Bilgisayar mühendisliğinden mezun olalı 1 seneden fazla oluyor. Sekiz sene boyunca her anlamda nefret ettiğim bölümümden sonunda mezun olduğumda mühendisliğin sadece diplomamda yazacak bir şey olduğu konusunda acayip nettim, şimdi de netim. Ama bu netliğe şimdiki zamanda ulaşmak tahmin ettiğim kadar kolay olmadı. Senelerce önce herkes gibi kendimden beklediğim; iyi bir okuldan mezun olup, çalışmaya başlayıp, aile kurup, çoluk çocuk sahibi olma işlerini sırasıyla gerçekleştirme konusunda yeteri kadar kararlı olmayınca, bir de üstüne üstlük sırayı da karıştırıp önden evlenince alakalı alakasız yığınla insandan büyük büyük tepki aldım. Bir de bunun üstüne, mühendislik yapmamakla kalmayıp, genel olarak herhangi bir düzenli işe girme fikrine mesafeli olduğumu söylediğim herkes beni imalı da olsa bir yığın şeyle suçladı:
Erkek olmamakla mesela… Erkek olsam böylesi bir kararı bu kadar rahat bir şekilde veremezdim. Evime ekmek getirme derdim olmadığı için bu kadar rahat davranabiliyordum! (İç ses: Haklılık payı var mıydı ki? Hala üstüne düşünürüm arada… Ama eşim işe bıraksa beynini yemeyeceğimi de biliyorum, gerekirse biz de çalışırız evelallah(!))
Ya da hayalci ve genç olmakla… Daha anlamıyordum ama zaman içerisinde ödemediğim sigortalarım, gitmediğim işlerim bana mutsuz bir yaşlılık olarak dönecek ama bunu anladığımda çok geç kalmış olacaktım (İç ses: Sigorta meselesini dikkate aldım sanırım, ya da almış gibi yapıyorum bilmiyorum. Yaşlandığımda ne yapacağımı düşünerek geçirdiğim 40 sene istemiyorum o kadar).
Halbuki ben 20 gün boyunca yaptığım stajda bir şirkette işe başlamamın neredeyse ölümüm olduğunu tam olarak da anlamıştım. Stresten çocuğunu düşüren anneler, elinde klavye kullanmaktan bezeler çıkan patronlar… Tam bir korku filmi gibiydi. “Bir ay düzgün tatil yapabilmek için aylarca çalışmak” klişesi benim için yeteri kadar ikna ediciydi, ben 12 ay o bahsi geçen tatili değil ama düzenli işe gitmemeyi seçtim. Bir şeye yaradığını düşünmediğim sürece, herhangi bir düzenli işe girme derdim olmayacaktı artık. Sonra zaten evden çeviri vb. işler bulup kendi düzenimi de kurdum. Ama bu hiç kimseye yetmedi(!)
Tüm bu suçlayıcı ve kafa karıştırıcı argümanların sürekli tekrarlanışı ve doğru olmaya kendini yakın gösterme gücü beni başka başka şeylere de sürükledi. Mesela bir an önce yüksek lisans yapmak ve bu tartışmaları 2-3 sene daha geciktirmek. Hemen, aslında tam olarak neden başvurduğumu bile bilmeden yüksek lisans başvurusu yaptım, bir özel üniversitede 10 saat bilgisayar mühendisliği yapmam şartıyla yüksek lisansı kazandım. Ama beni nasıl bir ağlama tuttu! Senelerce kaçtığım kod yazma bilgisayar vıdı vıdı işlerine geri dönme fikri böyle böğrüme hançer sapladı. O zaman da anladım, yüksek lisans da öyle boşluğa yapılacak iş değildi. Birilerine faydası olduğunu düşünmediğim işe, akademide de girmeyecektim.
Sonuç: Evimde kendi sevdiğim işlerle uğraşıyorum. İstediğim kadar iş alıyorum, istemezsem yatıyorum. Ve huzurlu hissediyorum çok büyük oranda. Ama bu meseleler tam bir hayalet gibi etrafta aralarda güçlenip tekrar dürtüyor, bir iş planı, bir yüksek lisans planı daha yapıyorum, sonra kendime geliyorum. Bu süreçte şunu fark etmiş oldum, “ayaklarının üstünde durma” klişesine uymama hali de aslında kazanılması gereken bir hakmış. Kadın hakkı falan da savunuyorsan özellikle, çalışmaya, insanların kendilerini patronlarına sabah dokuz gece dokuz ve hatta 7/24 kiralamalarına genel olarak karşı çıkman pek de sevilen bir şey değilmiş.
