Konuk Yazar: Kurbağa Prenses
Böylece kralın kızı gidip kapıyı açtı, kurbağa da onun peşi sıra zıplaya zıplaya sandalyesine geldi. Kız oturur oturmaz kurbağa, “Beni de oraya çıkar,” dedi. Kız öyle uzun oyalandı ki, kral ona derhal yapmasını buyurdu. Kurbağa sandalyeye çıkar çıkmaz masanın üstüne sıçrayarak, “Şimdi tabağını bana yaklaştır da birlikte yiyelim,” dedi. Kız da denileni yaptı ya, herkesin de görebildiği gibi, pek gönülsüzdü. Kurbağa yemeğinin iyice tadını çıkarır gibiydi, oysa kızın lokmaları boğazına diziliyordu.
Bir süre sonra kurbağa, “Artık karnım doydu, çok yorgunum,” dedi. “Beni yukarı, odana çıkarıp yatağını hazırlar mısın, birlikte uyuyalım.” Bu sözleri duyan kralın kızı ağlamaya başladı çünkü soğuk derili kurbağadan korkuyor, ona dokunmaya eli varmıyordu. Oysa kurbağa onun o güzelim, mis gibi yatağında yatmak istiyordu. Gel gelelim kızın gözyaşları babasını öfkelendirdi…
Grimm Kardeşler tarafından yazılan bu masalın Almanca orijinal versiyonunda, kurbağanın yardımına karşılık, onunla en iyi arkadaş olma sözü veren bir prenses vardır. En iyi arkadaş olduklarında kurbağa prenses ile aynı tabaktan yiyecek, aynı bardaktan su içecek ve ikili aynı yatağı paylaşacaklardır. Orijinal masalda, prenses yatak odasında öfkeyle kurbağayı duvara çarpar ve kurbağa prense dönüşür. Sonraki çevirilerde ise, çevirmenler öfke ve duvara çarpma kısımlarını bertaraf edip, ikilinin hikâyelerini öpücük ile sonlandırır.
Hepimiz illa ki bir yerinden aşinayızdır kurbağa ve prenses masalına. Ağızdan ağıza yayılan versiyonunda, prenses bilmiyordur kurbağanın içinde sakladığı muhteşem yakışıklılık potansiyelini. Kurbağayı öper ve asıl prensle tanışır…
Masal ilginç; çünkü bugün o kurbağa belki aslında çekici bir yanı olmayan ama evlenince karısına ve çocuklarına çok güzel bir evlilik ve babalık hayatı vaat eden bir adamdır. Yani en azından, sivilcelerim için gittiğim eczacı amca böyle demişti: “Evlenmelisin, hiç takılma şusuna busuna. Kızlar çok takılıyor böylelerine, kelmiş, göbekliymiş hiç bakma, talibini kabul et…” Eczacı amca müşfik; babacan… Beni kızı gibi gördüğü için böyle diyor. Güzellik kaygısı bitse, kendi eczanesi batar yoksa. Hoş, sayısız kez uğradığım bu eczanede, hiç erkek görmedim ama…
Sivilcelere dönersek… Üç dört yıldır devam eden, ara ara tekrarlayan bir çatışma… Hayır, pis değilim, makyajlı yatmıyorum, yüzümü yıkıyorum, toniklerim var. Elbette nemlendiriyorum… Zaten sadece ve sadece çenemdeler. Doğru tahmin ettiniz: hormonlar, polikistik over, yumurtalıklar, kistler, çikolatalar, insülin direnci…
İlk dermatoloji randevumdan, kadın doğum polikliniğine yönlendirildiğim günden beri bu terimler gündemime girdi. İlk doktorum… Meğersem rastlayacağım en iyi doktorlardan biriymiş, bilmiyormuşum. Ultrason görüntüsüne bakıyor, hormon testlerini yapıyor. “Sekiz ay, en az…” diyor; “Doğum kontrol hapı kullanmalısın. İyi bir durumdasın insülin direncin, ekstra kıllanman, fazla kilon yok, atlatabilirsin.” En azından iletişim kuruyor gibi görünüyor, sorduğum soruya cevap veriyor… Bu ender bir şeymiş.
