Yazar: Huri
Başlıkta yazılı olan gerçekten bir soru benim için. Hatta mücadele ayrı bir soru, “mücadelede değer hiyerarşisi olur mu” ayrı bir soru. Belki de zihnimde dönen soru işaretlerinin önüne yanlış kelimeleri diziyorum. Ama ben tartışmayı bir yerden kurmaya çalışacağım, ilerisini birlikte getirelim istiyorum.
Mücadele, mücadelemiz, mücadelelerimiz nerede ve neyle başlıyor; bunu bir düşünelim. Bu soruya hepimizin birkaç cevap birden vereceği muhakkak. Kurumlar, oluşumlar, cemaatler, cemiyetler, aile, sosyal medya vs. karşısında yahut içinde kendimizi tanımladığımız noktada başlıyor mücadelemiz desek yanlış bir şey söylemiş olmayız değil mi? (Ama eksiktir muhakkak.) Peki ben kimim diye sorsam ve şöyle yüzeysel bir sıralama yapsam;
İnsan
Kadın
Müslüman bir kadın
Başörtülü Müslüman bir kadın
Heh, geldik zurnanın zırt dediği yere. Şimdi başörtülü Müslüman kadının mücadelesini konuşalım. Peki hangi başörtülü Müslüman kadının hangi mücadelesi? Tek bir başörtüsü mücadelesinden söz edebilir miyiz? Şöyleki meselenin serencamını hepimiz biliyoruz. Üniversitelerin kapıları başörtülü kadınlara kapandı. Bu kadınların bir kısmı okullarını terk edip evlerine döndüler, bir kısmı yurtdışına gitti, bir kısmı başını açıp okumaya devam etti. Her biri de tercihleri doğrultusunda bedel ödediler. (Bu elbette çok eksik bir anlatı, ama tartışmamız için yeterli.) Kimisi bu yasakla ansızın karşılaştı, kimisi yasağın içinde doğdu. Yasağın içinde doğanlar da kendilerince tercihlerde bulundular. Peruk, şapka… Okulun kapısına kadar örtülü gelip, eşiği örtüsüz geçme… Kimisi de başınıza çalın seküler kurumlarınızı dedi ve başka alanlarda ve platformlarda kendilerini geliştirmeyi tercih ettiler.
Bütün bu tercihler içinde yerine göre zorunluluğu yerine göre de belli imkanları ki biz buna kültürel ve ekonomik sermaye de diyebiliriz, barındırıyordu. Mesela maddi yönden yeterli imkanlara sahip olanlar ya da kendisine finansal destek sağlayabilcek sosyal ağa sahip kişiler okumak için yurtdışına çıkabiliyordu. Öte yandan ailesinin maddi imkansızlıkları nedeniyle bir meslek edinme zorunluluğu içinde olanlar bu tür imkanlara sahip olmadığı için başını açarak okumaya mecbur kalıyordu. İçinde zaman zaman imkan zaman zaman da zorunluluk barındıran bu tercihler hem hissi olarak hem de dayanışma açısından özneler arasında kırılmalara yol açtı. Bu kırılmalardaki önemli noktalardan biri de bu zorunlulukların, yükümlülüklerin ve sahip olunan sermayenin farkını gözetmeksizin kendi mücadelesini daha değerli kılma çabası olmuştur kanımca. En azından ben yaşadığım karşılaşmalarda bunu görüyorum. Çünkü zorunluluklara ve imkansızlıklara boyun eğip başını açarak üniversiteye girme eylemi kendi içinde mücadeleye dair bir işaret barındırmadığı gibi mücadeleden kaçmaktı; ancak sahip olunan sermayeyi kullanarak alın okulunuzu başınıza çalın diyerek yurt dışına çıkmak, başka kurumların faaliyetlerinde yer almak (bunu yapabilmek için de bu kurumlara ulaşabilecek sosyal ağa ve imkana sahip olmak gerekir) tam anlamı ile bir mücadele idi. (Aslında bir noktanın daha altını çizmem gerekiyor; benim burada bahsettiğim daha çok bireysel tercihler… Bir ağızdan çıkan sözle yapılan kitlesel tercihler hem siyasi hem sosyolojik açıdan hem de benim bu yazıda peşine düştüğüm soru açısından başka şekillerde tartışılabilir.)
Benim başlıkta sorduğum soru tam olarak neyin mücadele olup, neyin olmadığına dair hükmün verildiği noktada başlıyor. Niyetim terazinin “hafif” tartan yerine ağırlık yapıp denge kurmak değil. Ödediğimiz bedeller yüzünden birbirimize ne kadar daha sırtımızı döneceğiz? Kimimizin bu yasak yüzünden üniversite hayatı gecikti, kimimiz “hayatı” geciktirmedi ama hayatı bir eşikle ikiye bölündü, kimimiz en onurlu mücadeleyi verdiğine inandı, inandırıldı ama diplomalılarla yanyana geldiğinde ne mücadelesi ne de kendisi onların yanında daha “itibarlı” oldu. Bu saydıklarımın hepsi de başörtülü olmanın bedeliydi, dolayısıyla ödenen her bir bedel başlı başına bir mücadeleydi. O halde birinin diğerinden daha değerli olduğuna nasıl hükmedebiliriz?
