Yazar: rumeysa ç.
Görsel: Nilbar Güreş |
Benim oğlan 13 aylık oldu (sonunda!). Bugüne kadar pata küte, orada kablo yiyerek, burada davul sesinde uyuyarak bugüne kadar geldik. Çok şükür, hayal ettiğim birçok işi yapmayı başardım, arada ben de pert oldum, ama değdi. Neler mi yaptım? Yüksek lisansta 2. Döneminim sonuna yaklaşıyorum mesela. Bir vakıfta çalışıyorum free lance olarak. Salı akşamları bir kafede çalıyorum. Bir de onun dışında hem 90’lardaki kadın müziğini merkezine alan bir pop-rock projesi çıkartıyorum BGST’den arkadaşlarımla, bir de Boğaziçi’ne gidip oradaki öğrenci arkadaşlara danışmanlık yapmaya çalışıyorum, arada da çeviri işleri geliyor, kıramadıklarımı alıp onları yapıyorum. Pek tabii bir de en güzelinden bir Reçel editörü olma işim var (evet abartmış olabilirim).
İşte tam da bu abartma durumu yüzünden, tabii ki yetişemediğim, özellikle de arka arkaya akşam geç saatlerde biten işlerden geride kaldığım ve gittiğim yerlerde de yanımda sürekli hareket eden minik bir canavar olduğu için odaklanamadığım zamanlar oldu. Böyle zamanlardan birinde, yaptığım işlerden biriyle, artık yetişemediğimi ve kendime fiziksel olarak zarar verdiğimi düşündüğüm müzikle alakalı biriyle küçük bir yol ayrımına gelmişken aldığım eleştirilerden biri beni dumura uğrattı. Bu mesele üzerine yazma çizme ihtiyacımın ne kadar fazla olduğunu düşünerek günlerdir zihnimde onlarca taslak yazdım, bu taslaklardan birini şimdi sizinle paylaşıyorum.
Aldığım eleştiri şu: Çocuk için yeteri kadar bakım hizmeti almıyor, özelde de çocuğu anneme yeteri kadar bırakmıyorum. Bu şekilde odaklanmam mümkün değil. Her gün 9-5 vaktim olsa hayatım toparlanır, “uçarım”.
Her gün 9-5 vaktimin olması hayalini kurmuyor değilim, eleştirinin bu kısmına diyecek bir şeyim yok. Bu eleştiri akşam olan işlerimi nasıl halledeceğimi söylemese de, yine de önemli bir noktaya işaret ediyor.
Ama burada görmezden gelinen iki unsur var: Birincisi parayla bakım hizmeti alacak kadar param yok, düzenli çalışıyor olsam bile böyle bir bütçe kaldırabileceğim bir şey değil. Kadınlar zaten ancak bakım hizmetini karşılayıp üstüne para artırabiliyorsa işe giriyor (bu da başka bir yazının konusu). Zaten 13 aylık çocuğu 9-5 alan yer de neredeyse yok. 18 aydan sonra belki alınıyor, ancak orada da tam zamanlı olması neredeyse imkânsız, birkaç saatlik oyun grupları vs. Evde bakıcı deyince de zaten bunlarla karşılaştırılmayacak kadar uçuk paralardan bahsediyoruz ki güvenilir ve düzenli bir bakım hizmeti almak da dağları delmek gibi bir şey. Demek ki neymiş, 13 aylık çocuğa kimse kolay kolay para karşılığında bile bakmıyormuş.
Peki, o zaman alternatif nedir? Burada da ikinci unsur devreye giriyor: Anneanne/babaanneler pek tabii. Onların kendi hayat tercihleri, kendi hayat ritimleri, hayatlarında yapmak istedikleri şeyler, bir rutinleri olmadığından ve hayatlarına ancak bir torun anlam katabildiğinden ve her zaman için sağlıklı olduklarından tabii ki o çocukların tek bakıcısı bu kadınlar (evet yine kadınlar!) olabiliyor. Böyle olunca gün içlerinde parklar bahçeler anneanne/babaannelerle doluyor, hayatı boyunca ücretsiz iş yapmamış gibi, bir de şimdi tam mesai ücretsiz çalışıyor. Bir de onlara sonsuz taleplerle gidiyor olmamız yetmiyormuş gibi, bir de çocuğa bir kötü bakıyorlar sorma gitsin, bir türlü çocuğu sağlıklı yetiştiremiyorlar, düşün yani evde peynir bile yapmıyorlar (!)
Bu ironik hali bir tarafa bırakırsak üst kuşağımızdaki kadınları, kendi “ulu” işlerimiz için kilitlediğimiz yetmiyormuş gibi, bir de onların “tasvip etmediğimiz” bakım/çocuk yetiştirme tercihlerini görmezden gelip ve hatta onlara kötü davranıp kendi mükemmel hayatlarımızı yaşamaya, ya da en azından para kazanmaya devam ediyoruz. Bu durum bir tek bu üst kuşak kadınlar uzakta oturduğunda ya da çalıştığında mümkün olamıyor ki o durumda da çalışan annenin kendisi gibi bu uzakta olan ya da çalışan ebeveyn sonsuz vicdan azaplarına hapsediliyor.