O günlerde yeğenim daha yeni-doğan. Bebek elleriyle yüzüme dokunuyor, sivilceler çok acıyor. Mecbur kullanacağım, durum daha da kötüye gidebilir. Ama hapı kullandığım ilk gün ve sonrası dinmeyen mide bulantıları, hiçbir şey yiyememe ama kilo alma (O günden bugüne 10 kilo almışım)… Aile hekimliği yapan doktor bir arkadaşıma soruyorum; “Nedir bu, normal mi?” diye. “Normaldir” diyor. “Ben bana polikistikim diye geleni sallamam bile. Herkeste var o.” Herkeste var ama doğum kontrol hapını sigorta karşılamıyor. Kullanmasam çocuğum olmazmış ileride, doktor bunu da demişti. Olsun diye kullanıyorum, bazıları da olmasın diye kullanıyor. Sigorta her birimizi eşit derecede mutsuz etmek istiyorsa demek.
Bu arada haplar da aşırı mutsuz ediyor. Pat diye regl oluyorum yolda giderken. Doktorumu arıyorum ilacı değiştiriyoruz, Allah’tan bu daha ucuz. Ama bu sefer sabah yolda çöpten gelen kokuyu duysam midem bulanıyor, içim kalkıyor, hiç kusmam ama şimdi yapacak gibiyim… ALLAH’IM YOKSA HAMİLE MİYİM? Sakin ol tabi ki de hayır pembe dizi mi bu?
İlaç biraz işe yarıyor gibi altı ay sonra, bırakıyorum o zaman, dayanamıyorum, sürekli kendini baltalamak gibi bir şey çünkü. Sivilcelerin yenileri çıkmasa da çenem pürüzsüz değil. Yarı aktif her an pırtlayacak gibi duran pütürler var…
Arkadaşlarımla konuşuyorum, hep benzer hikâyeler, hatta çoğu benimkinden daha ağır, daha bol semptomlu süreçler. Kadın forumlarından araştırıyorum, bütün hikâyeler burada çünkü. Durumum içime sinmiyor, başka bir kadın doğum doktoruna gidiyorum. Çok iyiymiş, kimleri kimleri doğurgan hale getirmiş. “Kesinlikle gitmelisin,” diyorlar. Doktor gene klasik süreci işletiyor: Önce ultrason görüntüsünü ve sonra hormon testlerini incelemek. “On beş kilo vermen lazım.” diyor. Beni hiç konuşturmuyor, monologunu dinliyorum… O zaman 38 bedenim, kilom fazlaca gibi ama on beş kilo vermiş olsam beden kitle indeksinde normal kilonun alt sınırına dayanıyorum. “Sende insülin direnci var, belli.” diyor doktor. “Hayatında bir daha asla şeker yok artık. Testini yaptır, kontrole gel bana, öyle konuşalım.” Testim çıkıyor, şekerim, insülin direncim, her neyse işte gayet düzgün. Gururla gidiyorum doktora, “Şekerin yoksa benlik bir şey yok.” diyor. Bir şeyler anlatmaya çalışıyorum; “Neden o zaman yumurtalıklarda kistik görüntü var, hormonlar, sivilceler neden böyle?” diye soracağım, ama dinlemiyor sallamıyor, hatta azarlanıyor gibiyim, bye byelıyor beni. Giden para çok lira, alınan tedavi sıfır…
