Konuk Yazar: Yelo
Çocukların acımasız olduğu söylenir. Bir bakıma kendi hayatıma da baktığımda, bu söze hak vermeden edemiyorum. Çocukluk dönemimde şu anki kişiliğimi de etkileyen ağır problemlerle karşılaştım ve hep kendi bedenimi suçladım. Sorunun hep kadın yanımla ilgili olduğunu düşünüp kadın yanlarımı gizledim ve kendimi erkek rolüne girmeye zorladım.
Çocukken hep çirkinliğimle ilgili mahallede başlayıp okula kadar uzanan bir hakaretler zinciriyle karşılaştım. Bu benden ziyade, benim televizyonlarda izlenen ve makbul olan kadın tiplemesine zıt olan özelliklerimle ilgiliydi. Bu tiplemeye uymuyordum. Esmerdim, kara kuruydum. Biçimsiz bir yüzüm, sınıfsal bir eşitsizlik olan güzel toplanamamış saçlarım vardı. Çünkü annem ben daha çok küçükken bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlamıştı. Annemin yorgunluğu benim biçimsiz saçlarımda her sabah vuku buluyordu. Annemin yorgunluğunu babam hırpalıyordu ve durmadan bu durum benim saçlarıma da yansıyordu. Hal böyleyken esmerliğimle ilgili karşılaştığım hakaretlere karşı ürettiğim savunma “erkekleşme”ydi. Onlardan olursam beni bununla suçlamazlar diye düşünmüştüm. Onlardan olmanın beni götüreceği yerde mahalle maçları, küfürler, kavgalar vardı. Aşağılamak vardı ama aşağılanmak yoktu. Bir süre onlara ayak uydurmaya çalıştım. Ama olmuyordu, top oynamakla ip atlamak arasındaki salıncaktan düşüp yuvarlandım. Çocukken yaşadığım bu travmatik durumu liseye kadar üzerimden atamadım. Özgüvensiz biriydim ve bununla yaşamayı kabullenmiştim.
Lise yıllarına kadar geldiğim bu özgüvensizlik beni kapalı bir insan yapmıştı. Güvensizdim ve fikirlerimi açıkça dile getiremiyordum. Kendi kendime anlattığım hikayeler çok güzeldi fakat bunu kimseyle paylaşamıyordum çünkü onlara cazip gelmeyecek, dinlemeyecekler diye düşünüyordum. Sonra bedenimden daha değerli bir şeyler olduğunu keşfettiğim bir dönem başladı benim için. Bedenimden taşıp özgürleştiğim bir dönem, varoluşumun özüne yakınlaştığım bir dönemdi benim için bu dönem. Güzelliğin erkekliğin dayattığı ölçülere sığmayacağını kavramaya başladım. Güzellik 90 60 90 olmak ya da kusursuz yüz hatlarına sahip olmak değildi. Güzellik senin bir bakışın, onun esmer ellerindeki dokunuş, ötekinin yanaklarına yerleşmiş bir gülümseme ya da ağlamaydı. Güzellik bir bakışa aitti. Ve bu bakış tüm gezegeni görebilen bir bakıştı. Göbeğimi sevmeyi, onunla barışmayı öğrendim. Televizyonlarda ya da medyanın her alanında bize durmadan dayatılan mükemmellik algısına karşı durmak gerekti. Çünkü şu makyaj malzemesi olmadan da güzeliz. Ucuz reklam propogandaları bizi çirkinleştirmeye yetemez, yetmemeli! Vücut ölçülerimiz sizin pornografik bakış açınıza hizmet etmekle yükümlü değil. Büyük memeli, büyük kalçalı olduğumuzda arzulanabilir olmuyoruz. Bunları farkettiğimde nasıl bir körleşmenin içinden sıyrıldığımı gördüm. Erkeklikten aldığım nasibi “You know nothing, Jon Snow” diyerek iade ediyorum.
Cok guzel:)