REÇEL

Cicim Ama Biz Öyle Konuşmamıştık

Şiddet cicili maskelerin arkasına gizlenmeye çalışsa da renk veriyor, kötü kokuyor ve biz bunu tanıyoruz, öğreniyoruz.

Konuk Yazar: Turuncu Posta Kutusu

“Cicim ama biz öyle konuşmamıştık” demiş. Nasıl da zarif. “Cicim” demiş. Ne çok sevmiş. Bir hanımefendi anlatıyor televizyonda hafta sonu programında. Eşinin ifadesiymiş bu. Nasıl da zarif bir kadın, nasıl da bu dünyaya fazla gibi. Biz çamurlarda kalmışız da o sevgiyle yaşamışçasına güzelliklerle dolu. Peki yukarıdaki cümlenin hikayesi nedir? Eşi beyefendinin, hanımefendinin sorusuna verdiği yanıt bu; hanımefendi sanat tarihi mezunu, oğlunun okulundan bir aylığına izne ayrılan sanat tarihi hocasının yerine refakat etmesi istenince, eşine izin verip vermediğini sormuş; aldığı cevap bu, “Cicim, ama biz öyle konuşmamıştık.”

Hanımefendi evlenirken çalışmak istemeyeceği konusunda eşine söz vermiş. “Söz namustur” diyerek de buna uymuş. Evlendiklerinde üniversite öğrencisiymiş, büyük bir keyifle sanat tarihi öğrenimi görmekteymiş. Çocukları olunca ön plana anneliği almış ve 20 yıl tahsil hayatına ara vermiş, ancak tezhip çalışmalarını sürdürmüş ve elbette annelik yapmış. “Bir kadının en kutsal vazifesi” diyor. “Evliliği yürütmek çoğunlukla kadına düşer, vazifeler onundur. Bir çocuğu büyütürken tezhip gibi ince ince işlersiniz, ilk 7 yaş bilhassa önemli, makam-meslek yine gelir ama annelik geri gelmez” diyor. Çocuklarını büyüttükten sonra tahsilini tamamlamış ancak verdiği söz gereği çalışmayı düşünmemiş. Ta ki üniversiteden hocalık teklifi alana kadar. Eşi buna razı olmuş çünkü geleneksel Türk sanatlarına verdiği önem üzerine bilmeyen birinin bu mevkide bulunmasını istememiş; ailesini ve eşini ihmal etmemek kuralı ile hanımefendinin üniversitede görev yapmasına razı gelmiş. Sonrasında hanımefendi doçentlik, profesörlük gibi ünvanları da elde etmiş. Ailesini de ihmal etmemiş.