Kendi hikayemde başka bir yol olarak yakınımdaki genç arkadaşlarımdan da yardım istedim. Birincisi, her ne kadar mezuniyet sonrasındaki kadar garip bir çukura düşmemiş olsalar da onların da kendi yoğunlukları düzenli bir bakım ilişkisinin önüne geçti. Bir de şunu fark ettim, sadece kadınları arıyorum ve soruyorum. Ben anne olana kadar bez bile bağlamamışken çocuk bakımına dair maksimum eğilim ve uzmanlığı yine gençler arasında kadınlardan bekliyorum. Bir süre sonra yaşadığım onlarca yabancılaşmayla birlikte bu yoldan da böylece vazgeçmiş oldum, daha anlık ve acil işlerde bana yardımcı oldular.
Erkekler demişken, bu hikâyede eşimi anmamak büyük haksızlık olacaktır. Neredeyse haftanın 7 günü akşamları dolu olduğum bir programım olmasına rağmen haftada 6 gün çalıştığı işinden koşarak gelip bebek baktı kendisi. Ama burada da çocukla aynı alanda olduğum için tam bir odaklanmanın söz konusu olduğunu iddia etmem zor olacak. Bir de her hâlükârda çocuk emzirmeye devam ederken kadının çocuğuyla arasında isterse kilometrelerce mesafe olsun, kafasını toparladığını iddia etmesi mucizevi olacaktır, yapanın önünde saygıyla eğilirim.
Peki, şu an ne mi yapıyorum mesela? Annem benim çeviri yapmam için içeride Kerem’e bakarken bu yazıyı yazıyorum. Pek tabii, özellikle de hareket etmek isteyen bir çocuk evde olduğunda birinin ona bakması gerekiyor ve iş yapmak mümkün olmuyor. Ama bu tabloyu bir zorunluluk ilişkisi olarak kurmaktan kendimi men ediyorum, onun da çocuk üzerindeki tasarruf hakkını saklı tutuyorum. Kimse ama kimse (babası hariç) benim doğurduğum çocuğa bakmak ZORUNDA değil. “Kendisi istiyor” da dünya çapında garip bir masal olmalı. İnsan âşık olduğu adama bile 7/24 katlanamazken, daha dünyaya yeni gelmiş, daha yeni yeni iletişim kurduğu bir insanla 7/24 verimli ve düzenli ve gelişime açık bir ilişki kuramaz, kurmayı isteyemez, buna tam tamına bir “gönüllülük” hissi barındıramaz. Zaten kişi kendine dair bir alan yaratmadığı her ilişkide, buna diğer sevgi ilişkileri de dâhil, ancak mahpus olabilir, sıkılır, ama bir şey diyemez.
Demem o ki, çalışan/işi gücü olan velhasıl normal bir insan olan her kadın desteğe ihtiyaç duyuyor. Bunu da en yakınındaki kadınlardan ve özellikle annelerinden almak istemek istemesi kadar doğal bir şey yok (keşke baba hariç erkeklerden de istesek ama hâlâ o formasyona sahip değiliz sanırım). Ama yardım almanın sömürmeye dönüştüğü (bu sert kullanımım için özür diliyorum ama durumun bu olduğunu düşünüyorum büyük oranda) her durumda kendimize bir dönüp bakmamız, farklı yolları elimizden geldiğince zorlamamız gerekiyor. Ben becerebildim mi? Hayır. Ama önerilere açığım.
bence emeği sömürülen bekar teyze/halalar da dahil edilmeli :) ve çoğu zaman söylenmeye bile hakları olmuyor. çünkü çolukları yok çocukları yok, sonsuz zamanları var! ve tabi anaanne/babaanne yeri gelip çocuğun yetişmesine burnunu soktuğunda (her ne kadar çok rahatsız edici olsa da ) normal karşılansa bile yine bu teyze/halalar onu da yapamıyor. çünkü çoluğu yok çocuğu yok, ne bilir!
Cidden ha! Onu hiç düşünememiştim, teşekkürler ediyorum :)
Ben çocuk bakımında hep tek başımaydım, üç çocuğumu peş peşe doğurduğum için kimseden yardım isteme hakkım bile olmadı. Velev ki öyle bir gaflette bulundum, mesela yorgunluktan mı şikayet ettim aa doğurmasaydın bu kadar çok, kim derdi beş sene de üç çocuk doğur diye! Herneyse bi şekilde çocuklarla kendim ilgilendim, onların bakımından başka önemli bir işim olmadı. Ama ne zaman akademik hayatım başladı işte orda gerçekten yardıma ihtiyacım oldu, annemin kapısını çaldım zira bu durum asla keyfi birşey değildi. Benim için önemli bir adımı atmak zorundaydım ve elbette ailemden yardım istedim. Annemin en küçük çocuğuma bakması yaklaşık bir sene sürdü, o sene içinde de sürekli bir vicdan azabı içindeydim. Annemin sürekli şikayeti, hafta sonu gezmek istemesi, beni oraya götür, beni buraya götür istekleri, hem evi hem okulu aksatmamak için verdiğim mücadele sanki bin yıl gibiydi. O dönem içinde bu konuyu sürekli düşündüm, evet kendi tercihlerimi yapacak yaştayım ama hala anneme ihtiyaç hissediyorum, ve bu dünyada eğer hayattaysa onun da bana yardım etme önceliğinin olmasını kalben arzuluyorum. Kendi çocuklarım için de bu geçerli, neden hayatını inşa etmeye çalışan kızıma yardım etmeyeyim, onun için bu fedakarlığı ve dahi merhameti neden göstermekte imtina edeyim ki?