Başka başka çözümler deniyorum. Çünkü o sivilceler yüzüme zimmetlenmiş gibi, biraz içe dönseler de, konuşlandıkları yeri bırakmıyorlar. Annemin arkadaşının gittiği Özbek doktoru duyuyorum: Eklem ağrılarını gideren, kel kafadan saç çıkaran PRP mucizesi. Evet, sivilceye de iyi geliyormuş. Kolumdan alınan küçük bir miktar kanın, özel bir işlem ile plazmasının ayrıştırılarak, yüzüme tekrar enjekte edildiği ve suratımın kanlar içinde kaldığı bir tedaviye bir değil, iki değil, dört kez gidiyorum. Bu noktadan sonra, alınan tedavi ve harcanan para denklemini düşünmeyi bırakıyorum. Olsun, işe yarıyor tedavi, yani bir süreliğine… Çok kısa bir süre, yüzün ne güzel diyor arkadaşlarım. Benim için de güzel günler…
Ama inişler ile çıkışlar bir arada. Ara sıra o sivilceler pörtlüyor. “Evlenirsen geçer” diyor komşu. “Bizim akrabanın da öyle evlenince geçmişti” diyor başka arkadaş… Bugün aradan üç yıl geçti, gene yüzümde acıyan sivilceler. Pandemideyiz, doktorlar, randevular, sevkler derken gene hormon testi yaptırıyorum, gene var bir bozukluk. Doktor, “Evet bir polikistik olma durumu var. Daha önce kondu mu böyle bir tanı?” diye soruyor. “Evet (içses: aynen kondu daha önce de kondu şimdi ne yapacağız peki?).” “Bence şimdilik bir şey yapmayalım.
Cildiye doktoru da ısrarla “Yok sende polikistik.” diyor. Akıllara ziyan yan etkileri olan bir ilaç ve bazı kremler öneriyor. Randevularım hâlâ devam ediyor… İlaçların bazılarını satın almak için, müşfik ve babacan eczacı amcaya gidiyorum. “Evlenince geçecek” diyor amca… Anlatılan, okuduğum, dinlediğim her şeyin ışığında düşünüyorum: Sivilceli, biraz kilolu, ama evlenince bunların heeeepsinin yoklara karıştığı müthiş bir güzelliğe ulaşacak bir kurbağayla hangi prens evlenmek ister?
Not: Lütfen yazının altında doktor ve tedavi önerisinde bulunmayın. Bu konuda kendinize engel olamıyorsanız, pandemide bir insanın kaç farklı doktora gidip, test yaptırabileceğini, bunlara ne kadar zaman/para harcayacağını düşünmek yardımcı olabilir.
Seni kalpten anlıyorum kurbağa prenses… Bana da 18 yaşımda PKOs tanısı konuldu, gitmediğim doktor, denemediğim doğum kontrol ilacı kalmadı. En kilolu halimi baz alırsak 10+ yılda 22 kilo alabilmiş bir bünyeye sahip oldum. Asla kilo veremedim, veremedikçe durum daha da vahimleşti vs. Yemezsen, spor yaparsan kilo verirsinciler hiç eksik olmadılar sağolsunlar. Esasen tıbbi bir mesele olan kilo mevzusu, kişisel bir başarısızlık ve özkontrolsüzlük üzerinden değerlendirildi. Her gittiğim doktorun “geç kalmadan doğur” iması da cabası oldu. Bu konuda sahip oldukları mutabakatın aksine, polikistikover’imin seviyesininin ne ciddiyette olduğuna dair farklı görüşler bildirdiler. Kime inanacağımı şaşırdım, doğum kontrol hapıysa hayatımda sabit kaldı.