Ama masal burda bitmemiş. İncindiğim yeri anlatmaya çalışayım. Bu hanımefendi ve beyefendi takdire şayan zarafette insanlar ama aralarında geçen namus sözüne bakar mısınız? Hikaye ne çok mitle dolu. Kutsanan annelik nasıl yük yüklüyor kadına. Erkek anneliği kutsayarak kadını nasıl da mecbur ediyor fedakarlıklara. Çocukların bakımından, özenden bahsediyoruz ama babanın adı yok neredeyse. Ebeveynlikten değil annelikten söz ediyoruz nedense. Peri masalları yeniden yazılamaz mı? Hanımefendinin şimdi gülerek anlattığı ama yaşarken belki de gülmediği günler başka türlü olamaz mıydı? Kahramanımız okulunu bitirse anneliği eksilir miydi sahi? Veya ola ki çalışsaydı? Çalışmak zorunda kalan anneler ne yapsın acaba bu “eksik” annelikleriyle? Zorunda kalmak durumu da değil aslına bakarsanız, çalışmak isteyen kadın ne yapsın? Anneliği “hak” etmiyor mu yoksa? Bir evliliğin yükü neden kadında olmalı? Neden kadınların “namus” sözleriyle kuruluyor düzen? Her kariyer uzun araları tolere eder mi? Her eğitim yıllar sonra da olur mu? O zaman en başından kadına bazı kariyer imkanlarını dayatmış olmuyor muyuz? 40’ından sonra kariyer basamaklarında yükselmeye çalışmak her sektör izin gerçekçi mi yoksa kadınları mı avutuyoruz? Hayat ne kadar ertelenebilir? Annelik biter mi? Kadın her şeye yeter mi? Kadın kefaret ödercesine annelik vazifesini yaptıktan sonra mı yaşamayı hak eder? Annelik dışındaki düşler ayıp mı? Hem anne olmayı hem kariyer yapmayı istemek aç gözlülük mü? Olmaz mı? Eşler birbirini istekleri konusunda desteklemez mi? Erkeğin dile getirdiği “beni/bizi ihmal edersin” söylemi bencilce değil mi? Sevgi tek tarafın emeği mi? Bu söylem ve kurallarla okulundan, işinden, arkadaşından uzaklaştırılan kadın ihmal edilmiş sayılmaz mı? Erkek ihmal edilmesin diye kadın yok sayılmış olmaz mı? Erkek para kazanıyor diye mi hak bulur kadına kural koymaya? Doğrusunu erkek mi bilir? Doğrusunu bilen erkek kendine/çocuğuna bakmaktan, gündelik sorumlulukları eşiyle paylaşmaktan aciz midir? Kısıtlamalar ve yasaklar; önümüze konulan kurallar kılık değiştirebilir mi? Sevgi, sakınma, kollama, kıyamama, koruma sandığımız şeyler hoyratlık doğurabilir mi? Bazen güller de en az tokat kadar incitir mi?

Kadınlar için okumak, çalışmak hala bir mesele. Toplumda hala kanayan bir yara. Hala diyorum çünkü basit bir fark gibi gösterilmeye çalışılan şey birçok sorunun başladığı yer. Kadınları okutmayan bir kesim varken, okusun ama çalışmasın diyen bir kesim de var. Çeşitli kutsallar bu yasaklara gerekçe oluyor. Sonuç çok da farklı bir yere çıkmıyor. Kadının birey olması ikisinde de engelleniyor. Anneliği böylesine kutsarken anneleri eğitimden mahrum etmek de ironik. Eğitim anneleri mükemmel kılmak için değil mükemmel anneliğin olmadığını kavramak için lazım. Sınırlarımızı bilmek için. Yetişkin ve olgun bireyler olup, olması gerektiği gibi ebeveynlik yapabilmek için lazım. Çalışmak; üretmek için lazım. Hayatın içinde var olmak için. Muhtaç olmamak için. Teoriği pratiğe dönüştürmek için. Birey olarak var olabilmek için. Belki de temel mesele burda zaten değil mi? Kadının birey olması istenmiyor belki de. Korkulan ne? Aile birliği birbirine muhtaç olmakla değil muhtaç olmadığın halde birlikte olmayı seçmekle olmaz mı?

Her zaman arzu ettiğimiz hızda olmasa da neyse ki dünya değişiyor. Duyarlı ve hayatı paylaşan beyler de büyüyor artık bu topraklarda. Kadınların daha iyisini hak ettiğine inanan kadınların sayısı artıyor. Kadınlar “anneliklerini eksiltmeden” de okuyor-çalışıyor. Evliliği sırtlanmıyor, paylaşıyor yükü. Kısıtlamayan sevgiler büyüyor. Şiddet cicili maskelerin arkasına gizlenmeye çalışsa da renk veriyor, kötü kokuyor ve biz bunu tanıyoruz, öğreniyoruz. Büyümeyen sevgiler sürüklenmiyor, yeşertmeyen ilişkiler tutsak kılmıyor, insanlar kısa ömründe yıpranmadan yeni yollara gidebiliyor. Hayat devam ediyor.


