REÇEL

Baba Dostu Bebek Bakım Odaları

Yaklaşık 5 aydır Almanya’dayım. Bu sürede kültür ve dil farklılıklarını sonuna kadar yaşadım. Mütemadiyen karşılaştırma yapıyorsunuz.

Yazar: Fatma Betül Ö.

1

Yaklaşık 5 aydır Almanya’dayım. Bu sürede kültür ve dil farklılıklarını sonuna kadar yaşadım herhalde. Farklılıklar üzerine mütemadiyen karşılaştırmalar yapıyorsunuz. “Aaa Türkiye’de böyle değil!” demeler başlıyor sonra. Sonra bir bakıyorsunuz memleketiniz, Avrupalı bir memleketin yanında gözünüze çok kötü durumda görünüyor. Bütün bunları yaşarken -Berlin’in her açıdan ne kadar yaşanılabilir, mutluluk verici, huzurlu olduğunu düşünürken- hatta buralara gelebilmiş olduğum için şükrederken, içimde bir yerlerde büyük bir rahatsızlık olduğunu hissettim. Kızgın ve üzgündüm. Bir kadın olarak, tesettürlü bir kadın olarak, bisikleti sürebiliyor, taşıt olarak kullanıyordum. Öyle Adalar’a gidip orda bisiklet sürmek gibi değil yani. Ama sürekli şu geliyordu aklıma: “Neden Türkiye’de de olmasın?” Gördüğüm her güzelliğin memleketimde de olmasını isteyip, bunun için çok uzun bir yolun olduğunu fark etmenin rahatsızlığı vardı içimde, kızgınlığı vardı. Düşünsenize İstanbul’da bisiklet sürebilmeyi, trafikte! İstanbul’u geçtim, düz bir il seçelim Konya mesela ya da Malatya?

İşin hikaye kısmına devam edersem niyetimden uzaklaşacağım. Farklılıklar var demiştim. Ama bazı farklılıklar kendi içinde benzerlikler de taşıyor. Almanya yoğun bir yaşlı nüfusuna sahip. Ve hayat hiç de ucuz değil. Vergi, sağlık masrafları, kira… Bir aile rahat bir hayat yaşamak istiyorsa anne de, baba da çalışmalı. Elbette ebeveynlerin çalıştığı ailelerde çocuk sayısı da az oluyor. Ve Almanya’da ciddi bir genç nüfus sıkıntısı var. Ve devlet kendince politikalar geliştirmiş. İşte benzerlikler burda başlıyor: Daha çok çocuk sahibi olmaya teşvik!

Türkiye’de 3 çocuk muhabbetine girmeyen kalmamıştır diye düşünerek ayrıntıya girmiyorum. Çocuk sahibi olan kadınlara yönelik son dönemde çıkan paketleri de bir çoğumuz biliyoruz. Ben Almanya’daki teşvik yöntemlerinden bahsetmek istiyorum. İlk olarak eğer bir aile çocuk sahibi olduysa 2 yıl ücretli izin hakkı var ebeveynlerin. Bu izin bir süreliğine iki ebeveyn için de geçerli, sonrasında biri işine devam ediyor diğeri iznine. Ve eğer gerekirse izin uzatılabiliyor. Kadınlara altın takmıyorlar, ücretli izin veriyorlar.

Zaten  vorschule denilen okul öncesi okullar 1-4 yaş arasında eğitim veriyor. Aile isterse bu okullara çocuklarını kayıt ettiriyor. Devlet her aileden çocuk başına belli bir miktar para alıyor ve kendisi üzerini tamamlayıp bütün ihtiyaçlarını karşılıyor. Okul ve aile arasında bir “para” meselesi asla olmuyor. Çocuk bakımı “kadın” işi asla değil burada. Baba olmak sabahın nurunda çıkıp, eve gece dönüp, çocuklarına sadece öpücük vermek; evin geçimi için yok olmak demek değil. Anne olmak da tüm varlığını çocuklara adayıp; kendi varlığını unutmak değil. İfrat ve tefrit değil yani. Bunu sağlayan da aile içi politika. Nasıl mı? Kadınlar çocuk sahibi olmak istemiyorlar; çünkü çocuk sahibi olmak yıllarca çabaladıkları kariyerlerini bırakmaları anlamına geliyor. Tam bu noktada erkeklere de çocuk sahibi olma sorumluluğu düşüyor ve sadece kadın değil erkek de “çocuğunun sahibi” oluyor. Her sabah 8:00’da koşu yapan bir babayla kesişiyor yolum. İki küçük kardeş bazen arkasında bazen önünde bisikletleriyle babalarına eşlik ediyorlar. Her sabah diyorum dikkat edin. Babalarıyla vakit geçiren çocuklar var burada. Kucağında daha 1-2 yaşlarında çocuklarıyla gezintiye çıkan babalar var. Bu yaşlarda çocuklar ağlamaya meyillidir, sürekli altlarını ıslatırlar, bezlerini babaları değiştiriyor.