Siz öyle anladınız demiyorum ama, yanlış anlaşılmaları önlemek adına: Ben anneanneler çocuk bakmasın demedim yazıda, hatta ben de destek alıyorum annemden, hatta destekten de fazlasını, Allah ondan razı olsun. Ama hem sürekli daha fazlasını istemek hem de bunu onların zorunlu işi görmek fazlasıyla problemli. Çocuk bakımı için başka bir dünya mümkün mü acaba?
Hem ekmeğim tam olsun hem karnım doysun olmuyor işte kabul edin artık.
Çocuk annenindir. Baba ancak yardımcı olabilir ( şartlara göre istisnaları geçelim)
Ulu işlerimizin bu dünya için daha da önemlisi gerçekten bizim için ne kadar önemli/gerekli/anlamlı ve sürekli/ vazgeçilmez olduğunu da bir gözden geçirelim.
kadınsan ve bir çocuk dünyaya getirmeye mazhar olmuşsan sıralamanın bir yerlerinde değil ki annelik.
Ama her şart kendi çözümüyle oluşur kendi şartlarınızın çözümünü bulun, bulanlarınkiyle uğraşmak yerine. Bedelsiz ne var ki?
Kolay gelsin,
Bu cevabı kime verdiğinizi anlamadım ama en azından çocuğun annenin mülkü olmadığından eminim :)
rumeysa’ya çok hak veriyorum. anneannelerin ve babaannelerin durumu beni de hep düşündürüyor. kendisi yıllarca çocuk bakmış, evde/dışarıda çalışmış, tam emeklilik ya da çocukların büyüdüğü dönemde kendine, sevdiği şeylere zaman ayıracakken tam zamanlı bir bebek/çocuk bakıcısı konumuna geçmek çok haksızlık, eğer %100 gönüllü değilse, ki bu çok azdır diye düşünüyorum. madambovary’ye ithafen de, evet elbette sevgi var anne ile kızı arasında, fedakarlık ve merhamet de var ailede. ama bu fedakarlık ve merhamet tam zamanlı bir çalışmaya dönüşmemeli. çevremde bir çok anneanne/babaanne torun bakma işini severek yapıyor, ama aynı anda neler kaybettiklerinin de bilincindeler. teyzelerimden birisi, en büyük oğluyla beraber üniversiteye gitti ve güzel sanatlar fakültesinden dereceyle mezun oldu. çok güzel çalışmaları var, üretkendi. ama son 10 senedir nerdeyse hiçbir şey üretemiyor, çünkü severek de olsa iki tane torun büyüttü/büyütüyor (diğer büyükanneyle dönüşümlü olarak, ki bu güzel bir paylaşım). uzun süredir çok sevdiği resim ve tasarım alanında bir şey yapamadı. bu arada eşi, eniştemse boş zamanlarında bir el sanatına başladı, ve teyzemden de çok daha üretken bir şekilde her gün severek, el sanatı yapıyor. ki çocukların parka götürülmesinde vs teyzeme yardım ediyor eniştem. teyzemle konuştuğumda resme/tasarıma dönmek istediğini çok net görebiliyorum, torunlarını çok sevse de! sonuç olarak fedakarlık zaman zaman evet, ama bu asla bir beklentiye dönüşmemeli. annelerimiz de ayrı birer bireyler. bizi dünyaya getirmeleri bizim çocuğumuza otomatikman koşulsuz bakmaları anlamına gelmiyor, gelmemeli. onların da bu hayatta daha farklı idealleri olabilir, 50’sinden sonra, 60’ından sonra da.
Tam zamanlı bir bakım mecburiyetine kısmen katılıyorum kısmen katılmıyorum. Eğer anne, tam zamanlı çalışmak zorundaysa, maddi gücü dışarıdan herhangi bir desteği karşılamaya yetmiyorsa ve çocuğunu ehil olmayan yabancı birilerine teslim etmekte zorluk çekiyorsa bir süre için neden ona destek vermeyeyim ki? Aile olmanın başka bir anlamı gelmiyor benim aklıma, aileniz sizi her koşulda seven, destekleyen en yakınlarınız değil midir? Elbette bunun bir fedakarlık sömürüsüne dönmesine müsaade etmeden, sınırları zorlamadan, insanları tüketmeden yapmanın da bin bir çeşit yolu muhakkak vardır. Keyfi durumlarda ise, daha rahat gezeyim, sinemaya gideyim, kahvemi de aksatmayayım diye çocukları annelerine atan ya da teslim eden kişileri ise sittin sene geçse anlamam mümkün değil.
Kadınların keyfi durumlar yaratmaya da ihtiyacı oluyor, onu dışarıda bırakmak istemem açıkçası ben kendi adıma… Mesele desteğin içeriğinin belirlenmesi değil desteği verenle kurulan ilişki bence
Yaptığım yorumlarda merkeze aldığım kavram “her zaman” dır. Annem her zaman benim çocuğuma bakmak zorunda değildir, her istediğimde elimin altında olması gereken bir araç değildir. Ama annem benim zor zamanlarımda yanımda olmasını istediğim, merhametini beklediğim ve güvendiğim birincil adresimdir. Benim belki de anlamadığım nokta, annelerin bu çok dışlayıcı tavrıdır. Kendi tecrübemde annem çocuğuma bakarken, ben çok büyük bir mahcubiyet duymuştum, onu engellediğimi, çocuk bakmaya mahkum ettiğimi düşünüp -ki annem de bu yönde epey telkinde bulundu- o dönemi inanılmaz stresli geçirmiştim. (En nihayet annem sınav haftasında bırakıp geziye gitti) evet gezme tozma ehemmiyetli, evet keyfine bakacakken benim için belli bir külfete katlanmak zorunda kaldı ama anne dediğimiz şeyin saf bir merhametten başka bir karşılığı olmuyor insanda, ister 2 yaşında ister 30 yaşında olun.
