Yazar: rumeysa ç.
Ortamdan etkilenmiş olacağım, acayip analizlere gebeymişim, kimsenin görmediğini görüp kimsenin söylemediğini söyleyecekmişim gibi bir şeyler yazmak için bilgisayarın başına oturamadım kaç gündür. Bir aydınlanma anının ardından da, her zaman yaptığım gibi kendi hikâyemi yazmaya, paylaşmaya karar verdim.
Cuma akşamı bir arkadaşımız uzun yola çıkacaktı, onunla sahil şeridinde gezmeye karar vermiş, Çengelköy’e gitmiştik. Ardından o yanımızdan ayrıldıktan sonra Beylerbeyi’ne uğradık, çocuk biraz uyudu, biz biraz yemek yedik. Kısacası sakin ve görece güzel bir günün ardından evimize döndük. Ama nasıl zamanlama! Biz eve döndüğümüz andan itibaren haberler telefonlara akmaya başladı. Köprüyü asker kapatmış, daha biraz önce geçtiğimiz yerde askerler “Sıkıyönetim ilan edildi!” diye bağırıyorlarmış. Ya orada olsaydık ?! (Gözlerim yaşarıyor ara ara).
Başta herkes terör saldırısı olduğuna ikna olmuş gibiydi, sonrasında yavaş yavaş darbe girişimine dair ihtimaller de dökülmeye başladı mesajlarda. Bir yandan çocuk oramdan buramdan çekiştiriyor, daha biraz önce kestirmiş, bir türlü uyumuyor. Sonra kısa zaman içerisinde bizim tedirginliğimizi hissetmiş olacak ki sakinleşti, yatağına bıraktığımda da uyudu çabucak, bizi kendi dehşetimizle yalnız bıraktı.
Sürekli whatsap mesajlarında, sosyal medyada ve bir yandan da açık olan televizyonda neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Başbakanın açıklamasından sonra ikna oluyoruz, dehşetim daha da artıyor. İlkini tam hatırlamasam da, hayatımın ikinci darbesini de görüyorum galiba diyorum içimden, oğlum da ilkini hiç hatırlamayacak, çok şükür uyudu.
Sonrasında kronolojik bir sıra yok aklımda. Cumhurbaşkanının hayatta ve sağlıklı olduğundan emin olmak istediğimi hatırlıyorum. Sonrasında açıklama yaptığını ve rahatladığımı. İnsanları sokağa çağırmasının ne demek olduğunu anlamaya çalışıyorum, eşim çıksam mı diyor, korkudan izin vermiyorum. Çok korkuyorum. Zaten çocuk dünyaya geldiğinden beri daha çok korkar oldum her şeyden. Hele ki TRT’den malum metin okunurken başlıyorum hüngür hüngür ağlamaya. Bir yandan patlamayla karışık uçak sesleri. Sonrasında ortalık gerçek anlamda hareketlenmeye başlıyor buralarda. Bir yandan çatışma seslerini duyuyoruz, bir yandan tekbir seslerini. Bir yandan bir önceki gece çocuğun uyandırmasından neredeyse hiç uyumamışım , gözlerim kapanıyor, sonra birden dehşetle uyanıyorum.
Sonra ya sokağa çıkma yasağı olursa cidden diye suyu ekmeği kontrol ediyorum. Oğlana yetecek kadar su var. Ekmek yok ama un var, tamam. Bu dehşetimi görünce eşim beni sakinleştirmeye çalışıyor. Bak, diyor, herkes sokakta. Bitecek bu da inşallah sabaha kadar, sakin ol. Olacak iş değil zaten. Daha o zamanda bile tiyatro diyenler, komplo diyenler… Düşünüyoruz, tartıyoruz, asla böyle bir şeyin mizansen olduğuna inanmıyoruz. İnsanların mizansen uğruna ölebileceğine hiç inanmıyoruz, inanmak istemiyoruz, inanmamaya devam ediyoruz.
