Konuk Yazar: Vatansız Konuk Yazar
X’in [marka adı] yeni penye şal koleksiyonunu ilk deneyen pabucumun influzuru olarak orlaynım. Bildiğiniz tüm penye şalları unutun, Suriyeli olma ihtimaliniz yok diyorum…
Daha önce de konuşulmuştur elbet ama her şey bu tartışmayla başladı…
Bir şal markasının reklamını yapan popüler bir sosyal medya kullanıcısının gönderisi, markanın sahiplerinden biri tarafından da paylaşılmıştı… Olumsuz tepki ve eleştirilere, bireysel yazışmalar ve paylaşımlar dışında, yaptıkları ırkçılığı kabul ederek özür dileyen bir yanıt verdiklerini görmedim.
Gündelik hayattaki ırkçılığın, ki Türkiye’de çok ağır, espri malzemesi yapılmasına güleceğimi sanmıyorum, offensive [hakaretâmiz, iğneleyici] mizahtan oldum olası hoşlanmam zaten. Bu ırkçılıktan; Araplara ve Suriyelilere yönelik tüm olumsuz yargılardan kendince muzip bir şekilde ilgi devşirmeye çalışan bir markanın özür dilemesi bence de yerinde olurdu.
Çünkü çok büyük bir soru var: “Suriyeli gibi görünmek” ne demek oluyor ki, bundan böylesine kaçınmak istediğinizi söylüyorsunuz? Bu benzerliğin nesi sizi korkutuyor? Fakir mi görünmek, ciddiye mi alınmamak, alaycı bakışlar mı? Güzel görünmemek mi? İçimizdeki ırkçının sesi bu kadar mı yüksek?
Çoğunluğu 20li yaşlarda olan bu başörtülü kızların içinde, nasıl görünmek istediklerine dair ciddi ayrımlar var. Tüm bu tartışmalar ne kadar yorulduğumu hissettiriyor bana… Kasedi biraz geriye saralım…
Ben çok küçükken başörtü taktığımda birisi bana “abla” diye seslendiğinde üzülürdüm… Ne o kadar yaşlı ne de ablayım ben. Biraz zaman geçti, başörtüsü yerine ipek şal modası başladığında mutlu olmuştum; eee abla gibi görünmeme yolunu bulmuştum. O zamanlar kare başörtüsü takanlar epey bir geride kalmış, bugünün “cool” şeylerini yakalayamamış gibi gelirdi… İşin yoruculuğunun bir yanı bu: sürekli kendi görünümüne dair bir uğraş göstermen gerektiğini düşünmen, her görünümün senin kültürel yakınlıklarına ve politik aidiyetlerine dair bir şey söyleyebiliyor olacağı endişesi… Gerçekten herkes bu ayrımların bu kadar farkında mıydı?
Bugün ise sosyal medya hesaplarından, butiklere ve global mağazaların kreasyonlarına kadar her yer tesettürle kombinlenebilecek, zaman zaman ayarını tutturamayan, zaman zaman cool [havalı] olmaya çok uğraşan, bazen casual [gündelik], bazen tesettürlü bir hayat tarzıyla uyuşacak gibi de görünmeyen, bazen vintage [belirli döneme ait, klasik], bazen çok hanım hanımcık yüzlerce tarza ulaşmak epey kolay.
Ben ise elbette hâlâ yorgunum; kıyafetime karşı daha özensiz, başörtümü/şalımı da çok düzgün bağlamaya karşı daha ilgisizim. Ama elbette bu rahatlığın da türlü türlü duygusal bedelleri var.
Bu bir yanda “özensiz kıyafetinle” ilişkiliyken, diğer yanda güzelliğinle… Özenli olmak ve özensiz olmak, sevimli olmak ve olmamak… Kalabalığa karışabilir olmak?
İçerisine adımımı attığım mağazanın çalışanının İngilizce olarak “Welcome” dedikten sonra çalışma arkadaşına “Arap kesin… Buna satarız ya…” demesi gibi, arkamdan “Nereden geldi bunlar.” ya da “Her yere yayıldılar.” diye söyleneni, şehrin pisliğinden, hastalıklardan dem vuranı ve “Bunları çok küçükken evlendiriyorlar…” gibi tüm bu kötü sözlerin, insanın ağzından o “Suriyeli” sandığı birini görünce dökülmesi… Aynı kıyafetle ya aşırı zengin Arap turist ya da mülteci sanılmak da apayrı bir olay. Sürekli kavgaya, cevap vermeye hazır yaşamak mı? Sürekli duymazdan gelmek mi? Ben artık başörtümü Arabic tarzda bağlamıyorum. Daha genel geçer ama daha az rahat; daha anaakım ama kendince bir çözüm işte.
