğumuz, içine doğduğumuz, büyürken tuğla tuğla başkaları tarafından bizim etrafımıza örülen bu duvarların harcı her zaman güven, sevgi gibi olumlu duygular olmuyordu.

Konuk Yazar: Büşra Aytekin

Görsel: Gaurvi Sharma, Morning Tea

“Eve dönmek kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?”[i]

Kişisel hikayem, ülkenin gündemiyle trajikomik bir şekilde paralel ilerlerken ve memleket mülteciler, mülteci düşmanları ve emlak krizleri ile çalkalanırken, zihnim bambaşka sebeplerle “ev” üzerine yoğunlaşmaya başladı (Ne kadarını geçtim de neden bu kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi?) Ev nedir, ne değildir, neresidir, ben neredeyim, ev nerede gibi soruların birleşerek zihnimde oluşturduğu kaosun duvarlarına, ev ile alakalı rastladığım bütün dizeleri, alıntıları özenle yazdım. Bizi eve, şarkıya, kalbimize dönmeye davet eden şaire yine kendi dizesiyle “Döneceğim ama hangi yolla?” diye sorarken, başka bir cümle büyük puntolarla birden zihnimde belirdi -aman Allahım bir cümle ancak bu kadar zihinde belirebilirdi- “Ev bir mekân değildir, ev bir histir.”

Cümleyle ilk karşılaştığımda birkaç defa okumuş olacağım ki aklımda kalmış. Ne zaman nerede kaybettiğimi çözemediğim evde olmanın getirdiği o güvenli duyguya olan özlemimden, ilk okuduğumda kendim söylemişim gibi hak verdiğimi anımsıyorum. Fakat bu sefer, bana kendini yeniden hatırlatan bu cümleyi biraz daha derinlemesine düşünmeye başladım. Eğer sahiden de ev bir mekân değil de bir his ise, bu his nerede, hangi kişilerle, hangi ilişkilerde ortaya çıkıyor? Bazısı hâlâ hayatımda olan, bazısı ile tercihen, bazısı ileyse hayatın akışında ayrı düştüğümüz ama bana evdeymiş gibi hissettiren kişileri bir bir gözden geçirmeye başladım. Neden özellikle bu insanlar? Neden özellikle bu ilişkiler? Tuhaf, kelimelere dökemediğim, neredeyse romantize edilmiş ama aynı zamanda uyuşturan bir aşinalık duygusuydu açığa çıkan. Sonrasında bir uykudan uyanır gibi yavaş yavaş kendime geldim. Gördüğüm şey hiç de şaşılacak bir şey olmasa da son derece çarpıcıydı: Bunların büyük çoğunluğu ne beni mutlu eden insanlar ne de iyi hissettiren ilişkilerdi. Evde olmak bana hiç de iyi gelmemişti aslında.

Öte yandan bunlar dışındaki kişilere ve ilişkilere karşı ne yaparsam yapayım bu aşinalık duygusu bir türlü peydah olmamıştı. Sonuç olarak, ortalıkta evsiz barksız aylak aylak dolaşıyordum. Demek ki bu evdeyim duygusu romantize edildiği halinden çok daha sinsiydi. Aşina olduğumuz, içine doğduğumuz, büyürken tuğla tuğla başkaları tarafından bizim etrafımıza örülen bu duvarların harcı her zaman güven, sevgi gibi olumlu duygular olmuyordu. Ebeveynlerimizden ve onların geçmişlerinden zincirleme bir şekilde devraldığımız ve kendimize özgü hikayelerle birleştirdiğimiz envai çeşit travma, acı, korku bu tuğlalardan içeri sızıyor, evimizi inşa ediyordu. Fakat doğduğumuzdan beri içinde yaşadığımızdan olacak, bunların izlerini nerede görsek hemen tanıyor, yine de tanıdığımız şeyin muhtevasını ilk bakışta anlayamıyorduk. Anladığımız tek şey buranın eve olan benzerliğiydi. Zira, en çok evde hissettirenler, bütün bu olumsuzları en fazla bünyesinde barındıranlardı. Mesele bununla kalsa yine iyi. Bütün bu yaraları en fazla anlayabilecek olanın, yine aynı yerden yara almışlar olacağına dönük bilinçli-bilinçsiz inanç, bu evden çıkmayı iyice güçleştiriyor, farklı kişilerde, farklı ilişkilerde aynı hikayeyi tekrar tekrar yaşamaya sebep oluyordu. Ancak, kaç kere denenirse denensin anlamak çözmeye yetmiyor, iki yanlış bir doğru etmiyordu.

Yine de biraz cesaretle ve o aşinalık duygusunu romantize etmeden bu ilişkilere bakınca kendi evimizin yansımasını olduğu gibi görebilmek, evin çürük tuğlalarını fark etmemizi sağladığı için çok kıymetli. Fakat göreceğimizi gördükten sonra bilinenin o konforlu rehavetine kapılıp, kendimizi bu evlere hapsetmek yerine ya yeni bir ev inşa etmek ya da kurtarılacak durumdaysa eskiyi tamir etmek gerekiyor. Bu emlak krizinin ortasında yeni bir ev fikri başta korkutucu geliyor elbette. :D Sonra, yabancı olana, yeniye alışmanın huzursuz edici bir yoruculuğu, yeniyi kurarken evsiz kalma gerçeği de var. Ancak, korkuyla o aşinalık duygusuna sığınmak, koşarak eski eve kaçmak, bir gün o çürük tuğlaların altında kalma tehdidi taşıyor. Ben şimdilik bu riski almaktansa yıktığım duvarların yerine yenilerini örmeye çalışıyor, aylaklığın keyfini çıkarıyorum. Ev ile alakalı da başka bir cümle buldum: “İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli.”


[i] İsmet Özel, Of Not Being A Jew

Konuk Yazar

Yorum Ekle