Ben oğlumu 3.5 aylıkken anneme bırakıp işe döndüm. Güven ve sevgi açısından bakıcı söz konusu bile olamazdı. Çalışmakta zorundaydım. Üstüne kız kardeşim boşandı ve o da çalışmak zorunda kaldı. Tabi onun altı aylık oğlu da anneme kaldı. Üstelik hostesti ve günlerce süren yatıları oluyordu. Annem geceli gunduzlu cocuk bakmak zorunda kaldı.Velhasıl çocuklarımız biri 4.5 biri 3 yaşlarına geldi ama olan annemin sağlığına oldu. Biz minnet duygusuyla anneme hiç müdahale etmiyoruz. Temizlik işleri için yardımcı tuttuk en azından ev işi yapmasın diye.Cocuklari fazladan bir saat daha birakmamak icin bizim için bir zamanlar vazgeçilmez olan sinema,tiyatro ..vs’den uzak duruyoruz. Ne yapsak emeğini ödeyemeyiz ama kendi çapımızda uğraşıyoruz.İyi ki varlar ne diyelim. Bazen mecburiyetler elimizi kolumuzu bağlıyor. Annem devamlı gezme hayalleri kurarken biz az kaldı büyüyecekler diyoruz. Tabi ikinci çocuklara bakmayacağını söylüyor haklı olarak. Artık o zamana Allah Kerim.
Uyarayım, çok kişisel hikaye barındırır bu yorum.
Çok güzel bi noktaya parmak basmışsınız, bunun üzerine bugün öğleden sonraki dersime girmemeye karar verdim. Çünkü ukraynalı hocam it is your tradition, anan çocuğuna bakmalı diyor bana rusça telafuzuyla. ben ise buralarda bir başıma, yalnız. yüksek lisans ilerlemiyor, ilerlese de bu hocanın dersi iteklemekle gitmiyor. evde çocuğa babası bakıyor. biz taşınıyoruz, kıyafet bulamadığımdan tuniğimin altında evde yatarken giydiğim aşofmanım var. allahtan bugün okul sessiz, sakin. aşofmanıma kimse bakmadı. ama kocamın çocuğa bakmasına kimse sessiz sakin değil, herkes kocan çalışsın diyor. şuncacık çocuk, boyu bir metre bile değil, kreşe başlayacak. vicdanlar sızlıyor, transiztörler aklımda 40 takla atıyor. dün çocuklu başka bir ar gör ikisini bir arada götürmek lazım dedi. ben karavanla dünyayı gezmek istiyorum, bu sürdürülebilir bir yaşam değil, karşı taraflar ve rusça telafuzlar bunu hep imkansız kılıyor. saygılar.
not: işler 9-2 olmalı öğle tatilsiz, bu saat aralığı 2 yaşında bir çocuğu kreşe bırakmak için güzel.
Sanırım herkes her şeyi bizden çok biliyor
Şu yazdıklarınız o kadar samimi ki, kendimi içinde buluverdim, yazmadan edemedim
Gerçekten hislere, çıkmazlara tercüman bir yazı olmuş. Biz de 8 ayı tamamladık, Türkiye’de olmadığımız için, kısa ziyaretler hariç doğumdan bu yana eşimle yalnız idare ediyoruz. Çok da fena geçtiğini söyleyemem aslında, Allah çarpar. Baya alıştık. Hem ikimiz de çoğunlukla evden çalıştığımız, hem de doğruyu söylemek gerekirse Leyla baya uyku seven bir bebek olduğundan galiba… Şimdi hareket kabiliyeti arttıkça arkasından biraz daha koşturuyor, bilmiyorum birkaç aya hala aynı hislerde olur muyum. Ya da biraz daha huzursuz bir bebek olsaydı, ben ofiste bir işe dönmek zorunda olsaydım, eşim mesaili bir işte çalışsaydı ne yapardım…
Özellikle yaşadığım yerde, bakım hizmeti aşırı lüks bir şey. Saati en az 17 dolardan başlıyor, üst sınır feza. Değil hizmeti almak, Leyla’nın yanında ben mi bir tane daha baksam diye düşünüyorum. Yazı-çizi işlerinden aldığım paranın birkaç katı çünkü… Anneanne-babaanneden yardım almak konusunda da tıpatıp sizinle aynı şeyleri düşünüyorum. Üstelik benim durumumda her ikisi de aktif çalışıyor. Annem izin alıp bankaya bile gidemiyor ki, gelsin okyanusun öte yanında bana yardım etsin. Bir istisna olarak babam daha çok gelebiliyor, gene bir istisna olarak anneme göre elinden daha iyi de geliyor bebek bakım işleri. Ama o da çalışıyor tabii. İkisinden de evde kollarını açmış torunlarını bekleyen tonton anneanne-dede olmalarını bekleyemiyorum, beklemiyorum. Pek istemiyorum da… Sırf peynir değil, çocuk bakımıyla ilgili bütün felsefe her jenerasyon değişiyor. Ben ergenlikte bitirmişim nesil çatışmamı, şimdi sil baştan bir daha onlarla bunun güç savaşına girmek bana daha yorucu geliyor.