Arada okunan ezanlar, selalar… Hayatımda bir ezanı duyduğuma bu kadar sevinmemiş olabilirim. Demek ki insanlar cidden dışarıdalar, sıkıyönetim demelere, sokağa çıkma yasaklarına falan kulak asmamışlar. Bir yandan ezandan tedirgin olanların mesajlarını okuyorum whatsap ve sosyal medya üzerinden. Hem sinirleniyorum, hem üzülüyorum. Tencere tava zamanında korkan anne babalarımızı hatırlatıyor birileri. Ezanların da, tekbirlerin de böyle bir imgesi olduğunu bilmeyen biri değilim. Ama diyorum, böyle bir ortamda değiliz şu an. İnternet, televizyon bile kesilmeye çalışılıyor. İnsanlar camiler üzerinden haberleşmeyecek de nereden haberleşecek? Sokağa çıkılmasından korkmak ne demek? Ne zaman korkar olduk sokağa çıkılmasından?
Tam o esnalarda annemden fotoğraflar geliyor, bir bakıyorum onlar da dışarıda! Bir yandan acayip korkuyorum, bir yandan da hayranlık duyuyorum cesaretlerine. Tankların altında ezilmiş arabalar, tankların üstünde insanlar, karanlık, kan… Her patlama sesinde aklım annemlerde. Onlar da artık eve giriyorlar, hem eve girdiklerine rahatlıyorum, hem de eve girecek kadar ortamın iyileşmiş olduğunu düşünerek rahatlıyorum. Orayı kolay kolay terk etmeyeceklerini anlıyorum.
En son artık sabaha karşı ayakta duracak halim kalmıyor, yatağa geçiyorum. Pencere açık. Evimiz Boğaziçi Köprüsüne çok yakın, köprüden aynı anda hem tekbir sesleri geliyor, hem çatışma sesleri… Arada ezanlar okunuyor. Patlama sesleriyle yerimden sıçrıyorum ama kendime gelemeyip tekrar uykuya dalıyorum. Hayatım boyunca unutmayacağım sesler.
Tüm bu çılgınlığın sabahında uyandığımda kendimi garip bir analizler ve argümanlar çukurunun içinde çırpınırken buluyorum. Ama en çok birbirini tanıyan, en azından tanıdığını düşündüğüm insanların birbirine düşmesine bozuluyorum. Bir de beni tanımadığı halde benim hakkımda yargıda bulunanlara. Yine aynı kefeye koymacalar, söylenenin üstüne bin ekleyip yorum yapmalar, yargılamalar… Ben de kendimi “sevgi kelebeği” ilan edip herkese dert anlatmaya çalışıyorum. Dışarıdakilerin hepsinin cihatçı olmadığını bir tarafa, sivil insanların silahlanmasının, idamın kabul edilemez olduğunu diğer tarafa söylemeye çalışmaktan yoruluyorum.
Bir de arada kadınlara taciz haberleri, garip görseller, her tarafı erkeklik kokan garip açıklamalar, tacizkar ifadeler, hatta iğrenç sözler düşüyor önüme. Ne tepki vereceğime şaşıyorum artık. Ama sanırım kendimi şu an en çok, süreçte paralize olup bu konuda bir şey yapmamış, yapamamış olmakla suçluyorum. Yine her şey öncelendi, kadınların ve diğer ayrımcılığa uğrayan grupların maruz kaldıkları “böyle ciddi bir zamanda” konuşulamaz oldu. Keşke bu süreci öyle bir dönüştürsek ki herkese barışmayı anlatabilsek. Böyle meselelerle dertlenenler bir araya gelsek. En azından birbirimizin yüzünü görsek, korkularımızla yüzleşsek. Ne dersiniz? Olur mu ki?
Umut edip dua etmekten başka çare yok. Halk olarak diyalog kurmadıkça, birbirimizi olduğumuz gibi kabullenmedikçe işimiz zor gibi. Bi sn diyalog mu dedim ben :(
Merhaba,
Bu yazılarınızı çok önemli buluyorum. Özellikle kadınların deneyimleriyle ilgili şu yazıyla karşılaştım, onu da paylaşmak isterim: http://www.emekveadalet.org/notlar/darbe-karsiti-gosteriler-ve-hedefteki-kadin-olmak/#.V5Ky_esa6hk.twitter.