Wickelraum denen bakım odaları var burda. Süleymaniye Camisi’nin halka açık kadın tuvaletinde de bunlardan bir tane var. Emzirme odası, bebek bakım odası olarak çocuklu kadınlar için özel bir oda… İlk gördüğümde “Elhamdülillah düşünebilmişler” demiştim. Bir ay kadar önce bazı ufak tefek ihtiyaçlarımızı almak için IKEA’ya gittik. Gez gez bitmeyen IKEA’yı bitirdikten sonra tuvalet bulmamız gerekti. Tuvaletin yanında iki ayrı oda dikkatimi çekti. Bir tanesi “emzirme odası”ydı. Hemen yanında ayrıca “bakım odası” vardı. Ve kapının üzerinde hem erkekler için hem kadınlar için olduğunun anlaşılması adına iki resim… Bu bakım odasını babalar da kullanabiliyordu. Olması gerektiği gibi. Sonrasında, algıda seçicilikten olsa gerek, bazı metro ve tramvay duraklarında, alışveriş merkezlerinde hatta bazı kafelerde de gördüm. “Baba”lar vardı burada.

Sakın yanlış anlaşılmasın niyetim babalarımızı kötülemek değil. Ya da onlar kötü baba demek asla değil. Sadece baba olmak adına bildiğimiz bazı gerçeklerin o kadar da doğru olmadığını düşündüğüm için bunları paylaşıyorum. Bunun bir sürü altyapısı var; kültürel, dinsel, toplumsal, ailesel… Bunları elbette göz ardı etmemek lazım. Fakat; baba da çocuğuna bakmakla yükümlüdür. Yükümlülüğü bıraktım bir çocuk için “baba” varoluş açısından çok önemlidir. “Ayrıca kadınlardan çocuğun tüm bakımını beklemek ne kadar doğru? Bu bir ortaklık işi. Erkeğin sorumluluğu sadece evi geçindirmek mi?” gibi sorular sorduğumda aldığım cevaplar beni “baba olmak” üzerine düşünmeye sevk ediyor.

Almanya’da çalışmayan kadınlar için durumun nasıl olduğunu bilmiyorum, henüz çalışmayan bir Alman kadınla karşılaşmadım, karşılaşır karşılaşmaz soracağım. Türkiye şartlarında bir kadın evli ve çalışmıyorsa ve çocuk sahibi değilse, samimi söylüyorum: Hiçtir. Genelleme yapmanın yanlış olduğunu düşünmüyorum. Evlenen bir kadın, çalışmıyorsa, maksimum ikinci ayında soru yağmuruna mağruz kalır: “Çocuk yok mu çocuk? Torun, yeğen, bebek istiyoruz, ee artık zamanınız da geldi.” Üstüne vazife olmayan insanlardan duyarsınız defalarca. Tanımazsınız bile. Bir yıl geçti ve hâlâ  çocuğunuz yoksa üzerinize dedikodular başlar, çoğunuz olmuyor ya sorunlusunuzdur artık. “Evcilik oynamaya mı evlendiniz!” gelir ardından. Çalışan bir kadınsanız daha vicdanlı olup maksimum bir yıl geç yaşatırlar size tüm bunları. Ve sizin bağırasınız gelir: “Size neee!”

Ama böyledir; çocuksuz, ve bu çocuksuzluk için bahanesi olmayan bir kadınsanız size “kadın” denebilir mi? Baba hiç yoktur bu süreçlerde kimse babayı suçlamaz, babaya soru sorulmaz, sorunlu asla baba değildir… Ve bu şartlar altında sizi kendi içinde sindiren bir sistem içerisinde nasıl 3 çocuk sahibi olacaksınız, nasıl büyüteceksiniz, her şeyle nasıl baş edeceksiniz kimse umursamaz. Ortam hazırlamaz. Altın takmakla birdir işte çocuk sahibi olmak. Ve bir sürü teyze vardır “O kadar çocuk doğurdum da ne altın takanı ne teşekkür eden oldu kızım, kıymetini bilin.” diyen. Bilmek istemiyorum teyze. Aza kanaat ede ede, olması gerekenleri yapmayı unuttuk. Doğru olanı değil, bize dayatılanı yapıyoruz ve bu aza kanaat etmek oluyor. Ben fazlasını isteyen olacağım. Bunu kendim için, bir gün doğacak çocuklarım için, ve eşim için istiyorum. Ben istatistikleri arttırmak için çocuk sahibi olmak istemiyorum. Çocuk sahibi olmak için yok olmak istemiyorum; kocam ve çocuğumla birlikte var olmak istiyorum.