Bunu da bir gurur meselesi falan yaptığımdan değil. Dediğim gibi, birilerinin işine yarayacağını düşünecek bir iş çıksa karşıma, belki düzenli işe de girerim. Ya da belki çok fazla ihtiyacım olur paraya, insanın neden fazla paraya ihtiyacı olur onu da anlamış değilim ama… Ama mesele şu, bir insan evde oturmayı tercih edince davadan vazgeçmiş olmuyor. Evde oturup televizyon başında çekirdek de çitlemiyor. Ya da o gün senin bu gün benim gezmiyor. En azından yapmayabiliyor. Üretken olmak, insanlara dair bir şey yapmak için evden çıkmak da gerekmiyor.
Yaşasın evde oturan ve üretmekten hiç vazgeçmeyen kadınlar!
80’li yıllarda elle yazıp teksirle çoğaltıp yüz kişiye yolladığımız bir dergi çıkarmıştık : AYÇA
bana onu hatırlattınız çok tatlısınız:)
:) çok teşekkur ederiz.. Yorumunuz çok mutlu etti :)
selam:) ben de bilg muh 4. siniftayim ve gecen sene kesinlikle ofis hayatinin bana (kadinlara) gore olmadigini anladim. sizi cok iyi anladigimi soylemek istedim:) isin guzel ama zor kismi (freelance profesyonellere gore) evden calisma sansimizin olmasi. benim ablam da evden calisiyor ve bence bu durum kadin icin en guzeli. ben de yaptigim
iste maneviyat ariyorum yoksa para icin (bana muhtac colugum cocugum yok sonucta) omrumu bilgisayar karsisinda curutmek bana cok ters geliyor. cocugunuz bile olsa islamiyette kadin icin boyle bir zorunluluk yok sonucta. ama tabii ki bir anne ne kadar bencil olabilir:) toplum islamiyeti bilmiyor.twitteriniz falan varsa sizi takip etmek isterim. bana yol gostereceginize inaniyorum:€
Ben kesinlikle kadınların muhendislik yapmasının İslami olmadıgını falan dusunmuyorum, yanlış anlaşılmamalı. Sadece bana uygun degildi. Kimseye de yol gostermenin haddime oldugunu dusunmuyorum.
Sadece kendi hikayemi anlatmak istedim, muhendis olmaya calısırken de kadınların ne cektigini tahmin edebiliyorum sadece.. Onlar da yazsa, onları da bilsek keşke..
Dedigim gibi, kimseye ahlaklı olanı, İslami olanı soylemek gibi bir derdim yok.
Ben evde oturdugum gunlerin akşamında sahneye çıkıyorum, muzikle ugrasmaya cabalıyorum. Bana bunun İslami olmadıgı soylendi binlerce kez, bunu asla baska herhangi bir kadına yapmam, yapılmasını da istemem..
yanlış anlaşıldı. islami açıdan kadının ayaklarının üstünde durmama hakkının olduğundan bahsetmek istedim. kendi istediğimiz için çalışma lüksümüz var. bence süper bir şey.
kendi isteğimiz için* veya kendimiz istediğimiz için* kontrol etmedim dee.
Yanlış anladıysam affola, ama bu konuda biraz hassasım, en azından olası yanlıs anlamaları cozmuş olduk bu vesileyle :)
ya ben kendimi anlıyorum ya herkes anlıyo sanıyorum. on kere kontrol etmem gerek uğraşamıyorum :D
Kadınlar çok fazla sorumluluğu yüklenmek zorunda oldukları için dışarıda çalışma hayatı zor geliyor, ya da bize hep kadınlar için zor olduğu söylendi. Ama kalıbımı basarım ki erkeklere de zor geliyor :) Yani zaten iş dünyası denen cehennem herkes için katlanılması çok zor bir dünya. Bunu yapmak zorunda olmamak gerçekten büyük bir ayrıcalık. Sevgili Cik, kadınların geçim derdine düşmek zorunda olmamaları da sadece belli koşullarda, belli ayrıcalıklarla mümkün. Yoksa bence Allah herkesi bu plazalar cehenneminden kurtarsın, nasıl olacak bilmiyorum ama…
bu kdr mı olur? bu yazıyı ben yazmış ve unutmş olabilir mym acaba?:) bilg. müh. kısmı benm hikayemde tutmasa da, duygu ve düşüncelerdeki birebir örtüşme, bazı cümlelerin ayniyle tarafmdan mütemadiyen kurulmş ve kuruluyor olması…ne güzel ya, iyi geldi bu yazı bana:) tanışıp arkadaş olsak mı rümeysa hanımla acaba evde olmakla hemen bi “asalak” olma psikolojisine giren, henüz yerleşmemiş bi evliliği, ev düzeni, büyümemiş çocuğu,,,,,,olmasına rağmen hemen iş bulmalıyım çalışmalıyım, bulamazsam y.lisans, onu da yapamazsam kpss, kazanamazsam dersane…telaşına giren bi kadın profili…brz düşünmek ve dinlenmek fırsatını kendine tanımadan, ihtiyaçlarını, önceliklerini belirlemeden bi kendini dışarı atma hevesi…evde ve dahası özel hayatında kendisine olan ihtiyacı gidermeden, insanlarn bna ihtiyacı vr, aldığım ilmin zekatı vr bahanesiyle neden ve neyden bi kaçış?
