Konuk Yazar: Esra Karadoğan
Görsel: Esteban Felix
20 Mart 2021 sabahında, uygulanması ve dolayısıyla daha çok kadının koruma altına alınması için kişisel çaba gösterdiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğimizi, sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiğini öğrendik. Aktivistler, feministler ve hukukçuların bu konuda elbette yapacakları olduğuna inanıyorum ve yapılıyor da… Fakat bu durum benim canımı yakıyor, kendimi çok çaresiz, eli kolu bağlı hissediyorum. Bunun her geçen gün, daha da geriye gittiğimizin bir göstergesi olmasından daha vahimi, böyle bir sözleşmenin varlığına rağmen son iki senede 800 kadın öldürülmüş olması…
Aylarca sözleşmenin tüm maddeleri, sosyal medyada çeşitli mecralarda okundu, paylaşıldı. Üstelik hukukçuların açıklamalarıyla beraber… Maksat, sözleşmenin insanların yaşama hakkını savunduğu ve koruma altına aldığı bilgisinin daha çok kişiye ulaştırılmasıydı. Yine de bugün hâlâ bu sözleşmenin işe yarayıp yaramadığı konuşuluyor. Maalesef öyle bir karalama var ki, nasıl oluyorsa, bu sözleşme aile birliğimize, vatanın bütünlüğüne, ekonomimize zarar veriyormuş gibi yansıtılıyor. Fakat bence bugün burada Türkiye’deki kadın hareketinin tarihi açısından bir kırılma yaşıyoruz. Ben de bu kırılmayı tarihe not düşmek istedim.
Hadi biraz geriye gidelim: Sözleşmenin uygulandığı ilk yıl olan 2011’de şikâyetler nispeten ciddiye alınıyordu, şiddete uğradığını söyleyen kadınlar korunuyordu. Elimizdeki veriler, eksik olduğunu düşündüğümüz istatistikler bile gösteriyor ki, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle, 2011 yılında kadın cinayetleri azalıyor. Fakat zamanla hem sözleşmenin hem de 6284 sayılı maddenin uygulanmasından vazgeçiliyor… Şikâyet dilekçeleri işleme konulmuyor, bekletiliyor. Bunları da, cebinde yeni bir şikâyet dilekçesiyle öldürülen ya da polise başvurduğu halde çareyi sosyal medyada aramakta bulan kadınların hikâyelerinden biliyoruz. Bizim hikâye dediğimizi yaşayan kadınlar var. Biz o kadınlar için hiçbir şey yapamıyoruz, yaptıklarımız yetmiyor. Kanun koyucular ve koruyucular da bir şey yapmıyorlar, yapmamayı tercih ediyorlar. Nihayetinde 2011’den sonra kadın cinayetlerinin sayısı her geçen sene artmaya devam ediyor.
Zaten uygulanmayan bu sözleşmeden geri çekilmemizin bir kayıp olmadığını söyleyenler de var haliyle. Fakat sözleşmeden çekildiğimizi duyuran Resmî Gazete’den önce Misvak Caps isimli sosyal medya hesabında, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekileceğimize dair bir tweet atıldı. Bu tweet tek başına bir utanç kaynağıdır. Bu tweetin altına yapılan yorumlardan da görüyoruz ki, kadınlar Twitter’da da rahatlıkla tecavüzle tehdit edilebiliyorlar. Bunun ortaya çıkması için, Türkiye’nin sözleşmeden çekileceğine dair bir tweetin atılması yeterli oldu. Bu tweet kendini bilmezlerin nasıl rahatladığını görmemize yaradı. Maalesef ki bunlar sosyal medyada yapılan boş paylaşımlar değil sadece, bir zihniyetin dışa vurumu…
Bunun gerçek hayata yansıması ise, fesih kararının hemen ertesinde işlenen 6 kadın cinayeti oldu. Her gün bir kadının öldürüldüğü bir ülkede bir anda bir günde 6 kadının daha öldürülmesini nasıl açıklarsınız? Bu cinayetler planlanıyordu, bu cinayetler düşünülmüştü, pek tabii yapılan açıklamalar potansiyel katillere cesaret verdi. Sözleşmenin ise bir caydırıcılığı vardı. Artık öldürülen kadınların isimleri bile etkilemiyor insanları, öyle bir değersizleştirme kampanyası yapıldı. Dahası şu anda da kadınların koruma talepleri geri çevriliyor ve yine kadınlar, “Sözleşme kaldırıldı,” açıklamasıyla, ilgili makamlardan geri çevrildiklerini anlatıyorlar. Hukukçular 6284 sayılı yasanın hâlâ yürürlükte olduğunu söylese de, şiddete karşı kadınların elleri boş bırakılmış durumda.