Ya da sürekli fark edilmezlik istemek mi? Aslında ben bu laflara hiçbir zaman maruz kalmak istemiyorum? Aslında ben hiçbir şey olabilmek istiyorum? Keşke siyasilerin fitilini ateşlediği tüm bu kavgaların bedelini bedenlerimizde taşıyarak yürümüyor olsaydık.
Bu blokta başörtülü olmak hakkında pek çok yazı yazıldı. Görünürlüğünün sorunları, istenen- istenmeyen sorumlulukları, temsil etme- etmeme özgürlüğünün isteği ya da reddi… Daha çok sayabiliriz. Ama yeni sayılabilecek bir toplumsal meselenin bu tartışmanın başka bir yönünü bize düşündürtmesi açısından çok önemli bir yazı olmuş. Yanlış hatırlamıyorsam ilk yazı da diyebiliriz. Çok teşekkürler.
Bu vesileyle aklıma geldi, keşke burada Suriyeli kadınları da okusak.
“Kalabalığa karışabilir olmak…”
Dile getirirken endişe taşıyarak tereddütler yaşadığım muhafazakar camianın 10-20 yıllık “kapalı” kadınlarının açılma serüveni…
Biliyor musunuz bu vakaların büyük çoğunluğunda neden olarak duyduğum şey herkes gibi olmak istemeleriydi.
Onları o kadar yürekten anlıyorum ki.
Dümdüz insan olmak, dümdüz insan gibi görülmek istiyorsun.
Ama bu toprakların siyasi tarihi çetrefilli ve acı hikayelerle dolu; sürekli birilerinin malzemesi oluyorsun.
Kimileri seni öç almak için kullanıyor, kimileri seni yeniden başörtünden sürükleyeceği güne özlemle diş biliyor.
Hala sorun yaşamadığımızı iddia edenlere tavsiyem geldikleri uzaya geri dönsünler.
İşin siyasi veçhesinin bu topraklara özgü olduğunu düşünsem de açıkçası genel olarak kadın olmakla ilgili kısmının tüm dünyaya ve tüm tarihe taalluk eden bir şey olduğunu düşünüyorum.
Dünyada kadın olmak zor. Ama dünyada başörtülü kadın olmak daha zor… Buralarda kadın ve başörtülü olmak daha da zor.
Irkçılığa gelince: Olayın içerisindeki eğlenmek için malzeme edilen insanların, sosyal medya likeları ve satışları uğruna araçsallaştırılan evlilik, analık, moda gibi bir sürü şeyden biri olduğuna inanıyorum. Ama bunun yüksek sesle söylenmesi ve hala “yanlış anlaşılmaya müsait bir konu” olarak değerlendirilmesi tuhaf. Bu konu yanlış anlaşılmaya müsait diye sorun olmadı. Siz sorunlu bir şey dediniz ve paylaşarak onayladınız. Biz bunu doğru anladık. Sorun da bu ! Gülüp geçmedik. Sipariş vermedik.
Yazıdan bir cümle alıntılayarak ve yüzünü görmediğim insanlarla paydaş olduğumu bana hissederek büyük bir yarenlik yapan reçelblog’a selam ederek bitiriyorum:
“İşin yoruculuğunun bir yanı bu: sürekli kendi görünümüne dair bir uğraş göstermen gerektiğini düşünmen, her görünümün senin kültürel yakınlıklarına ve politik aidiyetlerine dair bir şey söyleyebiliyor olacağı endişesi… Gerçekten herkes bu ayrımların bu kadar farkında mıydı?”
Farkında değildik, fark ettirip yordular bizi…
Başörtü takış şeklimin “Suriyeliler” gibi olduğunu bir butik sayesinde öğrenmiştim ben de. Kadın küçümseyici bir şekilde baktı ve dedi ki, “neden böyle bağlarsınız anlamam. Suriyeli gibi görünüyorsunuz.”
Ne yapalım peki? “Sıkmabaş-Suriyeli gibi-Fazla radikal- Hangisine uygun takalım. Hangi hakareti duymaya daha yakın olalım.
13 yıldır başörtü takıyorum. Birçok takış şekli denedim. Aynı saç yapmak gibi. Örmek, salık bırakmak, toplamak, topuz yapmak gibi.
Ve yoruldum.. Gerçekten yoruldum. Bunları dile getirmek bile “mağduriyet” yaratmak oluyor.
Bu tartışmalar hep kadın üstünden dönüyor.
Siz de böyle yanlış anladıysanız… Hep olan bir tanım bu. “Arap stili,endonezya stili,avrupa stili,türk stili. Her ülkenin bir başörtü yapış şekli var. Eskiden beridir bu ifadeleri herkes kullanir.Ona benzedigini ifade etmek daha yeni mi ırkçılık oldu?
Sizce “Suriyeli olma ihtimaliniz yok diyorum” derken böyle iyi bir niyetle söylemiş olabilir mi? Stilden falan bahsetmemiş. Düpedüz ırkçılık yapmış iste.