REÇEL

Biz varız -iş hayatında-

İnsan işten eve gelip yemek yerken, çay içerken, sosyal medya kullanırken dinlenmek için daha ucuz, elde edilmesi daha kolay başkaca bir dinlenme yöntemi bulamayacağından mütevellit, Türk dizileri bir sığınma mekanizması oluveriyor.

Konuk Yazar: gesundheights 

Bugünlerde iş hayatında kadın olarak, başörtülü bir kadın olarak, hükümete muhalif bir kadın olarak var olmaya, ayaklarım üstünde durmaya çaba gösteriyorum. Hatta daha fazlası çaba göstermeye çalışıyorum diyelim. Niye mi göstermeye çalışıyorum?


Öncelikle iş hayatında bir kadın olmaktan bahsedebilmek için, bir iş bulmak gerekiyor. Peki başörtülü bir kadın için iş bulma opsiyonları neler? Muhafazakar kesime ait iş yerleri, beyaz Türklere ait iş yerleri, kim olduğunun pek önemli olmadığı vasatın altındaki iş yerleri. Öncelikle iyi bir eğitim aldığın ve kim olduğunun önemli olmadığı bir yerde çalışmaktansa evde oturmayı tercih edeceğin içi son seçenek baştan elenmiş oldu. İlk seçenek olan beyaz Türklere ait bir iş yerinde ise, başörtülü fotoğrafı olan bir kişinin cv’sinin incelenmeye dahi alınmıyor olduğunu zaten bunda herhangi bir beis yokmuşçasına rahatlıkla söyleniyor. Diğer bir seçenek olan muhafazakar kesime ait yerlerde ise genellikle kadın çalışan alınmıyor bile. Dolayısıyla bu devirde referanssız bir yerlere gelmek aslanın midesinden ekmek almak kadar güç olduğunu en derinlere kadar hissediyorsun. Zira hükümete yakın birisi değil isen ve kendini Müslüman bir kimlikle dış dünyaya aksettiriyorsan, aklı fikri olan birisi olarak değil de vatan haini bir fetöcü olarak görülmen oldukça olası. Ankara’da herhangi bir “dayın” da yoksa, iyi yerlerde iş bulma ihtimalin iyice düşüyor. Tüm bu engelli parkuru güç bela aşıp bir iş bulduktan sonraki süreç ise belki de hem fiziksel hem mental olarak daha da yorucu oluyor.


Geldiğim noktada çevrede gördüğüm hemen hemen kadın erkek herkes olayların akışı içerisinde en başından beri bu iş dünyasının içine doğmuş gibi tüm koşulları, beklentileri  hatta işleyişi bile gayet kanıksamış bu düzen içerisinde koşturuyor ve hiç sorgulamıyor gibi görünüyor. Bu en başından beri hayalini kurduğum şey miydi? Ideallerimi, inancımı nereye koysam işle birlikte yürütebileceğim? Bu mesleği hakkıyla icra edebiliyor muyum? Bu işi yapıyor olmanın karakterime getirisi nedir veya benden neler götürüyor? Ama sanki hiçbir etik kaygı kalmamış gibi geliyor çoğu zaman. Akademide yok, kamuda hiç olmadı, özel sektör desen kurtlar sofrası… Sistemin içerisinde emir-komuta zinciri altında bir şeyler yapmaya çabalarken etik kaygılarını bir kenara bırakıp sorgulama yetini de kaybediyorsun. Yani önce iş bulmak için çeşitli yakınlıklarını kullanıp etik kurallarını çiğniyorsun, daha sonra iş ilişkisi çerçevesinde yapman gereken şeyler düşünüldüğünde kamu ile veya özel sektöre kendi kurallarını çiğnemiş oluyorsun. Sonuç olarak takmaya devam ettiğin başörtünün hakkını iş hayatındayken ne kadar verebiliyorsun bunu düşünmeye dahi vaktin olmuyor. Gündüzleri zaten öyle bir vakit yok, geceleri ise kafan allak bullak.


Bu dönemde Türk dizilerinin niçin bu denli izlendiğini dahi daha iyi anlamaya başladım. Bütün gün kafan öylesine dolu oluyor ki, akşam değil fiziksel aktivite gerektirecek herhangi bir iş yapmak, insan beyin hücrelerinin fazlasını kullanmak istemiyor, kalan birkaç küçük hücre tanesini ertesi gün işte kullanmak üzere kafanda tutmaya çabalıyorsun. Malum Türk dizilerinin insan beynini uyku halinde olduğundan bile daha az çalıştırdığı düşünülürse, insan işten eve gelip yemek yerken, çay içerken, sosyal medya kullanırken dinlenmek için daha ucuz, elde edilmesi daha kolay başkaca bir dinlenme yöntemi bulamayacağından mütevellit, Türk dizileri bir sığınma mekanizması oluveriyor.


Kabaca şöyle bir hesap ile; işin muhtevası insanı x derece yoruyor ise, işe gidiş-geliş, trafik, şehir insanı 2x yoruyor, bunun yanında tüm bu sistemin başka köşelerinde çalışan, yorulan ve mutsuz olan insanlarla iletişim içerisine girmek, uğraşmak, çabalamak insanı 5x yoruyor. Bu çarkın bu şekilde dönüyor olmasına yapılan haksızlıklara ses çıkarmayıp, tahammül gösterip, bir de bu geçtiğimiz iltimaslar sebebiyle ödüllendirileceğimizi zannederken yine bizler sebep oluyoruz aslında. Tüm etik kaygılarımızı çiğneyip geçtiğimize değdi mi peki?


Sürpriz! Kimse haksızlıklara, eşitsizliklere, yanlışlara göz yumduğun, sineye çektiğin için seni takdir etmeyecek, alkışlamayacak sonuç olarak bundan bir başarı hikayesi çıkmayacak. Belki baş kaldırığın zaman da şam şeytanı ilan edileceksin. Belki persona non grata olacaksın, belki hakkını savunduğun çevre dahi seni abartılı bulup, geride durman gerektiğini, bir senin mi çok bildiğini, herkesin aynı olduğunu ve bunu kabullenmediğin için seni şımarıklıkla, toplumu bilmezlikle, gelenekten bihaberlikle suçlayacak. Peki ya insanın kendi için, toplumu için, inandığı değerler için, ahlak-moral algısı için hiçbir şey yapmamış olmasının dayanılmaz ağırlığı ne olacak?

Konuk Yazar

2 yorum

  • Şu an stajyer avukat hikayesi okumuş gibiyim. Korkuyorun gerçekten çok korkuyorum. Ancak bu kaygıların var olması bile beni mutlu ediyor.

  • “Muhafazakar” sayılan İnegölde bile başörtülü stajyer avukat çalıştırmak istenmediğini gördüm. İlk engel kadın olmam ikinci engel ise başörtülü olmamdı. Hangi üniversiteden ne derece ile mezun olduğum, işimi ne kadar sevdiğimle ilgilenen olmadı bile…