Konuk Yazar: Elif Fâtıma Görken
Sinemadan çıktığımda İslamın hakikatin ta kendisi olduğunu iliklerime kadar hissettim. Kalbimi müthiş bir ferahlık kapladı. Müslüman bir kadın olarak uzun zamandır ilk defa kendimi İslamın kenarında değil merkezinde hissettim. Mejid Mejidi, Hz. Amine ve Hz. Halime’nin karakterlerine ciddi bir yer vermiş. Kadın karakterlere verilen ekran süresi beklediğimden daha uzun ve detaylı işlenmiş, bunun Mejid Mejidi ve yapım ekibinin bilinçli bir kararı olduğunu düşünüyorum. Bir sahnede kameranın kimi takip ettiği, kimin bakış açısından çekildiği, o sahneyi belirleyici unsurlardan biridir. Kameranın zaman zaman Hz. Amine ve Hz. Halime ve hatta Ümmü Cemil’in gözünden çekilmiş olması etkileyiciydi, bu vesileyle İslam tarihinin en önemli kadınlarının gözünden şahit olduk birtakım olaylara.
Film kadın meselesine bir hayli değiniyor. Filmin başlarında Ebu Talib yeni kız çocuğu sahibi olan bir anne’nin evine uğrayıp, Peygamberimizden şu mesajı iletiyor, “kız çocuğu sizin için cennet kapılarından bir kapıdır.” Bunu bir düşünsek. Kız çocuğu doğuran anneler, zamanın ileri gelenleri tarafından ziyaret ediliyor, tebrik ediliyor. Bu Medine halkı arasında cinsiyetçiliğe karşı bir örgütlenme olduğunun işaretidir. Bunun yanısıra, Peygamberimizin bebeğe Amine ismini layık gördüğünü öğreniyoruz. Hz. Amine gibi zamanın en saygı değer kadınlarından birinin adı konuluyor bebeğe. Topluma kökten yerleşmiş cinsiyetçi yapılar ve buna dair tüm ezberler böyle böyle kırılmaya başlıyor.
En etkilendiğim sahnelerden biri Peygamberin çobanlık yaparken oturup düşünceye daldığı sahne. Sürüsünü beklerken bir gölgeye oturup öylece dağları seyrediyor, kucağında da bir keçi yavrusu. Doğayla iç içe ve kendi ruhsal dünyasıyla iletişim halinde olduğu seziliyor bu sahnede. Bu hissiyat, ses kurgusuyla oluşturulan atmosferden de anlaşılıyor. Bu sakinliğe karşılık ansızın bir kadın çığlığı duyuluyor. Bir adam eşine “Bir daha erkek olmazsa seni sağ bırakmayacağım!” diye bağırıyor ve aynı zamanda ağır fiziksel şiddet uyguluyor. Kadın en sonunda yere yığılıyor, ve adam yeni doğan bebeğini gömmek üzere ufacık bir mezara bırakıyor. Hz. Muhammed (sav) bu olaya şahit olur olmaz bebeği mezardan çıkarıp kucağına alıyor ve çobanlık yaparken kullandığı zili oyuncak yapıp bebeği güldürmeye çalışıyor. Adam’a “Senin kızın mı? Ne kadar güzel gözleri var, aynı senin gibi. Umarım bu güzel gözler jenerasyonlar boyu baki kalır” diyor. Bu olay üzerine kız çocuğu kurtarılıyor. Burada vurgulamak istediğim bir nokta daha var. Peygamber efendimiz yalnızca çocuğu kurtarmıyor, aynı zamanda sevgi gösteriyor. Peygamberimizin çocuklara bakış açısı zaten hep dikkatimi çekmiştir. Çocuklara kıymet veriyor. Annesi Hz. Amine’den ve dedesi Ebu Muttalib’ten görüp benimsediği bir tutum olsa gerek, çocuklara hakettikleri sevgiyi göstermek, ciddiye almak, dinlemek, asla ‘çocuk’ diye özensiz davranmamak.
Hz. Amine (RA) ve Hz. Halime (RA)’nin ilk karşılaştığı sahne filmin en anlamlı sahnelerinden biri. Kasaptan canhıraş kaçan devesine nefes nefese yetişen Hz. Halime kendisini bir anda Hz. Amine’nin karşısında buluyor. Mekke toplumu sınıf hiyerarşisine dayalı bir toplum, bu yüzden farklı sınıflara mensup insanların normalde aynı masada oturmamaları icab ediyor. Fakat Hz. Amine hiç tanımadığı işçi bir kadını eşiti olarak görüyor ve sofrasına davet ediyor. Karşılıklı yemek yiyorlar. Sonrasında Hz. Halime Peygamberimizi kucağına alıyor ve emziriyor. Önceden hiç tanışmamış iki kadının birbirine bu kadar sahip çıkması bir kadın dayanışmasının göstergesi. Biri diğerinin karnını doyururken, biri diğerinin oğlunu emziriyor. İkisi de çok boyutlu karakterler. Hz. Halime çalışan, aile geçimine katkıda bulunan bir kadın. Hz. Amine de ataerkil bir toplumda dul bir kadın olarak hayatta kalan, kendi ayakları üzerinde durabilen biri. Hz. Muhammedi kaçırmak isteyen bir gruba karşı Hz. Halimenin tek başına onu korumaya geçmesi, gerektiği yerde sert ve otoriter olması kayda değer. Kendine özgüvenli, kendini savunabilen bir yapıya sahip. Hz. Amine ise hakikaten entelektüel biri. Varoluş üzerine düşünen, içinde bulunduğu toplumu sorgulayan bir kadın. Bir sahnede, Peygamberimize tek tanrılı dinin felsefesini anlatıyor. Hz. İbrahimin geçmişte tek tanrılı dini getirdiğini ama zamanla Mekkelilerin bunu terkettiğini anlatıyor.