Hal böyleyken, tek aklıma gelen, ücretsiz kaliteli kreş, babalık izni vs. gibi yöntemler için uğraşmak. Fransa’da duyduğum kadarıyla insanlar pek vicdan azabı çekmeden, güvenerek bırakıyorlarmış çocuklarını kreşe. Ben diyenlerin yalancısıyım. Türkiye’de de Kreş haktır Platformu vardı mesela. Bir de kendi çevremde ufak tefek provasını yaptığım bir şey daha var. Vardırmak istediğim yer, dönüşümlü birbirinin çocuklarına bakmak. Yani çok küçük ölçekli tanıdık usulü kreş gibi… Mümkünse babaları da kapsayacak şekilde olsa en azından akademisyen, freelance’ci daha esnek çalışanlara bir kapı açabilirdi. Ya da güvenilir bir bakıcı bulup iki aile ücreti paylaşmak da geçiyor aklımdan. Ama daha hiçbirini hayata geçirebilmiş değilim. Eylül’den itibaren bir daha deneyeceğim, bakalım.
Ne güzel olurdu! Özellikle esnek çalışanlar arasında böyle bir düzen tadından yenmezdi!
acizane gorusumdur Rabbim hic kimseye yuklenemeyecegi bir yuk yuklememistir.Acaba biz bayanlar kendimize neden yukumuzun daha fazlasini ekleyip hayatimizi zorlastirip baska insanlarin hayatlarinada mudahale konumuna geciyoruz???
Allah herkese farklı kapasite ve ruh hali vermiş. biz kadınlar diye birşey yok ki kadın var kadın var..
24 saatini bebeğiyle evde geçiren depresif ve yalnız bir anne olacağına, hem sosyal hayatını üretimini devam ettiren bebeğiyle pozitif ilişki kurabilen ama yoğun bir anne olmak elbette daha güzel, herkes gücü ölçüsünde güvendikleri kimselerle iş bölümü yapar, yardım alır, bu ayıp değil..
Haddim olmayaraktan şu tezi paylaşmak isterim, yazarın tartışmasının bana hatırlatmış olduğu
“Kadın istihdamının ortaya çıkardığı sosyal politika sorunları:Anne-dışı bakım sorunu ve Türkiye’nin kadın istihdamı politikası”, Seyhan Büyükcoşkun, 2014, Tez No: 416062
Gönüllü bakmamın masal olduğu nerden çıkmış. Demek ki biz annelerimizin hakkını ödeyemeyiz, şaşırtıcı…
yazıda ve yorumlarda dikkatimi çeken bir şey var. Neden sadece annelik yapmak size yetmiyor? neyin ispatı bu.sadece belli süreliğine anne oluna bilir. aforoz edilmek istemediğim için daha fazla soru sormuyorum. bu kadar yeterli bence.
“Yetmek” derken? Sadece annelik yapmak (ki bu ibareyi meslekmişcesine kullanmak bile bir garip geliyor) birinin tercihi olabilir, ama insanlar çocuklarını halihazırda yaşamak istedikleri hayatın bir parçası haline de getirmek isteyebilir. Bunun nesi var?
Vallahi bende bu soruyu soracaktım “sadece annelik yapmak” meselesi… kendi tercihimle (Allah’ın rahmetiyle) iki çocuk dünyaya getirdim. İşimi bıraktım çocuklarıma bakıyorum. Kendi çocuklarına bakan büyüten sonra yatalak kayınvalidesine bakan yeri gelince akrabalarının çocuklarına bile bakan anneciğimin bir de benim çocuklarıma baktığını hayal edemiyorum. Neden bakacak? Çünkü benim zaruri olmayan yığınla “ihtiyacım” var. Sosyalleşme sanat bilmemne? Sadece aç kalsaydım ve barınacak bir yer bulamasaydım annemden bunu isteyebilirdim. Maslow’un hiyerarşisinde ki alt tabanlar bana yetiyor. Bizim olayımız bu hayatımızda binlerce ihtiyaç üretip karmaşıklaştırıp sonra da bunun acısını kendimizden yada daha yeni dünyaya gelmiş yaşamaya alışmak için yardıma ihtiyacı olan çocuklarımızdan veya zaten hayatın yeterince yorduğu ailelerimizden acısı çıkartmaya çalışıyoruz.
çok geç yazılmış hatta belki okunmayacak bir yorum olacak ama yine de yazmadan duramayacağım.
özel sektörde mühendis olarak çalışan bir kadınım. annem de hatta anneannem de çalışan bir kadındı. çocukluğum tanımadığım bakıcıların elinde, daha ufacıktan beri sabahın köründe kalkarak (çünkü annem mesai başlamadan önce beni bakıcının evine bırakmak zorundaydı) geçti. annem işten geç gelirdi ve çok yorgun olurdu. bize (abim ve ben) doğru düzgün hiç vakit ayıramadı, yazık o da çok vicdan azabı duyar hala.
çocukluğum anneme hasret geçti benim. bugün ne zaman aklıma gelse gözlerim dolar. şimdi o emekli oldu. ama her şey çoktan geçti; çocukluğum, en verimli zamanlarım daha o yaştan melankolik bir şekilde geçti gitti.