Konuk Yazar

5 yorum

  • Anneliğin kutsal olup olmaması hakkında yorum yapamayacağım ama kabul etsenizde etmesenizde, ister yaratılışa suç bulun ister evrime annelik kadinlara kitlenmiş. Kadın fizyolojisi, beyni, iletişim ve empati becerileri , hepsi annelik üzerine çalışıyor. Bu şekilde olmasaydı da muhtemelen insan soyu bu günleri göremezdi.

    Günümüz yaşam tarzi avci toplayıcı toplumlardan farklı gibi gözüksede bir bebeğin ihtiyaçları o gün ile birebir aynı. Bir bebek annesinin kucağından alındığında kalp atışları hızlanıyor, vücudu kaygı moduna geçiyor. Bu bilimsel bir gerçek.

    Babaların bebek bakımında aktif rol almaları annelerdeki gibi otomatik değil. Çünkü onlar da doğumla birlikte salgılanan hormonlar yok.

    Bence açgözlülüğü lüzumu yok. Her konuda mükemmel olacağız, her şeyi başaracağız diye kendimizi harcıyoruz. Hem profesyonel çalışma hayatı, hem annelik yapmak çok zor. İsteyen de anneliği ön plana alabilir. Bunu masal diye yargılamaya hakkınız yok. Anne olmamak da bir tercih. Kimse kimseyi hem çocuk yap hem kariyer diye zorlamıyor.

    • Siz niye bu yazıdan sadece annelik ve kariyer konusuna takıldınız… Niye yazinin ana konusunu es geçtiniz? Burda esas mesele erkeğin eş olmayı yanlış anlaması ve eşine koydugu yasaklari normal görmesi, onun bir birey oldugunu unutmasi!

  • Burada her yazı yayınlandığında hissettiklerimde ve düşündüklerimde şükür ki “bi’ başıma” olmadığımı bir daha anlıyorum. İyi ki varsınız ince düşünen ve ‘başka türlü de olabilir’ diyen kadınlar. sizi seviyorum.

  • Şiddeti cicili maskelerin arkasına saklamak ne kadar da cuk oturan bir tabir olmuş. Elinize sağlık, reçeliniz çok güzel olmuş

  • Benim anlamadığım şey şu,
    Bu hanımefendinin hayatından referansla niçin toplumsal yargılar çıkarmak istediniz ki? Kadının bu şekilde mutlu olmadığına, ezildiğine olan inancınızın altında ciddi bir epistemolojik problem yatmıyor mu? Kadın kendi iradesiyle bir anlaşma yapmış ve bundan gayet memnun görünüyor. Niçin bu hikayede bir sorun aradınız?
    Herkesin tercihleri farklı. Ben eşimin rızası olmadığı için karma ortamlarda müzik yapmayabilirim, bu durumdan da gayet memnun olabilirim. Bunu anlattığım zaman ise birinin kalkıp benim hayatımı kendi ideolojileri ve “doğru” algıları tarafından yönlendirerek bir “kısıtlama ve egemenlik” hikayesine dönüştürmesinden gayet tabi rahatsız olurum.
    Ben sizin düşüncelerinizden rahatsız olmuyorum, kendi düşüncelerinize göre evlilikler kurup mutlu yaşamanız en tabi hakkınız. Ancak başkalarının mutluluk anlayışlarına karışmanızı anlayamıyorum. Bırakın insanlar size “ataerkil” gelen o düzenin içinde yaşasınlar, ne olacak ki :) İşin içinde bir fiziksel şiddet ve bariz bir hırpalama olmadıkça bu tarz müdahaleleri anlamıyorum..
    Mutlu kadınlara ve evliliklere lütfen saldırmayın, bir kadın “mutluyum” derken ona “hayır mutlu değilsin” demeye gerek yok :) İsteyen kocasına reisim der, isteyen eşitlikçi bir evlilik kurar, bunun yoruma açık bir tarafı yok bence..
    sevgiler.