Kureyş liderlerinden Ebu Sufyan, ataerkil ve gelenekselci zihniyetin kişiselleşmiş hali. Kabile liderleri toplantısı esnasında Ebu Sufyan, İslam dininin kendince zararlarından bahsederken, “İslamdan güç alıp karılarınızın size karşı gelmesini mi istiyorsunuz?” diyor. Buna karşılık Kureyş liderleri kaşlarını çatıyor, topluca homurdanıyorlar. İslamla birlikte kadının varoluşu bambaşka bir anlam kazanıyor. Kadının erkek için değil, kendisi için var olduğu, erkeğe değil, insanlığa hizmet etmesi gerektiği açığa çıkıyor. Mekkenin erkek egemen yapısı sarsılıyor. Kadının hür irade hakkı, mal sahibi olma hakkı, kazandıklarını yalnızca kendisine saklama hakkı doğuyor. İslam dini bu açıdan kadına sosyo-ekonomik anlamda güç kazandırıyor. Ebu Sufyana göre bu fikirlerin yayılması varolan düzeni tehdit ediyor. Allahın huzurunda herkes eşitleniyor, toplumdaki hiyerarşi çözülüyor.
Mejid Mejidi muazzam bir ekip seçmiş bu film için. Dünyaca ünlü müslüman film bestecisi A.R. Rahmandan film müzikleri, zamanın en usta sinematograflarından Vittorio Strorarodan görüntü yönetmenliği, Cannes ve Venedikten ödül almış Roberto Perpignaniden de kurgu. Hakikaten saygı duyulacak bir ekip. Baş karakterlerden birinin yüzünü göstermeden çekim yapmak hiç kolay bir iş değil. Farklı zamanlarda kamerayı Peygamberin görüş açısından çekerek telafi etmeye çalışmış bu durumu Vittorio Storaro. Bir diğer taktik de arka omuzdan yapılan çekimler olmuş. Filmde benim gördüğüm en büyük sıkıntı kurgudaki geçişlerin pek akıcı olmayışı. Hikaye zaman zaman anlaşılmaz hale gelebiliyor bu sebepten dolayı. Ses kurgusu ise işin apayrı bir boyutu. Peygamberimizin hayatının sıradan bir hayat olmayışı en çok oluşturulan ses ve atmosferden yansıtılmış. Ara sıra duyulan fısıltılar, müzikle birlikte oluşturulan ses katmanları filmi tamamlayan unsurlardan biri olmuş.
Film üzerine konuşulacak, analiz edilecek çok şey var. Hz. Amine ve Hz. Halime’ye odaklanmayı tercih etmemin sebebi en çok onların karakterlerinden etkilenmiş olmam. Ekranda onları seyretmek bana ferahlık verdi. Hikayelerini sıkça duymadığım, yaşamlarını derinlemesine bilmediğim için olabilir. İslam tarihi boyunca erkek egemen yapılarla mücadele eden kadınların olduğu gerçeği bir kez daha doğrulandı içimde. Geçmişte de, şimdi de mücadeleciyiz. Başarılı erkeklerin arkasında değil, yanındayız, hatta bazen önündeyiz. Yanrölde değil başroldeyiz. Kenarda değil, merkezdeyiz.
Filmde anlatılanları düşündükçe günümüzdeki bir çok ‘İslami’ pratiğin aslında cahiliye devri zihniyetine ait olduğunu daha net anladım ve şöyle bir liste hazırladım:
– Kadına fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak, cahiliye devri zihniyetidir.
– Sınıfa göre hiyerarşi oluşturmak, cahiliye devri zihniyetidir.
– Irkçılık, cahiliye devri zihniyetidir.
– Kadınlara mal ya da bir et parçası gözüyle bakmak cahiliye devri zihniyetidir.
– Kadınları ezmek, aşağılamak, baskı altında tutmak, cahiliye devri zihniyetidir.
– Kız çocuklarına zulm etmek, erkek çocuklarından ayırmak, cahiliye devri zihniyetidir
– Gurur ve kibir, cahiliye devri zihniyetidir.
(Spoilerlardan dolayı üzgünüm)
çok güzel yorumlar..