REÇEL

Bu Hepimizin Hikâyesi Değil Mi?

Türkiye’nin “istenmeyen kızı” oluyor birdenbire ve ayrılık sirenleri çalıyor.

 

Konuk yazar: Rabia Yazıcı

rabia 

Kadınlara kendini ifade etme, derdini anlatma penceresi aralayan Reçel’in kurucu kadınlarına selam…

Yaşı kaç olursa olsun her başörtülü kadının bir “28 Şubat” hikâyesi vardır. Ben de kendi hikâyemi Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in ölüm yıl dönümü (19 Ekim) vesilesiyle yeniden hatırlamıştım. Yıl 2006. Lise sınavlarına hazırlanmanın telaşı yanında ablasızlığın hüznü var üzerimde. Yıllardır hiç ayrılmayan beş kardeşin en büyüğü Türkiye’nin “istenmeyen kızı” oluyor birdenbire ve ayrılık sirenleri çalıyor. Biraz daha öncesi, ablam üniversite sınavına girmeden önce, evde bir telaş, bu telaş eğitim hayatı başarılarla dolu olan ablam sınava çalışmadığı için yahut başarıp başaramayacağı korkusu ya da sınav heyecanı falan değil.

 ***

Başörtüm?

Kadınlar unutmak için keserler saçlarını diyor sevgili Sibel Eraslan Saklı Kitap’ta. Sınav öncesi başörtülü kadınların en çok başvurduğu yollardan… Ya da yoldan kaçışlardan… Acaba başörtümle nasıl sınava girebilirim, girsem bile katsayı barajı ne olacak, okuyamayacak mıyım, sınavsız alan okullar var, ama benim istediğim bölüm o değil, denkliği var mıymış? Bunlar o zamanlar ablasının mezun olduğu liseyi henüz kazanan Rabia’nın zihninde kalanlar; bir de hayalleri çalınan, ailesinden, arkadaşlarından, ülkesinden ayrılmak zorunda kalan insanların yaşadıkları var pek tabii. Bu sorular ve sancılı süreç eşliğinde yeni bir koşturmaca başlar.

 ***

Hangi ülkeye gitmeliyim?

Türkiye’nin istenmeyen kızlarının sancılı süreçlerinden biri daha, kendi ülkelerince istenmeyen bu gençleri kim kabul eder?  Hemen telefona sarılınır, dernekler, önceden aynı sorun sebebiyle evladını yurt dışına gönderen aile dostları bir bir aranır.

Bu safha topyekûn bir sorgulamayı da beraberinde getirir. Araştırmalar sonucu yine kanadı kırık olan kardeş Bosna seçilir ablam için. Ülkesinde istenmeyen kızların Viyana’dan sonra ikinci tercihidir Bosna. Bavullar toplanır, helalleşilir ve artık ablasızlık başlamıştır bizim için.

***

İyi ve asil olmanın en doğru ifadesi İslâm!

Türkiye’nin istenmeyen kızlarına kucak açan halkın lideri İslâm’ı iyilik ve asillikle tanımlıyordu. Nezaketi halkının üzerine sirayet etmiş, bu gerçekten büyüleyici. Aliya’nın çehresi bana gökyüzünü anımsatıyordu o zamanlar-hâlâ daha öyle gerçi- bulutların arasından ablamlara bakıp tebessüm ettiğini, onları koruduğunu düşündüm hep ve Bilge Kral “Aliya baba” oldu bizler için.

Nedense kendi hikâyesini daha çabuk unutuyor insan ya da unutmak istediği için belleğinden siliyor, silmeye çalışıyor. Ablamın hikâyesi kendi hikâyemden çok daha fazla acıttı beni. Gerçi bu hepimizin hikâyesi değil miydi?

***

Erdal bir daha uyarmam!

Erdal abi okulumuzun görevlisi, her sabah güler yüzü ve esprileriyle karşılardı bizi ama o sabah bambaşka bir Erdal abi vardı kapıda, zorundaydı çünkü. Beş sene boyunca aynı sınıfı kimi zaman sırayı paylaştığım, evlerine gittiğim, evime gelen arkadaşımın annesi koca bir canavara dönüşmüştü o sabah. Kendisinin boynunda taşıdığı şeyin benim “kafamda” oluşu neden bu kadar rahatsız etmişti onu? “Erdal seni asla bir daha uyarmam! Bunlar bu kapıdan içeri böyle girmeyecek!” Erdal abi bir şey dememişti ya da diyememişti bunu hiçbir zaman sorgulamadım, ağlayarak eve döndüm o gün, kimseye göstermeden gözyaşlarımı. Zaten sınıfın kapısında açtığım başörtümde fazlaydı artık, görünür olmaması lazımdı, hatta hiç olması lazımdı.