Ben bugün çalışıyorum, çocuğum yok. ama lütfen çocuğunuz varsa ona zaman ayırın, ayıramayacaksanız, başka idealleriniz ve “sosyal olma” güdüleriniz varsa hamile kalmamak için elinizden gelen bütün önlemleri alın. modernitenin size dayattığı rolün (çocuk da yaparım kendimi de gerçekleştirirm) bedelini çocuğunuz ödemesin.siz çok yoruluyorum yetişemiyorum diyorsunuz ama hiç tercih etmediği halde bunun bedelini asıl ödeyenin çocuğunuz olduğunu unutuyorsunuz. Allah kimsenin çektiği acıyı sahipsiz bırakmayacak ahirette eminim. annemi canımdan çok seviyorum ama ahirette bu yüzden onu hesaba çekileceğini adım gibi biliyorum.
Kalpleri en iyi bilen Allahtır, sevgilerle.
Ben de çalışan bir annenin çocuğuyum ve aşağı yukarı benzer duygularla büyüdüm, annemi büyürken yanımda olmayışı sanırım bugüne kadar uzanan bir dizi sıkıntının da temel sebebi. Zaman içinde annemi anlamaya ve gerçekten çok yorgun bir kadın olarak evi, işi ve bizi idare etmeye çalıştığını görmeye çalışıyorum. Zor biliyorum ama acaba çalışmamak gibi bir alternatifi olsaydı sizi ihmal etmek pahasına da olsaydı çalışmayı ister miydi acaba?
Bilmiyorum, annem çalışmayı seven ve bunu sürekli dile getiren bir kadındı. Ben de bir kadın olarak onu anlıyorum ama mesele bu değil. Bir kadına sorulsa kendini gerçekleştirmek mi yoksa çocuğuna iyi bir anne olmak mı ikisi de diyecektir. ama ben bu cevabın bir mağduru olarak söylüyorum olmuyor, ikisi aynı anda olmuyor. Ha ihtiyacı vardır durumu yoktur vs mecbur kalmış olabilir. Ama “ben de bireyim, benim de sosyal olmaya, ideallerimi gerçekleştirmeye ihtiyacım var” diyerek çocuğunu en önemli zamanlarında oraya buraya bırakıyorsa iyi bir anne olmadığını kabul etmeli. Allah insana vicdanı yoluyla seslenir, sezgisel mucizevi bir bağdır bu. İdealleri için çalışan ve bunu bedelini çocuğuna ödeten kadının vicdanı bu yüzden rahat değil emin olun, bu yüzden bu kadar yazılıp çiziliyor, kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz aslında. herkes doğru cevabı biliyor ama hakikati örtüyoruz. Ayette dediği gibi “Öyleyse nefislerinizi temize çıkarmayın; O kimin takva sahibi olduğunu en iyi bilendir.”
Hayatta insan, basina neler gelir bilemez. Belki Allah korusun esiniz calisamayacak duruma gelir ve sizin calisip bakmaniz gerekir; belki vefat eder ve calismaniz gerekir; belki bosanirsiniz yani her an hersey olabilir. ha boyle seyler olmasa da kadin kucuk ya da buyuk, yari zamanli ya da tam zamanli ne olursa calismali diye dusunuyorum. kendi ayaklari uzerinde durabilecek guce ve inanca sahip olmali sahsi kaanatimce. ben calismayan bir anne tarafindan buyutuldum. birbirlerini severek ve ailelerine ragmen evlenen bir ciftin cocuguyum. Ama hayat sartlari, maddi zorluklar bilmedigim bir suru surec neticesinde; annemi hep para kazanmadigi icin ve ev ihtiyaclari harcamalari icin bile suclayan bir babaya donustu babam yillar icinde. Annem( ve babam da yaptiginin icten ice yanlis oldugunun bilincinde) kizi baskasina muhtac olmasin diye ne zorluklarla beni okuttu. tabiki ben de hayat ne getirir bilmiyorum. yaptigim isi seviyorum. topluma isimi iyi yaparak katkida bulundugumu dusuncesi ve mutluluguyla, daha guzel daha cok yapmayi dusunuyorum. bu kadinlari sadece kariyer heveslisi insanlar olarak gormekten vazgecin artik. biraz daha anlayisla bakmaya calisalim birbirimize.
[…] benim için ortaya atıldığı andan itibaren bir miktar sorunluydu. Rumeysa’nın “Torununa Bakmak Zorunda Olan Anneler” yazısı ve yazı bağlamında dönen tartışmalar ile de tekrar kafamı kurcalamaya […]
Arada kalmış bir kuşağız…
Ne geleneksel aile modellerinde olduğu gibi, akraba ve eş dost dayanışmasını becerebiliyoruz (tahammülümüz ve vaktimiz az, daha bireysel, özgür ve kendi bildiğimiz gibi yaşamak istiyoruz vs.), ne de yeni hayat biçimlerimize uygun çözümleri üretebildik (bakıcı pahalı ve güvenmekte zorlanıyoruz, çocukları bırakabileceğimiz ücretsiz yapılanmalar henüz yok denecek kadar az, herkes bencileyin çözüm arıyor vs.)