Bu saydıklarım içinde benim de bir yerim var elbette. Ayrıntıya girmeye gerek, ama ben bu yazıyı on iki yaşından beri zaten bir eşikle ikiye bölünen hayatımı, “Başını okulda açıyorsun değil mi, okuyun okuyun profesör olacaksınız” diyerek çarpanlarına ayıran Müslüman eşe dosta ithaf edebilirim.
Yukarıda sürdürdüğüm tartışmaya ek olarak, başörtüsü meselenin sadece üniversitelerde kalmadığını da unutmamak gerek tabii. Başörtülü kadınlar bir yandan kamuda çalışma imkanı bulamazken, diğer yandan çalışma imkanı buldukları mecralarda emek sömürüsüne maruz kaldılar. Yanlış anlaşılmasın, burada madur edebiyatı yapmaya çalışmıyorum. Başörtüsü konusunda, kamuda da üniversitelerde de belli düzeyde bir esneklik olduğu aşikar. Fakat hala belli sektörlerde imaj vs. açısından sorunlar yaşandığını da gözlemliyoruz, duyuyoruz. Bir yandan başörtülü çalışanlara dair vitrin kaygısı yaşanırken, diğer yandan zaten başörtülüsün bu sektörde başka bir yerde iş bulamazsın diyerek düşük ücretle çalıştırılan kadınların da olduğunu biliyoruz. Yani bir yerlerde başörtülü olmaktan dolayı örtük de olsa bir mücadele sürdürülüyor kanımca.
“Başörtüsü mücadelesi” söz konusu olduğunda tartışılan başka bir mesele de “Başörtüsü mücadelesi bunun için mi verildi?” sorusu. Bu yorum ile sosyal medyada paylaşılan bir kaç görsel görmüşsünüzdür sanırım. Tek bir başörtüsü mücadelesi var mı diye soruyordum ya, işte alın size başka bir başörtüsü mücadelesi. Yaşananlar, içinden geçilen politik ve sosyal süreçler başörtüsünü herkesin gözünde farklı bir temsile dönüştürdü. Hal böyle olunca herkes zihnindeki temsil üzerinden konuşmaya başladı. Bu temsiller üzerinden, başörtülü kadınların sosyal medya paylaşımları ve dahi profil fotoğrafları, katıldıkları sosyal etkinlikler vs. konuşulacak, tartışmaya açılacak, “başörtüsü mücadelesi” çerçevesinde tartılacak, eleştirilecek, yeri gelince yuhalanacak bir alana dönüştü. Bunun kime ne yararı var, diye sormadan edemiyorum. Bu söylemin tamamında olmasa da, belli bir kısmında bir erkek parmağı görüyorum nedense! Yasağı hiç bir şekilde doğrudan deneyimlememiş, başörtülülerle gereken dayanışmayı kurup kurmadığı konusunda kendisine hiç özeleştiri yapmamış, günü gelmiş bundan nemalanmış, yerine göre sırtını dönüp yoluna gitmiş kişilerin mücadelenin üstüne konup kendine iktidar alanı yaratma çabası değilse nedir bu o halde?
Geldiğim noktada şunları söyleyebilirim ancak. Bir şey olmak bir mücadelenin içine doğmak oluyor çoğu zaman, siz isteseniz de istemeseniz de… Ne olduğumuza dair mücadelemizi örtülü ya da açık bir şekilde veriyoruz zaten. Okulun kapısından geri dönmek de bir mücadeleydi, başını açıp eşiği geçmek de. Çünkü hayat sadece başörtülü kadın olmanıza imkan vermiyor. Başka zorunluluklar da var, başka varoluşlarımız da… Mesela başörtüsünden önce başka engellerle karşılaştığı için okuyamayan, çalışamayan başörtülü kadınları “başörtüsü temsili” ya da “mücadelesi”nde nereye koyacağız? Bu noktada belki üstünlük yarışına girmeden, ödenen bedelleri yarıştırmadan, imkanların, lükslerin hatta zayıflıkların farkına vararak frekansımızı biraz daha birbirimizi anlamaya ayarladığımızda mücadele(leri)miz daha sahih ve sağlam olacak.
Kim gerçekten kazandı kim kaybetti Allah’tan başka kim bilebilirki? Başını açtığı her gün nefsiyle mücadele eden, sicaklarda bile inatla boyunlu elbiselerle dolaşan, kıyafetine uygun bir küpe takmamak için direnen birinin mücadelesini kim hafife alabilir?Tercihlerimizin illaki bedeli oldu ve belki ahiret de olacak.Ama insanlar nasıl kuruyorlar bu adalet terazisini, anlamıyorum.Sadece hep merak etmişimdir; eğer yasak ilk çıktığında kadını erkeği ile tüm insanlar ayaklanıp bu yasağa karşı çıksaydık sosonuç değişik olurmuydu? Acaba…
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
[…] evlerinde ya da bulabildikleri başka alanlarda üretken olmaya çalıştılar. Ya da daha önce Huri’nin yazdığı gibi hayatları üniversite kapısında ikiye […]