***

Hadi evinize!

Haftalarca hazırlandığımız TÜBİTAK matematik projesinin bitiş cümlesi bu.

-Bakan gelecek birazdan sizi böyle görmesin.

 -Ama biz…

Yine eve gizlenen gözyaşları ile girilir, aynı matematik öğretmeni üç başörtülü kızın (burada yoldaşlarım Ebru ve Feyza’yı da anmış olayım) makbul öğrencilerle arkadaşlığını kesmesi için onları sınıftan çıkarır, onlarla arkadaşlık edenlere uyarılarda bulunur, Ramazan’da dersin akışı sırasında yemek yer ve yenmesine müsaade eder. Bunlar hafızamda silik ama kalbimde büyük yer eden şeyler.

***

Aile baskısı canım!

Yolda, parkta, doktorda, spor salonunda… İnsanlar size nasıl olduğunu sormadan, kendi kendilerine yahut yanındakilerle ağlanacak durumda olduğunuzu konuşur ya heh aynen hatırladınız değil mi :) Diyalog şu; “ah yavrum benim kıyamam ben sana! Aile baskısı işte, bak kaç yaşında kız, kim bilir nasıl zorladılar, neyle tehdit ettiler kızcağızı, yavrum benim…” Kimseye ailemin öğretileri doğrultusunda kendi özgür irademle başımı örttüğümü, baskı veya tehdide maruz kalmadığımı anlatamadım, anlatamadık ama en eğlencelisi Arabistan ve İran muhabbetiydi benim için. Bütün ülke siz hepiniz, biz tek! Aydın aydın birleşmişler başörtülüleri eğitmek ve gezdirmek için çabalıyorlar. “Anne İran güzel bir yer mi?”

***

Bir de türbanlı olacaksın!

Bu cümleye yabancı olan başörtülü tanımıyorum. Benim “bir de türbanlı olacaksın” hikâyem türbanın ne anlama geldiğini bilmediğim zamanlardan. Okulca ağaç dikmeye gittiğimiz bir gün gayri ihtiyari ağzımızdaki sakızı patlatıyoruz, kim olduğunu bilmediğimiz bir öğretmen bize doğru geliyor ve yalnızca beni sarsarak  “bir de türbanlı olacaksın çabuk çıkar o sakızı ağzından” diyor. Sivil bir etkinlikte 5-6 öğrencinin sakızından yalnız birininki sakıncalı ve cezaya hak. Şikâyetlerimizin cevabı; “öğretmeniniz sizinle şakalaşmıştır”. Ortaöğretim bu “şakalaşmalarla” son buldu.

***

Geriye dönüp baktığımda ve bu günü gözlemlediğimde ülkenin “makbul vatandaşlarının”  ve “istenmeyen kızlarının” ülke için, insanlık için bıraktıklarına iyi ki diyorum Allah bizi bu şekilde terbiye etmiş, yetiştirmiş. Sabrımızın ve mücadelemizin selametini göreceğiz inşallah. Kin gütmüyoruz ama unutmak da mümkün değil.

 

Konuk Yazar

2 yorum

Bu Hepimizin Hikâyesi Değil Mi? | Budamedya için bir cevap yazın İptal Et

  • Başlık herşeye yeter, hepimizin hikayesi. Bende de alakasız bir pozitif hikaye var. Kendi pozitif gibi ama hissiyatı karmaşık. Yeni örtündüğüm zamanlar, ortaokul yılları. Bir yakınımızın düğününe gittik, okuldan din kültürü hocam da orada, merhabalaşıyoruz. Bir kaç gün sonra okulda karşılaşıyoruz, bana gülümseyerek, “başörtünle melekler gibiydin” diyor. Kaçtığımı hatırlıyorum. Başım açık, bana başım açıkken, “başörtünle melekler gibiydin.” diyor. O anki hislerimi şuan anlatacak kelime bulamıyorum. Belki de “yorum gönder” butonuna hiç basmamalıyım şuan.
    İşte kafalar en hafifinden böyle travmalarla dolu.