Kadın cinayetlerindeki artışı sözleşmeye bağlayanlar için de kısa bir fikir jimnastiği faydalı olabilir. Öncelikle, cinayet haberlerinden artık çok daha hızlı haberdar oluyoruz. Haberler eskisi gibi, sadece gazetelerden alınmıyor. Artık sosyal medya, bireysel gazeteciler ve onlarca farklı haber portalı var. İletişim değişti artık. Bu sorunun diğer bir cevabı da, var olan kanunların uygulanmaması… Zaten bu sözleşmeyle ilgili en büyük sorunumuz buydu. Nasıl oluyorsa en ufak bir yürüyüşte meydanlara yığılan polisler, kadınların şiddet ihbarlarını, koruma kararlarına rağmen suç mevkiine iştirak etmiyor; kadınların şikâyet dilekçelerini ciddiye almıyorlar? Bunların örneğini defalarca gördük, isim istiyorsanız sayalım: 2019 yılında kocası tarafından öldürülen Ayşe Tuba Arslan uzaklaştırma kararı aldırmasına rağmen öldürüldüğünde cebinden şikâyet dilekçesi çıkıyor. Daha önce eski kocasını 23 kez şikayet etmiş. Manisa’da yaşayan Semiha Peker, yine koruma kararı aldırdığı eski sevgilisi tarafından Şubat 2021’de servis beklerken pompalı tüfekle öldürülüyor. Bunlar, münferit örnekler denilemeyecek olaylar ve bu yazıya sığamayacak kadar çoklar…
Uygulamadaki farkları özetlemek gerekirse, daha önce mağduru korumak maksatlı “Kadının beyanı esastır” ilkesi geçerliydi. Şimdi ise delil isteniyor. Bu durumun vahameti yeterince anlaşılmıyor sanırım, ev içinde şiddet gören kadından polise gittiğinde delil istenmesi demek, kadının tekrar ve hatta daha kötü şiddete maruz kalması demek. Sözleşmeyle beraber, karakollardan alınan tedbir kararı yerini savcılığa yönlendirmeye bıraktı. Bu durum yine aynı şekilde kadının çaresizliğini arttıran, daha hızlı aksiyon alınması gereken durumlarda kadını yalnızlığa ve şiddet gördüğü kişiye ve yere iten bir durum… Önceden, istismar faili tutuklu yargılanıyorken; şimdi tutuksuz yargılanıyor. Bu da yine mağdurun tekrar istismara ve şiddete maruz kalma ihtimalini doğuran bir durum… Gördüğünüz gibi sözleşmenin önceliği mağduru korumak iken, şimdi mağdurun korunmasına dair tek bir adım yok ve bunu normal karşılamamız gerekiyor. Bu duruma sevinen insanların anlamak mümkün değil.
Sözleşmenin varlığı yetmiyordu, çünkü uygulanmıyordu ama buna rağmen caydırıcılığı söz konusuydu. Son durumda ise, durum fazlasıyla korkutucu. Anıt sayaç her gün yenileniyor, o sayı her gün artıyor. Ölen kadınlar bir rakamdan ibaret değil. Peki ya katilleri kim? Aslında katilleri biliyoruz, katillerin çoğu kadınların evvelden şikayetçi oldukları erkekler. Yani bu cinayetler önlenebilir. Bu cinayetlerin büyük çoğunluğu anlık bir öfke sonucunda değil, planlanarak yapılan cinayetler, katillerin yine büyük çoğunluğunun suç kaydı mevcut… Yine Twitter’da yayılan bir videoda, bir adamın bir kadına şiddet uyguladığını görüyoruz. Bu sırada ağzından sökülenler ise işin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyor. Caydırıcı cezalar yok. Tutuksuz yargılama var, beraat var ve bundan cesaret ederek harekete geçen erkeklerin sayısı çok fazla.
Peki bu cinayetleri durdurmak, şiddet göreni korumak yerine ne yaptılar? Sözleşmeden çekildiler, daha önce üstü kapalı bir şekilde uygulanmayan kanunlar şimdi gerekçesiyle uygulanmıyor, varlığına rağmen… Her gün Twitter’da 6284’ün de kaldırılmasını isteyen insanların yazdıklarını okuyoruz. Üstelik bunları yazanlar trol değil. Yetmiyormuş gibi, 12 Nisan’da yine sosyal medya üzerinden tecavüz paylaşımları yapıldı. Bunlar tepki görünce de şaka yapıyoruz denildi. Tecavüze dair şaka yapabilen, bunu eliyle tuşlara basarak yazabilen insanlara yaşadıklarımızı, çekincelerimizi, şiddeti, şiddete karşı kadınları koruyamadığımızı, koruyamadığımız için kadınların öldürüldüğünün, bunun da en önemli çözümünün İstanbul Sözleşmesi olduğunu anlatıyoruz. Ama biz bunları anlatmaya çalışırken, kendini bilmezler evlilik içinde tecavüzün olamayacağını düşünüyorlar. Kadınlar onlar için bir eşyadan ibaret, bir televizyon kumandası… Evlenmek ise onlar için bir satın alma sözleşmesi… Çok korkunç, ama öyle görüyorlar ve biz bu zihniyetteki insanların yaşananları anlamasını bekliyoruz… Çok zor ama deniyoruz… Yaşadığımız ise büyük çaresizlik, korku ve endişe…
Bu yazı bir şeyleri değiştirecek mi peki? Muhtemelen hayır, ama sözleşmenin kaldırılmasına dair tarihe bir not, bir iç döküş olsun istedim sadece. Onlar sözleşmeden çekilmiş olabilirler. Kanunen geçerliliği de olmayabilir bu durumun… Fakat unutmayalım, İstanbul Sözleşmesi bizim. Bizim vazgeçmememiz lazım. Asıl gündemimizin bu sözleşme olması lazım.
[…] olabilir. Sözleşmenin feshinden sonra faillere nasıl yaptırımlar uygulanacağı ile ilgili şu Reçel yazısı nı […]