REÇEL

“Şahit” Olmak

Karar verdim: Şer gördüğümdeki hayrın peşine düşmeliydim.

Konuk Yazar: Ayşegül Gürbüz

16148727263_4e1330e783_o
Avazım çıktığı kadar bağırmak istediğim günler… Evde anne-babama, okulda başını açıp gezen hocalarıma, bahçede hiçbir şey olmuyormuşçasına erkek arkadaş, kız arkadaş peşinde fink atanlara… “Önünüzde kapatıldı. Tüh vah…” diyenlere, Kızılay’ın ortasında “Gerici yobazlar! Atatürk’ün ülkesinden defolun!” diyerek “tüüü” diye yüzüme tüküren yaşlı cadıya avazım çıktığı kadar bağırmak istediğim ama bir türlü bağıramadığım zamanlar… İçin için tıp okumak isterken tıpış tıpış ilahiyata gitme endişesi bir yanda, -son sınıfına geldiğim hem de çok severek okuduğum- İmam Hatip’i bırak, özel okula geç baskısı öbür yanda… Vefaya en çok ihtiyacı olduğu anda okulumu bırakmak benim için, yapılabilecek en alçakça işti. Ve bunu bana -benim iyiliğim için!- en yakınlarım teklif ediyordu. Ve ben hala dünyanın en önemli meselesini tıp okuyamayacak olmak sanıyordum.

Gözaltlarımdaki morlukları bana kalıcı olarak armağan eden bu süreçte kapı komşumuz Elif abla sık sık gelip gidiyordu bize. Aynı kattaki diğer komşumuz Semra’yı saymazsak tek komşuydu benim için. Uzun uzun beni dinliyor, hak veriyordu. Hiç de boş gelmiyor, her defasında kitap ya da dergi hediye ediyordu. Genelde dini içerikli ama farklı tanzim ve vurgulara sahip kitaplar. Okumayı sevdiğimi bildiği için incelik yaptığına emindim çünkü kardeşime de sevdiği sanatçıların kasetlerini getiriyor hiçbirimizi boş geçmiyordu. Kitapları okuyup okumadığımı da muhakkak sorar, üzerinde tartışmak isterdi. Evli olmadığından onun hep vakti olurdu. Sadece yaşlı bir annesi vardı. Annem onlara uğrar, yaşlı teyzenin gönlünü alır, sonra kafasında milyon tane soruyla geri dönerdi. “Kız, bizim kitap aslında tek değilmiş öyle mi?”, “Allah demek zorunda değilmişiz, başka adı da varmış diyor Elif ablan.”, “Aslında cennet de cehennemde yaşadığımız hayattaymış.” “İsa Peygamberin hükümleri hala geçerliymiş.” falan falan… Sonra annem “Daha da gitmem ben bunlara! Ana kız kafayı yemiş!” dedi. Ziyaretleri seyreltti.

Kurban bayramı vesilesi ile evlerine gittik bir akşam vakti. Ne de olsa erkek yoktu. Salonun girişinde ki büyük yemek masasının üzerinde okunmaktan cildi dağılmış, sayfaları dışarı kaymış bir kitap vardı. Üzerinde “Kitab-ı Mukaddes” yazıyordu. Elif ablanın da çok okuduğunu bildiğimden farklı bir şey düşünmedim. Sadece bana verdiği bütün kitap ve dergilerin arkalarında görmüştüm. “Kitab-ı Mukaddes okunuz mu?” şeklinde reklamı olurdu. Sohbet ilerlerken annem “Siz ne yaptınız, halledebildiniz mi kurbanı?” dedi. Elif abla gayet net “Biz kesmiyoruz.” dedi. Annem bozuntuya vermedi ama Elif abla fırsat kolluyormuşçasına “kitabını” eline aldı, başladı anlatmaya. “O aslında öyle değil…” diye girdiği her konuda beni alt ediyordu. Bahsettiği mevzu ile ilgili bölümü o darma dağınık kitabından anında bulup okuyor, “Bu da ayet” diyordu. Ben adeta can havliyle cevap vermeye çalışıyordum ama hangi söylediğim ayet hangisi hadis seçemiyordum. Her cümlemden sonra beni öyle yerle bir ediyor ki aklınız durur. Ve dahası hala Müslüman olduğundan en ufak bir şüphem yok. Günahkâr olabilirdi bu da gayet normaldi. Şehir hayatı günahkârlığın normal olduğunu çoktan öğretmişti bana.