Belki çok öznel bir yorum olacak ama ‘hadi yaşın geçti evlen, torun doğur da sevelim’ diyen ebeveynlerin, ellerini taşın altına koyma sorumluluğu var bence. Anne olunca, annemle daha yakınlaşacağımızı düşünüyordum. Ancak kendim çocuğumun üzerine titrerken, annemin ‘benim derdim bana yetiyor, ben büyüttüm, sıramı savdım’ nevi yorumları beni çok kırdı ve annemden uzaklaştırdı. Belki de mükemmel, fedakar, koruyucu, kollayıcı anne modeli o kadar çok empoze edildi ki bizlere, bu anlamda da çok arada kaldık. Annelerimiz bizi ‘kasmadan ve hayatın içinde’ büyüttü ama biz en doğal, en bilinçli, en şahane ebeveynler olmayı tek başımıza üstlenmenin sorumluluğu altında eziliyoruzdur. İşin en fenası, annelerimiz ve kayınvalidelerimiz de kendilerinin olmadığı kadar şahane anneler olmamızı bekliyor. Ne de olsa çamaşır makinalarımız, hazır bezlerimiz vs var. Onların zamanında yoktu. Hem onlar cahildi, biz değiliz. Bugünkü koşullarda, organik meyvaları, cam rendelerde rendelemeliyiz çocuklara. Yanımızda bavulla gezmek zorunda kalmayı mı dert edineceğiz? Bir çocuğa ‘adamakıllı’ ve tek başına bakmayı beceremeyecek miyiz? Nasılsa artık evlerimiz kaloriferli.
Çocuğa bakacak kişinin cinsiyeti konusunda da arada kalmışlık yaşıyorum/z. Babam dışarıda çalışır, annem evde bizlere bakıp, evi çekip çevirirdi. Şimdi emekli oldu babaların çoğu. Anneler yılmış, babaların deneyimi yok. Ama medyadan çocuk nasıl bakılırı öğrenip, onlar da bize caka satmaya başladılar. Destek ihtiyacı olduğunda, biz bakamayız, deneyimimiz yok diyorlar. Eşlerimize gelince, ev işleri konusunda kalifiye yetiştirilmemişler. Bilinçleri yükseldikçe herşeyi paylaşmaya kalkıyorlar iyi niyetle, ama işleri o kadar beceriksizce ele alıyorlar ki, bazen gölge etme başka ihsan etmem diyesin geliyor. Ama tabi ev işleri konusunda ve çocuk yetiştirmek konusunda eşit söz hakkına sahipler. Bazen evin ve çocuğun, kadının özel alanı olduğu günlerde yaşasaydım diye düşünüyorum. .Oysa dışarıdan gözüken tablo; ev işlerinin ve çocuk bakımının eşit paylaşıldığı, teknolojinin emrimize amade olduğu bir hayat biçimi.
Kendi duygularımız ve düşüncelerimiz de arada kalmış. Çocuğun en çok anneye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz; anneyle çocuk arasındaki bağ özeldir! Ancak artık annelerin maddi özgürlüğü de önemli. Onca yıl savaş verdik, özgürlüğümüzden, isteklerimizden kazanımlarımızdan vazgeçmek istemiyoruz. Fakat, çocuğumuz elimizi kolumuzu bağlayıp, bizi geleneksel rollere itiyor. Çocuğumuz anne kekleriyle büyüsün istiyoruz, ya da ‘Anne niye beni okula sen bırakıp, sen almıyorsun’ diye sorduğunda vicdan azabı çekmeden verebileceğimiz içselleştirilmiş cevaplarımız yok. Halbuki erkekler yüzyılların verdiği güvenle, böyle şeyleri pek de dert etmiyorlar.
Peki pratikte çocuğumuza nasıl mı bakılıyor?
8-5 çalıştığım bir işim var, evin yemeği ve çocuğun okuldan alınması yardımcı vasıtasıyla mümkün oluyor. Sabahları, okula baba bırakıyor. Aynı zamanda eşim evden çalışabiliyor, hastalık, yaz tatilleri gibi dönemlerde, eşim idare ediyor. Bu arada günde sayısız defa, telefon görüşmesi yaparak, koordinasyonu sağlamaya çalışıyorum. Vicdan azabı, yetememezlik ve sıkışmışlık duygusu ile yaşayıp gidiyorum.
Rümeysa’nın dediği gibi önerilere açığım!
ben bir doktor olarak cok karamsar yorumlari gorunce sasirdim. bence bizler gercekten akli karisik bir nesiliz. annenin herseyden vazgecip kendini cocuga adamasi bir utopya sadece. cocugun anneye cok bagimli oldugu zamanlar bellidir. 2 yasindan itibaren de sosyallesmeye baslar, 4 yasina geldiginde isteseniz de evde tutamazsiniz. 2 cocuk sahibi olmak istiyorsaniz, hayatinizi cocuklariniza adamaniz gereken en fazla 5 yil olacak, ondan sonra onlar da sizden ayri vakit gecirmek isteyecekler.
bence her kadin kendi sartlarina, aile durumuna gore degerlendirmeli. secmek istediginiz meslek, aile durumunuz vs hepsi kurmak istediginiz hayat icin faktorler.. kadinlarin cogu kulturel kodlarin etkisiyle vicdan azabi hissederek okula gidiyor ya da calisiyor. oysa kadinin calismasi da calismamasi cok normal. siz eger sabahlari cocugunuzun gozlerine aciyarak bakarsaniz, o cocuk da uzulmesi gerektigini dusunur.. benim oglum5 yasinda ve tum kadinlarin calistigini zannediyor. ustelik ona sabahlari beslenme cantasi da hazirliyorum, aksam yemeklerini de yiyor, kek bile pisirebiliyorum. ev isleri oyle cok abarti seyler degil, yaptiginiz kucuk seylerle bile cocugunuzu mutlu edebilirsiniz. ben hamur isi vs den hic anlamam ama evdekilere sorsaniz en sevdikleri sey haftasonu yedigimiz dandik krep :)
Rumeysa bu annaneler/babaanneler kendilerini ifade edemiyor mu gözlemlerine gore? Nasil zorunda birakiliyorlar ya da neden zorunda hissediyorlar?