Yorumunuz için çok teşekkürler Hümeyra hanım :)
Vallahi aynı dertten muzdarip kadın sayısının ne kadar fazla olduğunu görünce hem şaşırdım hem biraz rahatladım ben de ne yalan söyleyeyim, hele de size iyi gelmesi çok güzel, çok mutlu etti beni..
İnşallah yaza yaza, konuşa konuşa bir çıkar yol da buluruz bu meseleden…
Muhterem kardeş, bir çok gencin kaygılı duygularına ve karışık düşüncelerine mümessil olmuşsunuz. Bendeniz de 7 senede hukuk bitirdim ve anlamayan (anlamak için dinlemeyen hatta) – kınayan bakışlara hedef olmak pahasına hayatımın geri kalanını insanların düşük menfaatlerini sakladığı icra dosyalarıyla yahut sıkıcı-ahlaksız-seviyesiz suç-suçlu ilişkileriyle doldurmamak için gayret ediyorum. Üstelik biz erkekler için “erkek olmama” suçlaması takdir edersiniz ki daha acı. Her neyse… Bu hayalden ( :ayaklarım üstünde durmama hakkım var!) uyanıncaya kadar mesela imam olmayı-mesela öğretmen olmayı yüksek profilli bu saçmalıklara tercih ediyorum. Toplumun “insani” tercihlerden yana olmamızı anlamaması anlaşılır ama müslüman büyüklerimizin ve dahi kardeşlerimizin bu ömür tüketen tercihlere yüksek sesle itiraz etmemesi acı verici…
Allah bizleri-sizleri hidayet üzere eylesin; ailenize huzur ve sükun bahşeylesin inşallah.
yazıyı okuduğumda sanki kendimi dinliyormuş gibi hissettim. üniversite bitip 1 yıl özel sektörde mühendis olarak çalıştıktan sonra kesinlikle bir daha mühendislik yapmak istemediğime karar verdim. zaten sosyal bilimlere yönelmek istiyordum o yüzden medeniyet araştırmalarında yüksek lisansa başvurdum. şans eseri kabul edildim ve şu an anlıyorum ben sadece çalışma hayatından kaçmak, aynı zamanda kimseden üniversite mezunu ev hanımı mı olacaksın eleştirilerini duymamak için yüksek lisansa başvurmuşum. her gün ayrı gerilim, her ödev ayrı sıkıntı. öte yandan bütün yaz evdeydim ve para kazanamıyor olmaktan dolayı hayli mutsuzdum. evin maddi geçimine yardım etmeyince otomatik olarak bir karşılığı olmalı fikri geliyor akla. sürekli evi temiz tutmak, düzeni sağlamak, her gün yeni yemekler yapmak gibi. bunlar da pek becerebildiğim işler değil esasında. dolayısıyla ne geçime bir fayda sağlayan ne de evdeki görevlerini tam olarak yerine getiren bir eş olarak, eşim hiçbir ithamda bulunmasa da kendi kendime girdiğim bunalımdan çıkamıyorum.
[…] ailesinden, dost çevresinden geliyor. Başörtülü bir arkadaşım bu konuda yazmıştı: Ayakları Üstünde Durmama Hakkı) bir kısmı da tamamen kabul ediyor, başörtüsü serbestliğini bu yönde kullanıyor. […]
[…] “Ayakları Üstünde Durmama” Hakkı için Şerhe Cevaba: Taş ve Ütopya | iştiraki […]
[…] (http://recel-blog.com/cok-sekulerim-keske-olsem/ )ve “Ayakları Üstünde Durmama” Hakkı (http://recel-blog.com/ayaklari-ustunde-durmama-hakki/) […]
Bence insanın kendisine yetecek kadar, kimseye madden muhtaç olmayacak kadar para kazanacağı bir işi olması güzel, ama en güzeli bu işin severek yapacağı bir iş olması. Onun dışında çok doğru, üretken olmak, hem kendinize hem başkalarına faydalı olacak, en başta sevdiğiniz için zevkle yapacağınız ve aldığınız manevi hazzı başkalarına da tattıracağınız işlerle uğraşmak için insanın aslında paradan çok, ne istediğini bilmeye ve vakte, vaktini verimli bir şekilde düzenlemeye ihtiyacı var. Ben de bir zamanlar bir plazadaydım, Tam da bu insanın bir işi olmalı kendi ayakları üstünde durmalı teranesine kendi içimde yakayı kaptırmıştım, ama sonra 30’larımın başında, aslında kendi ayakları üstünde durmanın önemli bir manevi boyutu olduğunu gördüm: istek, cesaret, inanç ve azim. İnsan kendi sesini dinlemeye, ne istediğini bulmaya korkmamalı.
Rumeysa hanim icinde bulundugum ruhsal ve fiziksel durumun birebir onumde yaziya dokulmus halini okudum. Ustelik bunlari yazan ben degilim. Gozlerimden yas geldi evet dedim iste bu, bunlari hissetmek ve dusunmek egitime adanmis yillara, seni okutmak ve iyi yerlerde gormek isteyen aileye bir haksizlik olamaz olmamali. Ama ne yapmali esimin kredi kartindan harcadigim tek kurusta bile yuzum asiliyorsa, para lafi sozu gecen her lafi uzerime aliniyorsam, anne babanin merakli elaleme karsi mahcup oldugunu bilmek icimi acitiyorsa.. Universite kapisindan cikip sonrasinda – yeni evli, taze gelin- ev hanimiyim demek ..
yazdıklarınızı okuyunca ‘sinek ısırıklarının müellifi ‘geldi aklıma :)
Çok merak ettim, Barış Bıçakçı’nın kitabı galiba…
Alıp okuma listeme ekliyorum :)
İçim kırıldı yazdıklarınızı okuyunca. Çok iyi okullarda dereceyle okudum, meslek sahibi bir kadınım. Eşim de iyi eğitimli ve meslek sahibi. Ne var ki ikimiz de iş yerlerimizde ölüyoruz.. Çok para kazanmak umurumuzda değil ama malesef en basit seviyede yaşayabilmek için çalışmaya ihtiyacımız var. İkimizin de durumu aynıyken işi bırakıp evde otursam eşime ihanet etmiş olmaz mıyım, onu bu düzene mahkum kılmaz mıyım.. İnanın anlıyorum yazınızda ifade ettiklerinizi ammavelakin sizinkine evde oturma hakkı değil, evde oturma şansı veya tercihi demenin daha uygun olduğunu düşünüyorum.
Ben de, yanlış anlaşılmasın, düzenli işte çalışmıyorum. Bir de en basit seviyeyi bayağı basitleştirdiğimizde ikimizin de ölmediği formüller ürettik sanıyorum çok şükür.
Bir de eğer eşim evde oturmak istese sanırım onun için de bir şekilde çalışırdım, meselede kimsenin mağdur olmadığı bir nokta yakalamak mümkün olmalı…
Çok teşekkür ederim yanıtladığınız için. Bugün ne tesadüftür ki size yazdıktan sonra hiç konusunu açmadığım halde eşim “sen iyi kazanırsan ben hiç gocunmam evde otururum” dedi, ben de aynısını kendim için düşündüğümü söyledim :) Sizin yazınızı ona da okutacağım, belki o da “eve ekmek getirmeme hakkı” olduğunu düşünerek cesaret bulur :)
Vallahi herkes huzurlu olduktan sonra daha ne :)
Ben çok teşekkür ederim içtenlikli yorumunuz için…
Vallahi teşekkürler! (edited:)
Kayınvalidemin ah formasyon alsaydın, bir başkasının ah akademiye girseydin çağrılarından ve elbette iki maaş girseydi muhabbetlerinden gına geldi. Ben evimde okumak, izlemek, bazen şehr-i İstanbulu adımlamak, hissetmek..bazen bir kafesinde demlenmek manzaraya karşı bazen de ilmî sohbetlere katılmak istiyorum. Sualimde adam akıllı bir cevabım olsun deyu açıktan ilahiyata başladım ve tabii daha derinlikli islami ilimler okumaları yapabilmek için. Ama insanlar çalışmayacaksan neye yarar diyorlar..onların anlayabileceği net bir cevabım yok ama yalnızca kalbimi bırakın sükunet ve dinginlik içinde varlığı ve zamanın tadını hissetsin. Hayatımda 4 ay kadar bi stk’da ücretli olarak çalıştım. Üsküdarda, ramazanda kliması olmayan bir odada nemden geberiyordum. Sürekli de patronun küçümseyen sözleri. Erkeklerle yapılan haftasonu değerlendirme toplantısında ‘afedersin ama’ deyip pzvnklerin şerefsizlerin havada uçuşu..Eşimin bursunun kesildiği zaman da onları uyarmama rağmen tak diye bi günde işime son verişleri..canları ait olduğu yere..
