Yazar: Huri
Söz söylemek-yazı yazmak zor bir iş. Nasıl tepki alacağınızı, nelerle karşılaşacağınızı her zaman kestiremiyorsunuz. Anlaşılır olma, iletişim kurma çabanız varsa bu daha da önemli oluyor. Büşra geçenlerde blogu takip eden bir arkadaşının, yazdığım yazılardan “sakin olun, konuşalım” der gibi bir izlenim edindiğini aktardı. Bu beni elbette çok mutlu etti. Çünkü birbirine dokunan sahici bir konuşmanın, sahici bir kavganın, sahici bir öfkenin mümkünatını düşündüğüm bir anda karşıma çıktı bu yorum. Elbette ki söylediğimiz sözlere karşılık gelen her yorumun ya da eleştirinin bizi mutlu etmesini beklemiyoruz. Fakat yapılan yorumun ya da eleştirinin söylenmek istenilen ile alakalı, var ise eğer yanlış olanı ve bunun yanında hakikati gösterme çabası içinde olması gerektiğini düşünüyorum.
“Dolayısıyla yazmak, konuşma hakkından yoksun bırakıldığınız kimi durumlarda kendinizi ifade etmenizin ve iletişimi sürdürmenizin bir aracı olabilir”* diyor Irigaray. Bu söz benim Reçel’ e olan inancımı sağlamlaştırıyor. Çünkü bizi, bize ait olanı, bizim gözümüzden görüneni yazıya aktarma ve paylaşma kaygısını taşıyorduk Reçel’i açtığımızda. Buradaki “biz” kadınlara işaret etmekle birlikte elbetteki çok muğlak ifade. Reçel “kadınların, bilhassa Müslüman kadınların” söz söyleyeceği bir mecra olsun istedik. 2014 Eylülden bu yana, sesler, sözler, düşünceler çoğaldı tabii. Hatta bunların arasından bazıları ile bireysel olarak ters düştüğümüz de oldu. Yine de yazmaktan alı koymadı beni bu durum. Çünkü konuşmak, iletişimi sürdürmek ve gerekirse de kavga etmek istiyordum.
Sözün varacağı hedefi kestirememe meselesini Reçelin geneline yaydığımda da kaygılarım devam ediyor. Yukarıda bahsettiğim biz dediğimiz şeyin çok da belirgin olmaması, zaman zaman birbiri ile çelişen ve çatışan yönlerinin de bulunmasına rağmen zihinlerdeki belli bir olumsuz prototiple özdeşleştirilip; ciddi anlamda karşısında olabileceğiniz etiketlerin üzerinize yapıştırılması kaçınılmaz oluyor. Bu da kişinin belli bir prototiple özdeşleştirip sağlamlaştırdığı düşüncesine bir hedef seçme oluyor galiba, ama genellikle yapay ve yanlış bir hedef.
Bu son söylediğim meselede Reçel de çok kritik bir noktada durabilir kanımca. Çünkü sözün varacağı nihai noktayı kestirememenin bir sonucu da Reçel aracılığı ile söylenmek istenen sözlerin kendisine yapay ve yanlış bir hedef bulması olur. Mesela, bir zulme işaret etmek, bir adaletsizliği göstermek şiarı ile yola çıkmaktansa zihindeki bir prototip ile bir özneyi özdeşleştirme ve etiketleme işlemini gerçekleştirerek “İslamcı” ya da “Müslüman” erkekler üzerinden, ya da “onlara” dair, “onlara” karşı söz söyleme çabası. Bu bizi bir yere götürmeyeceği gibi temelde var olan düşünceyi ve sözü gölgeler, üstünü örter, sahiciliğini, samimiyetini ve hakkaniyetini sorgulatır. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki bu saydıklarım olmasa da ortaya koyulan düşünceye dair yukarıda belirttiğim her bir husus sorgulamaya açıktır elbette.
Velhasılı kelam, düşünce-söz-yazı sözün hem şimdiye kadar belirttiğim noktalar açısından hem de başka faktörler açısından biraz sancılı bir süreç. Yine de benim bu sancılara katlanmamın sebebi Irigaray’ dan alıntıladığım şekli ile bir anlamda “iletişimi sürdürebilme” çabası. Dünyayla, insanlarla ve dahi her şeyimizi görüp gözetleyen, kayıt altında tutan Allah ile…Sırat-ı Müstakim’i arzulayan, kıldığımız namazlarda bunu ikrar ettiğimizin bilincinde olan insanlar olarak klavye başında bir kaç dakika, bir kaç saat ya da en fazla bir kaç günlük ego tatminini bırakıp, Allah’ a mahsus olan mükemmellik iddiasından vazgeçip kusurlarımızın farkına vararak ve bunu birbirimize hatırlatarak sözümüzün varacağı nihai noktanın birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmekten sapmaması ve şaşmaması duası ile. Sanırım bu şekilde sahici bir konuşmanın, sahici bir kavganın, sahici bir öfkenin bereketine nail oluruz.
*Irigaray, Luce, Ben Sen Biz, İmge:Ankara, 2006
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]