REÇEL

YAP-A-BİLDİM

Hiçbir bayramda yeni kıyafet giymenin hazzını yaşamamış, köle gibi çalıştırılmaktan başı okşanmamış binlerce kadından yalnızca biri…

Yazar: Sibel’ce
Görsel: Chidi Kwubiri

Gerdeğe, mor bir bedenle girdiniz mi hiç? Ben de girmedim ama giren birini de unutmadım hiç! 15 yaşındaydı hikayesine dahil olduğumda, yaralarını sarmaya kendimi adadığımda. 

Okumaya olan merakı hiç bitmeyen ancak “iki eşli” babası tarafından ‘orospu’ olur endişesiyle okula gönderilmeyen, koyun güden, ahır temizleyen, iki anne arasında mekik dokuyan, ama ikisine de yaranamayan, baba sözünden çıkmaya cesaret bile edemeyen, on iki kardeşli bir ailenin karanlığında, gözlerini aydınlığa diken küçük bir çocuk.  Hiçbir bayramda yeni kıyafet giymenin hazzını yaşamamış, köle gibi çalıştırılmaktan başı okşanmamış binlerce kadından yalnızca biri…

Onüçüncü yaşının bir akşamında söylenmiş ona satıldığı. Kendisinden  on yaş büyük birine, babası tarafından para karşılığında verildiğini duyduğunda başlamış ağlamaya. Günlerce de devam etmiş göz pınarları ıslanmaya ama kimsenin görmemiş gözleri bu hüznü. Zaten adamı, nişanlı kaldığı süre zarfında görmeyi de reddetmiş. Öyle ki onu almaya geldikleri gün babaevinden çıkmamak için çok direnmiş; babası onu sopayla döverek gönderene dek…  “İlçeden köye kadar ağladım, ama morluklardan değil.” demişti bana konuşmamızın bir yerinde. Üzerinde gelinlikten çok kefene benzeyen bir elbiseyle inmiş köy yerine. Titreyerek soyunduğu odada görmüş vücudundaki morlukları. Gece, istemediği bir adamın ona dokunması kadar karanlıkmış ve ışığa olan inancını oracıkta rafa kaldırmış. Çünkü kız çocuklarının gökkuşağını, babaları boyar. Onun da babası siyahın her tonuna boyamış onun kaderini, araya mor koymayı da ihmal etmeden. 

Kayınvalidem demişti bir keresinde, kocaman su bidonunu taşıyamayınca eşime: “Döv bunu, kadını terbiye etmenin yolu dayaktan geçer.” Daha kendimi taşıyamıyorken dünyanın yükünü taşıyacağımı anlamıştım o gün. Zaten babam da beni verirken “Kadın kısmını dövmeden adam edemezsin” demişti kocama! 

Çocuk gelin, ilk geceden hamile kalmadığı için düşmüş köyün diline. Kocasının kardeşi olmadığı için çok doğurmak zorundaymış, zaten kaynanası da onu bu yüzden küçük almış. Neyse ki hamile kalmış ama buna çok da sevinememiş çünkü bebeği erkek değilmiş. İlk bebeği “kız” olmuş. Tabi bu kızın ileride onun için savaşan ve onun için yaşayan biri olacağını bilmeden. 15 yaşında, daha kendisi çocukken; çocuğu olmuş. Sonra iki kızı daha olmuş, kocası kız doğurduğu için başka kadın bakmaya başlamışken Allah, erkek evlat bahşetmiş ona. Mükafatını aldığı için sevinmiş. O gün o köy evinde gülüşmeler, tebrikler, iyi temenniler…

Erkek çocuktan sonra şehre taşınmışlar ama her sene gebe kalmak ve kocasından dayak yemek rutinleri dışında dikkatini çeken büyük kızı olmuş. Yedi yaşındaki kızının okul dönüşü, annesini döven babasına bağırması ve ondan daha cesur olması şaşırtmış onu. Daha birinci sınıftaki bir kız çocuğunun annesine bu kadar sahip çıkması alışkın olduğu bir şey değilmiş. Sonraki yıllarda herkese: “Ben ona değil, o bana annelik yaptı.” diyecek kadar da gurur duymuş kızıyla. Çünkü kızı, babasının prensesi değil, annesinin savaşçısı olmayı tercih etmiş. Annesini ve kardeşlerini ‘baba’ denilen şiddet çemberinden kurtarmayı koymuş kafasına, öyle ki dayak yediği halde boyun eğmemiş babasına.  Bir erkeğe karşı gardını alan kadınlar bir süre sonra tüm erkeklere karşı gardını alır, bunu savaşanlar iyi bilirler. Bu yüzden hiç evlenmemiş.

Yemeğin tuzu, çamaşırın izi gibi saçma sebeplerden dayak yemeye devam etmiş çocuk gelin, öyle ki şikayet etmekten bile vazgeçmiş. Çünkü bu, onun değiştirebileceği bir şey değilmiş, böyle gelmiş böyle de gidecekmiş. Şiddet döngüsünün çarkları arasında ezilen çocuklar ve bir kadın… Bir gün değişebilir miydi? Kim bilir? 

Yine bir gün kocası dövmeye kalkarken kadını, kızı polisi aramış. Malum, Doğu’da insanlar devletten korkarlar. Kürt olmanın dezavatajını çokça yaşadıkları ve sanırım işkencede ölümü çok tanıdıklarından olsa gerek, polis korkutur onları. Baba korkmuş polisten, yalvarmış kızına. O günden sonra da eli kalkmamış bir daha ne karısına ne de çocuklarına. Kızı  annesini okuma yazma kurslarına göndermiş, sonra da kadın derneklerine ve şiddetin her türlüsünü reddedeceği platformlara. Her kadının çok güçlü olduğunu kızıyla keşfetmiş kadın. “Gelinlikle çıktığın bu evden kefeninle dönebilirsin.” diyen babasına karşı kendi kızlarına; mutsuz olduğun ve aşağılandığın bir yerde asla durma, burası her halükarda senin evin!” diyecek kadar farkında olan bir kadın var artık. Bunu nerden mi biliyorum;  15 yaşındaki o çocuk gelin, benim annem çünkü.

Konuk Yazar

2 yorum

Zeynep için bir cevap yazın İptal Et

  • Ağlayarak ve bu yazdıklarının her kelimesini yaşayarak okudum Keşke bunları yaşamak zorunda olmasaydın , olmasaydık

  • Annem hala travmalarını anlatır bana, koca bir nesil çocuk yaşta evlilik ve şiddet kurbanı oldu. Bizler ise şiddete şahit olan, aktarılan travmalarla büyüyen bir nesiliz. Bir tokatın izi üçüncü nesilde siliniyor. Çok yazık!