Yazar: Fatma Büşra Helvacıoğlu
Bir süre önce okuduğum bir kitapla hayatım değişti. Şaka şaka, hayatım değişmedi ama neden sürekli şaka yaptığımı anlamamı sağlayacak bir kapı aralandı önümde. Ciddiyetten kaçmak? Zaman zaman. Hayatın üzerimize bindirdiği ağırlığı atlatmaya çalışmak? