Konuk Yazar: Gizem
14. yüzyılda Tunus’ta dünyaya gelen İbn-i Haldun’un ‘’Coğrafya Kaderdir’’ sözünü birçoğunuz duymuşsunuzdur. Ben bu cümleyi Sosyoloji okuyan yurt arkadaşımın kitabını karıştırırken görmüştüm. Sanırım 21 yaşındaydım ve sanki biri yüzyıllar öncesinden benim düşüncelerimi, içinden bir türlü çıkamadığım ruh hâlimi bu cümleyle özetlemişti.
31 yıl önce Kars’ın bir kenar mahallesinde doğdum. Tüm çocukluğum boyunca en çok tanık olduğum şey şiddetti. Sanki babalar çocuklarını, kocalar karılarını, ağabeyler kardeşlerini dövmek üzere programlanmıştı. İçinde büyüdüğüm mahallede annem dahil hiçbir kadın ücretli bir işte çalışmıyordu. Sabahları, kocalarını evden uğurlayan kadınların tüm günleri öğlene kadar ev işlerini yapmak, öğleden sonra da bir komşunun evinde toplanıp çay kahve eşliğinde sohbet etmek oluyordu. Annelerinin eteğinden bir türlü ayrıl(a)mayan ve bu şekilde sosyalleşen (!) kız çocuklarından bir olarak, neredeyse 18 yaşıma kadar bu ev oturmalarında cefa yarıştıran komşularımızı dinledim. Kocaları, kaynanaları, görümceleri gibi evlilik bağıyla bağlandıkları kişilerden çektikleri eziyetleri anlatan bu kadınların bir kısmı, bir adım daha ileri giderek bedenlerinin üzerinde oluşan darp izlerini de paylaşıyordu.
18 yaşımda üniversiteyi kazanıp Ankara’ya geldiğimde etrafımdaki insanların benim gibi olmadığını fark ettim. Hüzünlü bir yanım vardı hep. Davet edildiğim hiçbir etkinliğe katılmak istemiyordum. Ümitsizdim. Oldukça iyi bir bölümde okumama ve başarılı bir öğrenci olmama rağmen, kaldığım yurdun temizlik işçilerine bakıp, sanki birkaç yıla kadar onlardan biri olacağımı düşünüyordum. Bir arkadaşım bu mutsuz ve karamsar ruh hâlinden kurtulmak için destek almam gerektiğini söyleyerek, beni âdeta zorla okulumuzun sağlık merkezinde çalışan bir psikoloğa götürdü. Uzunca bir dönem süren psikoterapiler sonrası, beni bu hüzünlü ruh hâline sürükleyen sebebin farkında olmadan, içten içe güçlü bir şekilde inandığım mutsuz evlilik ve şiddet görme korkusu olduğu anlaşıldı. Sanki çocukluk yıllarımda hikâyelerine tanıklık ettiğim kadınlardan biri olmayı bekliyordum çaresizlik içinde.
O günlerde karşıma çıkan ve sonrasında kız kardeşlerim dediğim iyi yürekli arkadaşlarım, psikoloğumun önerileri ve kendi çabalarımla yaptığım okumalar sayesinde, beni içten içe kemiren o saplantılı düşünceden kurtulmayı başardım. Bir kenar mahallede doğmuş ve onlarca çilekeş kadının arasında büyümüş olmam demek, onlarla aynı hayatı yaşayacağım anlamına gelmezdi. Bu düşünceyi benimsemek uzunca bir zamanımı alsa da, artık İbn-i Haldun’a coğrafya her zaman kader değildir diyebiliyorsam, bir kadın olarak yaşamımda karşılaştığım ya da karşılaşabileceğim her türlü zorlukla başa çıkabilmek için gereken reçeteyi feminizmde ve kız kardeşlikte bulduğum içindir.
Yorum Ekle