“Habire kitabı mukaddes deyip duruyorsun Kur’an ne der demiyorsun! Bir Müslüman için Kur’an’dır esas hükmü koyacak olan.” deyip onu susturacak cümleyi söylediğimi sanıyordum. O bana “Biz Yehova şahidiyiz Ayşegül” dedi. Hayatımda hiç duymadığım bir şey! “Müslüman değil misin yani ne demek bu?” dedim. “Değilim, yani size göre gâvurum” dedi imalı. Ben adı Elif olan bir “gâvur”dan çok acayip gol yemiştim. Ve ben hayatımda hiç adı Elif olan bir “gâvur” görmemiştim. Bir Yehova şahidi beni tutup öyle bir salladı ki köksüzlüğümden korktum.
İşte o akşam… Var olduğunu sandıklarımın yanılgıdan ya da ruhsuz bir kopyadan ibaret olduğunu fark ettim. Dedim ki sen bunları hak ettin! Peki, verdiğini sandığın mücadele ne için?

Karar verdim: Şer gördüğümdeki hayrın peşine düşmeliydim. Düştüm de… Sonra bana bir rahatlama geldi. Ama öyle böyle değil!
Sınav varmış! Olsuun…
Kat sayı bizi un ufak edermiş! Ne gam…
Dershaneye yazılmalıymışım. Hiiç işim olmaaaz…

Son sene lise hayatımda okumadığım kadar kitap okudum bu sayede. İyi çalıştım. Nihayetinde istediğim bölümü kazandım. O arada biz başka bir mahalleye taşındık. Elif ablayla ara ara onun ısrarları ile görüşüyorduk. Öğrendiğime göre önceden Müslümanlarmış. Ne zaman ki ağabeyleri yurt dışına çalışmaya diye gidip oradan eşler bulmuşlar işte o zaman dinlerini değiştirip Yehova şahidi olmuşlar. Sonra da anneleri ve Elif abla da onların dinine girmiş. Hem de ne giriş! Bir tane bile ayin atlamıyor. Okuyor, okuyor, okuyor… Birkaç zaman sonra öğrendik ki kanser olmuş. Üzüldüm. Ona borçluydum. Yanına gittim. Eski halinden eser yoktu ama mukaddes kitabı hala elindeydi. “Çarşamba ayinlerine artık gidemediğinden, Müslüman olmadığını öğrenen apartman sakinlerinin hepten ayaklarını kestiğinden hal yandı.” Bu haliyle en az yirmi yıl yaşlanmış görünüyordu. Yaşlı annesi kendine zor bakıyordu kaldı ki Elif’ine baksın! Bir çorbaya muhtaç oldukları her hallerinden belliydi. Makineye bağlı nefes aldığından zorlukla konuşuyordu. Yoruldu, uyuya kaldı. O dinlenirken kalktım süpürgeyi açtım. Evi bir güzel süpürdüm. Çorbasını pişirdim. Çıkmadan önce “Elif abla sana teşekkür borçluyum. Yehovaya şahit olduğun gibi sayende dinime gerçekten bağlandığıma da şahit ol!” dedim. Gözlerinde öyle bir endişe gördüm ki, “Tabi ki açacaksınız. Sizin yüzünüzden Maltepe köprüsünde köfte-ekmek satamam.” diyen idarecilerimizde de yoktu mesela. Ama… Aması bir şehadet hikayesi… Sana, bana, bize dair…

Konuk Yazar

2 yorum

 için bir cevap yazın İptal Et

  • İhtiyacımız olan her şeyden önce müslüman olabilmek. Onu bir yapsak gerisi gelecek zaten de… Bu sitede şimdiye kadar okuduğum en anlamlı yazı. tebrikler.