REÇEL

Secde Etmek veya Hayvan Kalmak

Yalnızca ve yalnızca Allah ve benimle ilgili olan bir şeyin, annemi tıpkı filmlerdeki gibi bir bardak soğuk su içerek sakinleşmeye çalıştığı korkunç bir şey hale getiren neydi?

Konuk Yazar: Bonesiz Çekirge

İstanbulun boğucu halini çok hissettirdiği ama tam da vizeler öncesi bir dönemde eve gitmek geldi içimden. Uzun saatler sürecek otobüs yolculuğumda başörtüme özen gösterme iddiamı bir kenara bıraktım ve bone takmadan bağladım şalı kafama. Kızları boneli-bonesiz diye ayıranların olduğu şu dönemlerde bonesiz olmanın nasıl hissettireceğini de merak etmedim değil. 

Eve varıp apartmana girince asansörde alelacele başörtümü öne çekiştirdim. Zaten yoldan çıkmasından korktuğu kızını bonesiz görürse annemin evham yapacağı kesindi. Sarılmalar öpüşmeler sohbet muhabbet derken benim şal geriye kaydı tabii. Annem şakayla karışık başladı: “Ooo … hanım artık bone de takmıyoruz galiba.” Yolculuk dolayısıyla yaptığımı açıkladım hemen, neyse ki konu dağıldı. Ertesi sabah kahvaltıda uzun uzun Nisa suresinin mâlum ayetleri üzerine konuştuk. Annem aslında kendisinin de üzerinde çok durmadığı ayetlerin anlamlarına beni ikna etmeye çalışıyor, adeta ben bir şekilde yolumu bulurum ama kızım giderse bir daha Allah’a dönmez der gibi telaş yapıyordu. Birlikte cevabını aradığımız sorular benim suçlayıcı, annemin de dinin savunucusu konumunda olduğu bir tartışmaya dönüşüyordu. Sorularıma veremediği cevaplar onu daha çok sinirlendiriyor, tartışma da gitgide çirkinleşiyordu. Kavga etmemize ramak kala muhabbeti zar zor tatlıya bağladık. İkinci kez vukuatsız atlatmıştık şükür ki.

“Neyse kalk hadi namaz kılalım.” dedi. Hazırlıksız yakalanmıştım, bu konu üzerine eve gelmeden düşünüp bir karar vermem gerekiyordu halbuki. Bense boş boş yüzüne baktım. Bir şakadan öte gitmeyeceğine inanarak “Ne o namazı da mı bıraktın yoksa?” diye sordu. Evet, bir haftadır namaz kılmıyordum. Bile isteye bırakmıştım. Vicdan azabı da çekmiyordum işin garibi. Allah’a karşı samimiyetsizliğimden kurtulduğumu düşünüyordum, kendime izin vermiştim bir süreliğine. Samimiyetimden emin olduğumda geri dönmeyi umarak bırakmıştım namazı. Anneme ise sadece “Evet bıraktım.” demekle yetindim. Dürüst olmak kısa vadede hiçbir işe yaramıyor bu arada. Şüphe içinde sorduğu sorunun cevabını bekleyen annem iki elini hızlıca yüzüne kapattı. Koltuğa çöktü. Korktuğum başıma geldi dedi. Nedenini sordu. Olabildiğince hızlı bir şekilde gerekçelerimi açıklamam gerekiyordu. Ben cümleleri sıralarken ayağa kalktı, tamam yeter anlatma dedi ve hızlıca çıktı odadan. Bir bardak su doldurup içtiğini duydum. Yalnızca ve yalnızca Allah ve benimle ilgili olan bir şeyin, annemi tıpkı filmlerdeki gibi bir bardak soğuk su içerek sakinleşmeye çalıştığı korkunç bir şey hale getiren neydi? 

Sonra beklenen hamle geldi. Mutfaktan bağırdı: “Namaz kılmak yerine hayvan gibi otur o zaman o oturduğun yerde!” Namazı bırakmak hayvan olmakla eşdeğerdi demek ki. Ben hayvan kategorisine üçüncü seferde sıçrayamayan bir çekirge olarak girmiş olmalıydım. Eve geleli daha 24 saat olmamıştı ve mutlu olmaya geldiğim tatilimi kendi doğrularımla ve sözümona dürüstlüğümle mahvetmiştim. 

İçine doğduğumuz hayatın bizi kurtarmaya yetmeyeceğini sürekli söyleyen annem ise, beni içine doğurduğu hayatı sorgulamama, arayış içinde olmama dahi tahammül edememişti. Kul yine tam da Allah’ın dediği yere gelmişti: “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”

Konuk Yazar

4 yorum

  • Annenizin üslubunun hatalı olduğu konusuna katılıyorum. Geleli 24 saat bile olmamışken özlem gidermek yerine sorgulayıcı davranması hoş olmamış. Ancak namaz konusunda naçizane söylemek istediklerim var. “Allah’a karşı samimiyetsizliğimden kurtulduğumu düşünüyordum” demişsiniz, bu şeytanın sağdan yaklaşmasından başka bir şey değil. Evet, namazlarını huşu içinde kılanlara ne mutlu. Allah bize de huşu içinde kılmayı nasip etsin. Ancak, samimiyetsiz de olsa, hiçbir şey hissetmeden de olsa, onca işimizin arasında sırf Allah istedi diye abdest alıp namaza durmak bize daha çok şey kazandıracaktır. Bunları zaten biliyorsunuz. Mümin mümini uygun bir dille uyarmakla mükellef, bu sebeple yazıyı okuyunca yazmam gerektiğini düşündüm. Sürç-ü lisan ettiysem affola..

  • Din olgusuna rasyonel nedenler çerçevesinden yaklaşma gayretimiz, kul sorumluluğumuzu da nedenler örgüsüne boğmaya zorluyor bizi. Namazın rasyonel bir nedeni yok, oruçta en azından nefsin (gelenekte kuvve-i şehviyye diye adlandırılır) dizginlenmesi gayreti aranabilir. Namazın tek nedeni yaratıcının kılın demesi. Rabbine karşı “samiyetsizlik” olarak nitelemek çok doğru bir tarif olsa da, samimiyetsizlik hissinin nedenini inanç örgüsü içinde aramak lazım. Namaz kılmaya zorunlu bırakan tek şey, inandığını söylemek. Namaz kılmamayı “samimiyetsizlik” ifadesi ile perdeleyen kişinin inançta samimiyetsizliği kast ediyor olmalı. Namazın insanı inşa ettiği(ayetteki ekîmu ibaresinde olsa gerek) sloganını filan bırakalım bi kenara. İnanıyorsan kılarsın, inanmıyorsan kılmazsın. İnsan olarak, kılaraktan da neye dönüştüğüne bakarsın. Dönüştüren bir şey olmasa halife/mükellef tanımını tamamlayıcı bir olgu olarak insan hayatına girmezdi.