Bir karikatür çizdim; çocuğuyla dışarı çıkan bir babanın bakım odası bulamamasıyla ilgili. Bir gün, umuyorum bir gün babalar için de bakım odası olacak Türkiye’de. Bir gün çocuk sahibi olmak “huzur sahibi olmak” anlamına gelecek tüm aile için; çocuk için, anne için, baba için ve toplum için…

2

Betül Ö. |REÇEL

5 yorum

  • Ellerine saglik Betul, ne guzel de ifade etmissin dusuncelerini.. Yazinda bir kac nokta bana da karin agrisi olan, zaman zaman dusunup dusunup icinden cikamadigim seyler. Ulkemizin hali malum, yasam standlari ve ucuncu dunya ulkesi oldugumuz gercegini de uzulerek de olsa kabul ediyoruz. Ancak zihniyetlerdeki ufak degisiklikler olmadikca hicbir buyuk adimin da olamayacagini dusunuyorum. Bir arkadas camilerde hanimlar bolumlerinin ne kadar kucuk ve kotu oldugunu yazmisti, bu da benzer bir mesele sanirim. Bebek bakim ya da emzirme odalari da mall ler disinda yok hicbir yerde. Babalara ozel bir alanin olmasi inceligini dusunmek ise hakikaten zihnin acikligini gosteriyor. Anneler bile daha yasamin icinde degil, cocuguyla yasam hakki taninmiyor kimseye.. Babalarin konumuna ise hic gelmiyorum; hala babanin cocugunu toplumda sevip sevmemesi tartisiliyorken! Ama gelecek icin yine de umudum var. Bizler ve kalemlerimiz, bizler ve fikirlerimiz var oldugu surece cocuklarimiz da bu endiselerimizle buyuyecekler, belki baba-bebek bakim odalari onlarin elleriyle acilacak..

  • eyvallah da, cinsiyet belirtmeksizin bir çöp “adam” resmi konsa ne olurdu mesela? cinsiyetin burada çok önemli olmadığını düşünüyorum bu nedenle cinsiyetsiz bir simge kullanılsa da olur sanki.

  • Iki toplulugu karsilastirirken, birinin en cahil kesiminin ornekleriyle digerinin en iyi orneklerini karsilastirmak, sozlerinize hic bir deger katmaz. Ben istanbulda yasayan bir babayim. Tarifini yaptiginiz turkiyede baba olmanin zorlugunu, elinde bebekle kalakalma durumunu hic yasamadim. Bu mecralarda bu sekilde yazilar yazip, insanlari ” yaa ne guzelmis Bati toplumu, bir de su rezil ulkemize bak” dusuncelerine sokmak ne dini ne vatani hic bir degerle ortusmez. Hee bu arada siz 3. Dunya ulkesi gormemissiniz azizim.

    • huzeyfe bey, türkiyede yaşayan bir baba olduğunuzu ve sorun yaşamadığınızı söylemişssiniz. çocuğunuzla bebekliğinden itibaren ne kadar ilgilendiğinizi merak ettim doğrusu. bebeğinizle tek başınıza gezip alışveriş yaptığınız oldu mu? olduysa bebek bakım odalarında sorun yaşamamanız olası bile değil. ya da siz gerçekten çok şanslıymışsınız ki her seferinde odanın boş olduğu zamana denk gelmişsiniz.
      yazının “batı övücü” olduğu kısmını ise tamamen kuruntu olarak görüyorum. biraz vatansever biraz muhafazakar her türk insanının ilk tepkisi bu olur. hele ki kadın değilseniz, bunu çok doğal karşılıyorum. henüz bazı şeyleri anlamanızı bekleyecek kıvama gelemedi dünya. yazı, sadece çocuk, kadın ve aile kavramlarının bazı avrupa ülkelerindeki izdüşümün bizden çok farklı olduğunu anlatıyor. nasıl bakmak isterseniz öyle görürsünüz.