Doktor/tedavi tavsiyesi istememeni de kalpten anlıyorum, ancak kadınların bu meseleyi nasıl aştığına dair tecrübe paylaşımını da kıymetli buluyorum. Benim sorunumu mucizevi bir şekilde çözen birim Endokronoloji oldu. Jinekologların durumu doğum kontrol haplarıyla çözmeye çalışan kolaycı ve biraz da cinsiyetçi yaklaşımının aksine bütüncül bir yaklaşım benimsedi ve yine en azından benim gittiğim jinekologların ciddiye almadığı insülin direnci meselesini “durumunu gözetince tam sınırda görünüyorsun, ilaç tedavisi deneyelim” diyerek bir tık daha ciddiye aldı. İnsülin’i kontrol altına almak için düşük doz bir şeker ilacı kullanarak ve karbonhidrat-şeker dengesine dikkat ederek 10 yıllık döngüden bir şekilde çıkabildim. Halen şeker-karbonhidrat tüketimimi kontrol altında tutuyorum, efsane kilo veremesem de kendimi 38-40 beden bandına çekebildim. Hayat güllük gülistanlık değil tabii, normal dışı tüylenmelerim, ayda bir yoklayan çenealtı sivilcelerim baki. Ama doğum kontrol hapı kullanmadan regl olmak bile hayat kalitemi artırdı.
Ve hayır, “evlenince geçmedi”. Tedavinin bir kısmına evliyken devam ettim. Evlilikten kasıt düzenli cinsel hayat mı yoksa doğum yapmak mı insan onu da kestiremiyor tabii. Bu “hamile kal” telkini ve “kalamayabilirsin” tehdidi de enteresan bir bakıma. Ben kendi adıma hamile kalamayacağıma, ya da uzun yıllar bunun için denemem gerekeceğine çok emindim. Buna inandırıldım. Öyle olmadı. Tünelin sonu doktorların çizdiği kadar karanlık değil..
Bu PKOS meselesi çok kişisel bir mevzu biliyorum. Birinde işe yarayan birinde işe yaramıyor, her birimizin farklı tedavilere ihtiyacı var. Tıbbın ataerkiyle ve cinsiyetçilikle ilişkisi sabit maalesef. Kadınların sorunları çoğu zaman bahsettiğin monologlarla önemsizleştiriliyor. “Filanca doktorun filanca tedavisi varmış, kimleri doğurtmuş” gibi değil de, kendi pozitif tecrübelerimizi paylaşmak bu yüzden kıymetli geliyor bana.
Bütün PKOs’lu kadınların kistlerinden ve kırılmış kalplerinden öperim.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim, çok çok güzel yazmışsınız. Elbette pcos söz konusu olunca, tecrübeler çok önemli evet. Sadece “Bir de şu cildiyeciye git…” “Soğan kürü dene” “Kükürt sabunu…” gibisinden artık duymaktan sıkıldığım, uygulayamayacağım şeyleri bir daha bir daha duymak istemedim. Öneriye kapalı, tecrübe paylaşımına/dinlemeye açığız :’)
İsteyen vardı.
Sadece prens değildi.
Böyle bi trip için doğru yerde olduğunuza emin misiniz?
Evet eminim. :)
Ayrıca, trip değil. Hayatın gerçeği.
Geçmiş olsun dileklerimle.
Evet, eminim. :)
Ayrıca trip değil, hayatın gerçeği.
Geçmiş olsun dileklerimle.
Sivilcelerin kendi ritmleri var. Onlar isteyince geçiyor;)) Şifa ile
Merhaba, ilaç doktor filan demiyorum. Hayit sirkesi kullanın. Google da bol bilgi var. Öyle uçuk kaçık rakamlarda yok. Hayıt tentürü, veya hayıt sirkesi. Ortalama 3 sise de sorunu cozersiniz…
Tam olarak bunu istememiş asjjsjs imdat
Sessizlikten yükselen doğrucu ses
Merhaba incili kadın
Paylaşmaya geldim ben de. 2003’te Rotterdam’da bir konferans düzenlenmiş ve pcos’un 3 kriteri belirlenmiş. İkisi varsa pcosmuşuz.
1- Kronik yumurtlamama, geç yumurtlama: Yılda 10dan az döngü yaşamak.
