Yazar: Huri
Geçenlerde salonda televizyonda Nihat Hatipoğlu açık. Ben de bilgisayar başında Reçel mesaisi yapıyorum. :-) Bir an kulak kesildim, Hatipoğlu, gelini ile birlikte yaşayan kaynanalara gelinlerine arada bir “gelinim istersen sen bir duş al, rahatla deyin” şeklinde tavsiyede bulunuyor, hatta laf arasında erkeklerin bu konuda daha rahat hareket edebildiğini de söylüyordu. O an benim de aklıma gusül abdesti almak için çektikleri zorluklar konusunda en az beş kadından dinlediğim benzer hikayeler geldi. Eskiden nerede böyle nimet, böyle bolluk. Ateşlikten güğüm çarçabuk alınır. Olur da biri sabah namazına kalkar, güğüm(ler) nerede diye bağırır korkusu ile çabucak ihtiyaç giderilir ve güğüm hemen yerine koyulur. Nerede öyle kendine ait bir banyo kendine ait güğümleri yok bizimkilerin. Onlar bunlarla cebelleşirken dünya yansa heriflerin bir bağ otu yanmıyor tabii. Hatipoğlu’nun tavsiyelerini duyunca heh dedim bizim köydeki kaynanalara şöyle tavsiyede bulunacak bir hoca lazımdı herhalde.
Gelgelelim bu mesele ilerleyen teknoloji, şehirleşme, sıcak su teçhizatı, ebeveyn banyosu ve Hatipoğlu’nun bu güzel tavsiyesi ile hallolmuş olabilir. Ancak bizim daha büyük dertlerimiz, sorularımız, sorunlarımız var:
-Hocam kocam bana küfrediyor.
-Kocam aileme küfrediyor.
-Kocam kumar oynuyor.
-Kocam gereksiz borç yaptı.
-Kocam beni aldattı (aldatıyor).
-Kocam beni sürekli dövdü, terk ettim şimdi barışmak istiyor.
-Ben şimdi ne yapayım?
Sadece Hatipoğlun’a özel değil, Müge Anlı dahil sabahtan akşama kadar farklı kanallarda, envai çeşit programlarda bu meseleler dönüp duruyor. Mesela bundan bir iki ay önce, başka bir kanalın sabah programına bağlanıyor bir abla. “Kocam beni aldatıyor, gözü dışarıda” mealinde bir şeyler söylüyor. Programda başka bir ilahiyatçı ile bir diğer konuk var. Konuğun mesleğini kestiremiyorum ama psikolog, aile terapisti gibi bir şey olduğunu tahmin ediyorum. Kendisi hemen cevabı veriyor: Omzunu oynatarak (cilve yap anlamında), “e siz de biraz şey olun, sizin diğer kadınlardan ne eksiğiniz var” diyor. Karşı taraf teşekkür edip ayrılıyor. İki yumurta kırmak gibi bir şey mi acaba bu cilve dedikleri, yani halloluyor mu sorun gerçekten diye ekrana bakakalıyorum.
Hatipoğlun’a dönecek olursak mesele benzer bir şekilde ilerliyor, sabır ve dua tavsiyeleri, fıkhî yorumlar vs. Mesela şu karısına şiddet uygulayan ve barışmak isteyen koca ile ilgili kadına aileden seçtiğiniz hakemler huzurunda bir daha yapmayacağına söz verirse barışabileceği söyleniyor ama adama yönelik hiç bir şey söylenmiyor. Kimsenin gönlü ailenin yıkılmasından yana değil tabii.
Şimdi sakın “aman canım, bu tarz programlarda ne denileceği belli, kadınlar da niye bu insanlara danışıyor” demeyelim. Her gün sabahtan akşama kadar bir sürü programda bu meseleler konuşuluyorsa bu kadınlar da hayatlarında kendilerini motive (doğru bir ifade mi bilmiyorum) edecek başka bir güç ya da dayanışma yolu bulamıyor demektir. Bu da bizim oturup enine boyuna düşünmemiz gereken bir şey, mücadele dediğimiz şeye bir de buradan bakmak lazım.
Bunları yazarken bir yandan da “sizin aileniz yok mu, aile yıkılmasın diye endişe etmek kötü bir şey mi” diye bağıranları da duyar gibiyim. Karşılıklı olarak emek verilmiş bir ilişki, ortaklık, dostluk ve yoldaşlıktan bahsettiğimizi varsayarak, tabii ki kötü bir şey değil diyebilirim belki . Ama kesin olarak vurgulanması gereken bir şey var ki bu çok ama çok eksik bir edişe.
Her şey bir yana bazı sorularda, sorunun diğer tarafına, erkeklere keşke en azından “Hanımlarınızla güzel bir şekilde geçinin; çünkü onlardan hoşlanmıyor olsanız bile, olabilir ki hoşlanmadığınız bir şeyi Allah büyük bir hayra vesile kılmış olabilir” (nisa-14) ayetini hatırlatmak konuşan kişinin aklına gelse diyorum. Maalesef erkeklere yönelik bir ufak çağrı, bir nasihat bile zor duyuluyor. Bir yandan da bu programların izleyicisi, dinleyicisi, arayanı, soranı kadınlar olduğu için erkeklerin büyük çoğunluğu zaten o dünyada yaşamıyor.
Cevaplar alınıyor, Allah razı olsun diyerek telefonlar kapatılıyor. Ne değişiyor, ne gidiyor, ne kalıyor bilmiyorum. Muhtemelen, kadınlar daha büyük bir azim ile zorunlu gündelik mücadelelerine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu biraz da ne sorulan sorunun ne de verilen cevabın kimsenin konforunu bozmaması ile ilgili. Yani telefona sarılmadan önce de yalnızsın, sonra da aynen devam.
Baştaki örnek biraz komik ya da alakasız gelebilir ama gündelik mücadeleler bu örneğin çeşitli varyasyonlarından oluşuyor. Yani sorunun bir muhatabı ya da bir parçası veyahut da zaman zaman kaynağı olan sessizce olay yerini terk ederken, diğer taraf sorunu çözmek, aşmak ya da en azından bununla birlikte yaşamaya alışmak için cebelleşirken buluyor kendini. Bu gündelik mücadeleler de bizim gündelik seyirlerimiz oluyor böylece. Öyle ki yatmadan önce bu gün kadınlarla dayanışmak için ne yaptın diye kendime soracak olsam Nihat Hatipoğlu’nu izledim demekten korkuyorum.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Boşanma mevzusu kadar ‘aslında haram olmayan ama harammış gibi muamele gören’ ikinci bir mevzuyla karşılaşmadım.Her gün eziyet gören,dayak yiyen kadınlara dahi sabretmeyi,boşanmamayı telkin edebilen hoca(!)larımızı izlerken hayretlere düşüyorum.Adeta ‘Boşanmayın yeter ki öldürülürseniz sorun değil’…