Konuk Yazar: Asuman
Bir uzak ülkeden başka bir uzak ülkeye ölmeye gittiğimde, neredeyse otuz yaşımdaydım. Acının artık bölüşülemeyeceğini, kaygıyla baş edemeyeceğimi anladığım yıllardı. Gündüzleri ve geceleri nasıl geçireceğimi bilmiyordum. Gitmeliydim. Onu aramanın, görmenin imkansız olduğu bir yere gitmeliydim.
Çok uzak yılların insanlarıydık; bu bizi “biz”den özgürleştirmeliydi. Hayır. Karşı duramadık. Benden 19 yaş büyük, evli bir erkekle dört yıldır beraberdim. “Sevgiliydik”. Biz aşık olduk. Sesi yüksek, gözleri parlak bir aşktı taşıdığımız. İkimiz de üniversitede öğretim üyesiydik. Herkes tarafından gıpta ile bakılan işler yürütüyorduk. İsimlerimizi Google’a yazdığınızda “tam” yerimizi öğrenebilirdiniz. Ben bu dört yılda yerimi hiç bilemedim ama. Biricik dostuma utana sıkıla ilişkimden bahsettiğimde, “yanlış bir şey yapmazsın sen, değil mi” dedi. Beni nasıl incittiğini, o andan sonra artık aynı kişi olarak kalamayacağımı bilmedi hiç. Tabii ki, uyuyamıyordum. Başka bir kadını üzüyor olmak, beni delirtiyordu. Bir gece hıçkırırken yastığımı parçaladım, başka bir gece bileklerimi kestim. Ben birini üzebilir miydim, üzüyor muydum? Bu soruyu ona da soruyordum her seferinde ve aldığım cevap değişmiyordu: “Hayır!”. İnanıyordum. Kendimi kandırmak dersem, hiç abartmamış olurum. Ne kadar dayanabilirdim, göğsüme saplanan bıçakla nasıl yaşayabilirdim?
Boşanamıyordu ve zaman istiyordu benden. “Aile”sinde kimseyi üzmeden halletmesi gereken şeyler vardı. Anlayış göstermeliydim; gösterdim. Her saniye canımı kurtarmaya çalışırken, mümkün olmayan şeyler hakkında da epey fikir sahibi oluyordum. Biliyordum ki, bu yaşadığım sefaleti unutmamam gerekiyordu. Önceleri “boşanamıyor”du durum, sonra “boşanmıyor” oldu. Bunu dile getirdiğimde kabul etmiyordu, reddediyordu. Beraber uyumak dışında bütün rutinlerini sürdürüyorlardı. Boşanmak istediğini eşine söylediğinde, anlaştılar. Biz iki yılı doldurmuştuk. Yıllar geçti ve o boşanma hala gerçekleşmedi. Benim zorlamam yüzünden yanlış zamanda eşiyle konuştuğunu söylüyor ve her şeyi berbat edenin ben olduğumu ima ediyordu. Evli bir erkekle beraber olan tanıdığım kimse yoktu; ben de dalga geçtiğim o kadın forumlarındaki itirafları okuyordum. “Doğru zaman” okuduğum her hikayede karşıma çıkıyordu. Oysa ki, ben “mümkün” zamanlara inanıyordum; bu ikisi arasındaki farkı hiç anlatamadım ona.
Zannediyordum ki, ortada bitmiş bir evlilik var. Dört yıl boyunca oyalanmış, kandırılmış ve küçük düşürülmüştüm. Her şey bir anda olmamıştı ama her şey sonsuza kadar böyle sürebilirdi. Başka bir kadını üzüyor muyum diye kahırdan ne yaptığımı bilmez bir haldeydim. Yetmez gibi, bu kadar aşağılanmaya rağmen bırakıp gidemiyordum. Kadın örgütleri için çalışmalar yapıyordum. Kendini karşısındaki erkekle bir yere taşıyacak bir kadın değildim.
Derslerinde feminizmden, eril şiddetten, erkeklerin kadın üzerinde kurduğu denetimden bahseden bir kadın akademisyendim ben. Bedensel ve ruhsal açıdan erkek baskısına izin vermeyin diyordum öğrencilerime. Işıklı kadınlar olmanın nelere maruz kalmadan mümkün olduğunu anlatıyordum. Psikolojik şiddet diyordum, şiddet türlerinin en fenalarından biri; parça tesirli bomba gibi. Dersten çıkınca yerin dibine giriyordum ve odama kendimi kilitleyip saatlerce ağlıyordum. Bazı geceler fakültede koltuğun kenarında sızıp kalıyordum.
Sonunda, günlük hayatımı bile sürdüremeyecek hale gelince, üniversitedeki işimi bıraktım. Dördüncü yıl dönümümüzde, bana bazı vicdani sorumluluklardan bahsettiğinde buz gibi soğudum. Şimdi, böyle söylediğime bakmayın. Soğuma dediğim şey, çok şiddetli bir öfkeydi; önemsenmediğimi düşündüğümden utanç içindeydim. Öfke ve soğuma, birbirimizin sesini duyduğumuzda geçiyordu. Hayatım düzene girecek sanırım diye üzüntülerimi kovuyordum bazen. Çok sürmüyordu; maksimum 24 saat. Kötü sürprizler ve arayı bulmaya çalışmalar gün geçtikçe şiddetini artırıyordu. Hiç arkadaşım kalmamıştı. Onun arkasından giderek mahvediyordum kendimi. Ellerimden, ayaklarımdan, saçlarımdan tiksiniyordum. Hep ördüğüm saçlarım, artık bir karıştan daha uzun değildi.