Bence öyle bir opsiyon hiç hayatlarında olmuyor. Bir rengin ne olduğunu hiç bilmemek gibi.
Seçmemek ya da ifade etmemek değil, birçok stereotyping’in yaptığı üzere sende onu yapacak bir şey olduğunu hiç bilmemek olduğunu düşünüyorum yaşananın
İlk önce başka bir şey düşünmüştüm ama yorumunu okuyunca 27 yıl babamın istediği hayatı yaşadığım aklıma geldi, bundan başka bir seçeneğim vardı ama o babamı kaybetmek, sevilmemek, onaylanmamak demekti ve buna gücüm yoktu o zaman ruhen. Onun sevgisine bağımlı gibiydim varoluşsal olarak. Çocuk yapmaya karar verdiğimde hem iş hem çocuğu asla yapamayacağımdan emindim (kendi çocukluğumla olan dertlerim çok ağırdı bana ve çocuğuma yaşatmak istemediklerimi çalışırken yapamayacağımdan, bakıcı ve çocuk dilemması arasında kalmaktan nefes alamayacağımdan emindim) ve çok sıkışmıştım. Her akşam ağlıyordum gizli gizli ta ki bir gün eşim bana “seni zorla çalıştıran mı var?” diye sorana kadar. O ana kadar çalışmamak gibi bir seçeneğim olduğunu düşünmemiştim. Aklımın ucundan bile geçmemişti. O an işi bırakmaya karar verdim zaten; hamile bile değilken yani ve bu karar hayatımın en önemli kararıymış meğer çünkü tamamen değiştim bu süreçte.. Peki ya Asım bunu demeseydi ya da çalışmam gerektiğini düşünseydi ne olurdu bana? Zorunda bırakılmış ya da zorunda kalmış mı hissederdim? Ya da bir zaman gelip kendimi yorgun ve sıkışmış hissedince bir yol, bir çıkış bulmam gerektiğini düşünüp sorgulamalara mı giderdim? Ya da hayat boyu bunu yaşamayı (kurban olduğumu düşünüp, kurban gibi davranmayı mı) seçerdim? (Kurban olduğumu düşündüğümde önümde bir seçenek yokmuş gibi görünüyor ama aslında böyle düşünmeyi seçen yine ben olmuş oluyorum galiba…)Çok yakın bir kadın arkadaşım var eşi çalışması gerektiğini düşünüyor ve o da çocuk yapmayı erteleyip duruyor çok istediği halde çünkü çalışırken yapabileceğini düşünmüyor benimkine benzer nedenlerle.. O neden tıkanıp kalıyor acaba orada? Ben neden Asım’ın lafını bekliyormuşum mesela? Destek oldu diye almadım o kararı.. çok şaşırmıştım o seçeneğin varlığını hiç düşünmemiş olmama.. Gece gece ne çok soru sordum kendime. Düşüneceğim üzerine. Yazarım belki yine..
Benim çalışmaya başlama hikayem daha farklı sanırım. Şaşırdım açıkçası gelen yorumlara. Çünkü ben oğlum doğduğunda çalışmak konusunda bir fikre varmamıştım henüz. Bana çalış ya da çalışma diyen de yoktu. Ama bebeğimle ilişkimiz kurulurken ben onun için çalışmaya karar verdim. bir annenin çocuğunu kendi hayatının merkezi yapmasının doğrudan çocuğa çok büyük bir şiddet olduğunu düşündüm ve ilk işimi çocuğuma duygusal bir yük olmamak için aldım. Bir insana ‘seni hayatımın merkezine aldım, senin için çok fedakarlık yaptım, herşeyden vazgeçtim’ demek o insana ne büyük bir yük. Ne ezici. Annem bize hiç bir zaman bunu yapmamıştı. Bunu da başka anneleri gördüğümde farkettim. Bu ezici yükle y
Ezici yükle ezilmediğim için kendi çocuğumu da bundan azade büyütmek istedim. Büyüdüğünde fedakarlık ve annelik üzerinden çocuklarla kurulan minnet ilişkisini eşimin annesinde görüp bundan da çok ürkmüştüm sanırım. Mesele tam olarak çalışmak ya da çalışmamak da değil, çalışınca da herşey mükemmel olmadı, çalışmazken de olmamıştı ama çocuklara tam da kendi hayatı olmadığı için hayatı zehir eden anneler görüyorum ve fedakarlık üzerinden kurulan bir anne çocuk ilişkisini konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Biz eşitiz oğlumla. Ben ona baktım, ona bakarak, severek bu kadar çok sevmeyi deneyimlediğim için ben ona minnet duyuyorum hatta. Eve yardımcı bir abla geldi, yan odada homeofis yaptım bir yıl. Sonra mesaili bir işte çalıştım, kreşe gönderdik. İşsiz kaldım oğlumla gezdim aylarca. Sonra yeniden işe girdim. Birkaç seyahat dışında ailemden hiç destek almadım. kendi yolumu arıyorum hala. Bilmiyorum böyle oğluma daha iyi örnek oluyorum gibi geliyor. Yaşlandığımda çocuklarımı ilgi ihtiyaçlarımla darlamayacağımı ümit ediyorum.