Konuk Yazar: Meleko
Gülten Akın’ın okuduğum ilk şiiri Ayşe Anasını Göremez idi. 12-13 yaşlarındaydım, ortaokul öğrencisiydim. Çok kötü olmuştum, çok üzülmüştüm bir çocuk annesini göremiyordu. Annemi görememek beni çok üzerdi…
Ayşe’nin annesi Dilber, “Seyran’dan Çankaya, Çankaya’dan Seyran üç saat ‘He vallah.’ dizleri kırılır.” üstüne de kocasından dayak yerdi. Şairin bu defa anlatmak istediği bana dert olmuştu. Ayşe için üzülmüş, şiiri defalarca okumuştum. Okul kitaplarının vazgeçilmezi olan “jeopolitik konumundan ötürü her an saldırıya uğrayacağı için uğrunda ölüp, öldürmemiz gereken vatan” şiirlerinden sonra çok şaşırmıştım —o zaman tabii böyle düşünmemiştim…
Bu şiir daha başkaydı… Şiirin ne kadar da güzel olduğunu düşünmüştüm. “Başkası” vardı bu defa… ve bu başkasının yaşadıkları üzüyordu beni. Yoksulluğu anlatıyordu, köyden kente göçmüş insanları… Ellerin uzanmaya çekindiği yer sofrasındaki o tek portakalı… Portakal yerken suçluluk duygusu kaplardı içimi, soymadan önce salak salak elimde evirir çevirirdim. Turuncu rengi korkuturdu beni, fazla renkli gelirdi, sofra gözümde canlanırdı, tüm ihtişamıyla sofranın ortasında tek bir portakal… Portakala kızardım suç onunmuş gibi…
Birini sevmenin birdenbire değil de usul usul olması gerektiğini düşünürdüm…Çünkü şair böyle söylüyordu; yıllarca buna inandım, böyle olması için gayret sarf ettim. Doğru söylemiş. Birdenbire sevenler, birdenbire sevmeyi de bırakabiliyorlardı. Bu dünyanın ezilenleri olarak en çok kadınları ve çocukları anlattı. O yazdı biz de sayesinde gördük. Şiirleriyle büyüdük. Üzerimizde hakkı çok, hakkını helal etsin.
“Ben yoruldum gidiyorum / Kendi endişeni kendin seç”
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]