Bizi sürekli birbirimize iten aşk, bir hata mıydı? Onu tanıyor muydum? Yüzüme şiddetle savrulan o sözleri hak ediyor muydum? “Eskiden” diye hatırladığım her günümü bir cömertlik gibi bana sunduğunu şaşırarak gördüğümde, onunla yaşayabilir miydim? Sadık bir köleye dönüşmemeliydim; kendimi geri çekme gücünü bulamasam da, canımı tehlikelerden korumalıydım. Çünkü bir gün bileklerimi kesiyordum, bir başka gün arabaların ortasına atlıyordum. Aklımı kurtarmalıydım.
Ve gittim. Dört yılda aldığım on beş kiloyu ardımda bırakarak gittim. Ölmek için, kurguladığım o ölümü yaşamak için gittim. Sonrası mı? Şimdi bir psikiyatri kliniğinde kendimi yeniden keşfediyorum. İyiyim.
Benim için üzülmeyin. Bana acımayın. Beni yargılamayın. Bana kızmayın. Ama bu hikayeyi de unutmayın. Dünyanın bir ucunda, annesinden-babasından ve tüm herkesten kaçmış küçük bir kadın var. Bir insan evladı. Ona “ahlak” ve “iffet” üzerinden had bildirmeyin. Örf ve adetler için, başka insan evlatları için onun canına okundu. “Uçmayı unutmuş bir kuş” olduğunu hatırladı ama, kanatlarını hatırladı.
Aşık olduğum için utanmıyorum sevgili okur.
Hayir yazinizi okurken hic kizmadim size belki ayni degil ama benzer duygular yasadigm icindir. Bazen bazi seyleri sadece benzer duygulari yasayanlar anliyor kinamak veya ayiplamak lutfen bunun icin acele etmeyin. Kim bilir belki ayni imtihana sizde tututlursunuz bir gun
Bunu okuyan şunu da okumalı: https://seyler.eksisozluk.com/evli-bir-adama-asik-olmus-birinin-hazin-hikayesi
İnsanlar gelip geçiyor geriye kalan tek şeyse bizim yaşadıklarımızdan kalan hisler ve izler. Hayatımızda başımıza gelen şeylere karşı aldığımız pozisyonlar bu etki ve izleri derecelendiriyor. Biz hepimiz farklı ve özgün kişilikler olarak geldik dünyaya. Ondandır ki kendini tanıyamayan bir insan için başına gelen kötü şeyler daha ağır acılara dönüşebiliyor. Bütün bunlardan çıkıp kendini tanımaya başlayan bir kadının, yükü olmayan acılardan sıyrılırken hücre hücre doğumunu izlemek gerçekten hayranlık verici. Yargılamaksa büyük bir cehalet örneği. İyi ki doğuyorsun sevgili yazar,
sevgili Asuman, kanatlarını ilmek ilmek tekrar dokuduğunda uçtuğun yerlerden de yaz, bu hikâyenin devamının çok güzel olacağını umuyorum :)
böyle bir yazıyı yazmakta eminim çok zorlanmışsınızdır. reçel’deki birçok yazı için benzer şeyi düşünüyorum ama çuvaldızı kendine de batıran ve kanatan bu yazıyı son zamanlarda okuduklarım içinde ayrı bir yere koydum. sevgili asuman, bir gün her şey unutuluyor. bu bir teselli değil. kanatlarınızı özgür bırakın lütfen ve hikayenin geri kalanını anlatmaya devam edin.
“Aşık olduğum için utanmıyorum sevgili okur.” cümlesi “Aşık olduğum için yaptıklarımdan utanmıyorum.” manasını da taşıyor mu? Duygular değil fiiller utanılacak şeyler olabilir, zira duygu insanın iradesine çok da bağlı değildir ama fiiller öyledir. Mesela insan öfkelendiği için ayıplanmaz, öfkesini kontrol edemediği ve yanlış bir şey yaptığı zaman ayıplanır. Diyelim ki insan öfke halinde cinayet işledi, o anda öfkeli olması yaptığını meşrulaştırır mı?
Sizi yargılamak için yazmadım bunları. Amacım (post)modern dünyada çok meşhur olan bu söylemi, aşkın her şeyi meşrulaştıran bir şeymiş gibi sunulmasını sorgula(t)mak.
“Onun arkasından giderek mahvediyordum kendimi. Ellerimden, ayaklarımdan, saçlarımdan tiksiniyordum.” İlk önce böyle diyorsunuz daha sonra da böyle: “Örf ve adetler için, başka insan evlatları için onun canına okundu.” Bence sizin de iyi ifade ettiğiniz gibi siz kendi canınıza okumuşsunuz. Ne kadar güçlü ve müthiş olursa olsun bir duygunun kör esiri olmaktan Allah’a sığınmalı. Evli birine 2 yıldır aşık biri olarak yazıyorum bunları.
Rica ediyorum, sizi kınayan sesleri içinizde uzunca tutmayın. Sizi kınayan pek çok insanın, belki evli birine aşık olmayarak, bundan çok daha kötülerini yapmış ve yapıyor olduklarını, sıkça düşünün. Yalan söylemek, başkasını yargılamak ve daha çokçaları, sizin duyduğunuz alnı açık pişmanlığı duymadan yapılıyor. Sıradan, unutulur bir şekilde derhal. Lütfen, kendinize iyi bakın, iyileşmeye bakın. Güzel günler geliyor, biz de güzel dersler alıyoruz. Hoşçakalın.
Aşık telef olur, maşuk yaşamaya devam eder…