2- Hiper androjenizm: Yüksek insüline bağlı yüksek testesteron (sivilceye ve kıllara sebep olan hain)
3- Ultrasonda sayıca çok kist görülmesi.
Seni o kadar o kadar o kadar yürekten anlıyorum ki. Yaklaşık 20 yıldır 10larca doktor gezdim. Yüzüme bakmayanından, senin çocuğun olmaz diyenine.. Sadece bir kadın doktor ‘bu bir hastalık değil. Vücudun yapıyor bunu. Yani geçmeyecek. Çocuk istiyorsan yumurtlama dönemin belli olmadığı için sürekli denemek zorundasın başka bir şeye ihtiyacın yok’ demişti. Ben bu yoruma tutundum açıkçası bunca yıl. Doğum kontrol hapı da kullandım. Anlattığın psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıkları ben de yaşadım. 9 ay kullanabildim ve bıraktıktan sonra kendince var olan yamuk düzenim daha da mahvoldu. Adet sayım senede 2’ye kadar düştü bir daha da toparlayamadım. Bu evrede heeeer türlü bitkisel şeyi denedim. Ketojenik beslendim, et yemedim hayatım ot ve yeşillikle kaplandı. Hiç ama hiç bir değişiklik olmaz mı!! İnsan bu kadar çabaya birazcık da olsa bir iyileşme bekliyor tabi. Üstelik kendimi bildim bileli zayıf olmam da doktorların kafasını karıştırıyordu. Artık anladım ki doktorların konuyla ilgili bilgisi 0 (yazıyla sıfır!) Biz gide gele, okuya öğrene onlardan çok daha fazlasını ve iyisini biliyoruz. ‘Normal’ olanın her ay kanamak olduğu düşünüldüğü için biz ‘anormal’ kaçıyoruz. Ama neden böyle olmak zorunda ki? Tıpkı doğanın dengesi gibi bizim de kendi dengemiz var olamaz mı? Bana kendimi iyi hissettirmeyen hiç bir şeyi kullanmıyorum artık. Çünkü sözüm ona ‘uzman’ olanların rehberlik etme kabiliyeti yok. Uzun lafın kısası yalnız değilsin sis Bizler incili özel kadınlarız.
P.s. Bu arada pcoslu bir kadın ‘normal’ olanlara göre çok daha fazla yumurta ürettiği için hamile kalma oranı da diğerlerine göre yüksek oluyor. Bir yerden alırken bir yersen veriyor yani. Hayat bize sürprizlerle yaklaşıyor biz neden kontrol etmeye çalışalım ki?
Çok çok sevgiler
22 yaşında pcos tanısı alan bir doktor olarak yazıyorum. Tanıyı koyan endokrinoloji hocam bazı kadınlar böyle doğar böyle büyür böyle doğururlar dedi. Sikluslarım düzenli olduğu için ilaç önermedi. Stresli bir staj döneminde bu tanıyı aldım. Sonra yıllar geçti evlendim ve düzenli sağlıklı daha az stresli bir hayat tarzına geçinde hormon profilim de düzeldi. Ve hatta tedavisiz normal şekilde gebe kaldım. Yapılan usg lerde kist görünümü bile kaybolmuştu! Ancak ogtt de tokluk kan şekerlerim üst sınırlardaydı ve gebeliğimin kalan kısmını diyet ve egzersiz yaparak geçirdim. Kilolu olmadığım halde diyabete yatkınlığım var ve belki de geçmişte almış olduğum pcos tanısı ile de ilişkili. Demek istediğim bu rahatsızlık yaşam tarzı, yeme alışkanlıkları, stres düzeyi ve bazen de kilo ile oldukça ilişkili. Bunlara dikkat etmek ve ümitsizliğe kapılmamak en iyisi. Yağlanma ve sivilcelenme sorununa ise nemli ve kirli havası olan büyükşehirden kuru havası olan daha küçük bir şehre taşınmak çok iyi geldi:) sağlıklı günler dilerim