Cumhuriyet tarihimizin karanlık yönleri bizi birbirimizden öyle çok uzaklaştırdı ki deneyimlerimizi anlamamız için daha uzun yıllar konuşmamız, paylaşmamız, birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor kanımca.
Tekbir seslerini ve cihat çağrılarını duyunca benim aklıma ister istemez Sivas katliamı geldi. Her tekbir getiren böylesi bir caniliğe girişecek anlamına gelmiyor elbette ve pek çoğunun şiddete karşı olduğuna inanıyorum. Ama gelin görün ki seküler kesimlerin de hafızalarında böylesi olaylar canlanıyor tekbir ve cihat çağrısı duyup elinde silahla sokağa çıkan sivilleri görünce.
Camilerden halka çağrı yapılamsından kimsenin rahatsız olacağını düşünmüyorum. Esas endişe duyulan o çağrıların içeriğiydi. Camiden selalarla, cihat çağrılarıyla tüm halkı sokağa dökmek, tüm halkı içeren bir dayanışma örmek mümkün değil. Bunun da nedenini kendi yakın tarihimizde aramak lazım. Özellikle Alevilerin, dini azınıkların, laikliği savunanların büyük çoğunluğun böylesi bir çağrıda ancak yaşadığı travma artabilir ki öyle de oldu.
Oysa ki tanıdığım tek bir solcu, seküler, Alevi vs. darbeyi savunmadı. Sosyal medyada da böyle bir şey görmedim. Sizin evinizde yaşadığınız korkuyu yaşadıklarını düşünüyorum. Camilerden her kesime hitap edecek, farklılıklarımızla bir arada olma vurgusunu yapan çağrılar yapılsa veya camilerin yanında misal okullardan da çağrılar yapılsa geçtiğimiz bir hafta toplumsal barışın inşasında çok daha hızlı yol kat edebilirdik diye düşünüyorum.
Şimdi laik kesimlerin darbeyi desteklediğiyle ilgili laflar çıkarıldığını görüyorum sosyal medyada. Bu gerçeği yansıtmadığı gibi toplumsal ayrışmayı daha da tırmandıran çok çirkin bir söylem. Türkiye halkının postallar altında ezilmemiş bir kesimi olmadığı gibi bu ülkenin laiklerinin çoğunun geçmiş darbelerde ya kendileri ya yakınları hapse atıldı, işkence gördü ve genç yaşta yaşamını yitirdi. Dolayısıyla darbelerin yıkıcılığını birinci elden biliyorlar ve bu darbeyi de savunmadılar. Hele ki son darbe girişiminin faillerinin elinden en çok çeken de yine bu kesim oldu. Dolayısıyla onlarla işbirliği yapmalarına zerrece ihtimal vermiyorum. Bazı yayın organlarında daha önce bu kişiler tarafından sahte delil üreterek işinden edilen Kemalist askerlerin darbecileri önlemek için sokağa koştuğuna dair haberler de izledim (bir ideolojiden askeri diğerine tercih ettiğimden değil, darbe girişimin faillerini ve önleyenlerini anlamak, direnenlerin çeşitliliğinin altını çizmek için belirtiyorum). Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama bunu da göz önünde bulundurmakta fayda görüyorum.
Sonuç olarak, hepimiz için çok acı veren, çok korkutucu bir deneyimdi. Darbecilerin katlettiği insanları ağlayarak izledik. Bu kadar acıyı hiç birimizin yüreği kaldırmıyor. Daha fazlasının yaşanmaması için başta biz kadınların elini taşın altına koyabileceğini, koyması gerektiğini düşünüyorum. Şiddet çığırtkanlığı yapan, kanı kanlı yunmaya çalışan erkeklere karşı barışın önce dilini sonra kendini inşa edelim beraberce. Şu teyze gibi olalım istiyorum: https://twitter.com/TheMarginale/status/756374885996298240
Hepimizin başı sağolsun. Umarım bu acılar bir daha yaşanmaz.