Ben evimde mutluyum arkadaş! Size iyi yorulmalar!
:) Hep iyi bir öğrenci oldum, ünlü bir üniversitedeki bölümümü de dereceyle bitirdim. Liseden beri görüştüğüm eşimle mezuniyetimizden hemen sonraki sonbaharda evlendik. Hiçbir zaman “şu mesleği yapacağım” diyememiş, bu yüzden işletme gibi mesleki açıdan kısıtlayıcı olmayan bir bölüm seçmiştim. Üniversite son sömerstırda evlilik hazırlıkları yaparken, mesleğimi de şans eseri bulmuş oldum: gelinliklere vurulmuştum. Model bakarak, blog yazarak, arkadaşların provalarına katılarak başlayan gelinlik serüvenim 4 senede önce atölyelerde tasarımcı-çıraklık karışımı bir şekilde bulunmam, ardından dikime bizzat el atmamla beni bir gelinlik terzisine evriltti. 4. senemde de bebek beklediğimi öğrendim ve önceleri modaevleriyle birlikte çalışırken hamileliğimde evde çalışmaya başladım. Şu an 4 aylık -farkettim de ne çok 4 denk gelmiş :D ) bir kızım var, dikimlerime de evde geri döndüm, çalışıyorum.
Sonuç olarak iyi bir üniversiteden mezun olup arkadaşlarım muhtemelen büyük şirketlerde kariyer peşinde koşarken, evden çalışan bir gelinlik terzisi oldum çıktım.
Pişman mıyım? Hayır. Aslında kızımla geçirdiğim her gün evden yapabildiğim hobi-iş karışımı bir uğraşıya sahip olduğum için daha ve daha fazla şükrediyorum.
Bu yazıyı yazan arkadaşım ve yorum bırakan bazı arkadaşlarımın henüz bebekleri olmadığını tahmin ediyorum. Bir de bebeğiniz olunca görün ne kadar içinizin rahatlayacağını, kafanızın serinleyeceğini. Hiçbir bebek annesinden ayrı kalmayı hak etmiyor, hele de gerçekten geçim kaygısı olmadıkça. Hiçbir tahsili değerlendirmek de bir bebeğin ilk yıllarını onla geçirmekten daha önemli değil.
Geçim kaygısına da parantez açmak lazım tabi. Geçen bir sözlükte tartışma var, kadınlar kariyer yapsın mı bebekleriyle ilgilenmek yerine diye. Bir hanım diyor ki “ben çalışmaya mecburum, yoksa çocuğumuz için nasıl bir ev kredisini ödeyeceğiz, özel sağlık sigortamız olacak?” Mecburiyet algısına bakar mısınız? Geçim algısına? Ben kadın-erkek hiçbir insanın kendini böyle şeylere mecbur hissetmemesini dilerdim. Kendi eşim de dahil. İnsanın sağlıklı bir mutfak alışkanlığı olacağı, toplu taşıma kullanabileceği, sağlığını tehdit etmeyecek şartlarda bir barınak sağlayabildiği, çocuğunu devlet okuluna gönderirken kırtasiye malzemesini karşılayabildiği, eskidiği zaman kıyafetlerini yenileyebildiği bir hayatı varsa geçinebiliyor demektir. Bir de üstüne yılda 1-2 kez memlekete de olsa tebdil-i mekan yapabiliyorsa, tadından yenmez…
Ne erkekler, ne kadınlar, mutlu olmak dışında hiçbir şeye mecbur hissetmemeli kendilerini…
[…] baskısının beni nasıl etkilediğine bakışımı daha önce şu yazıda yazmıştım: “Ayakları Üstünde Durmama Hakkı”. Bu yazıya dair kadın çalışmaları yüksek lisans programından bir hocamın çok net […]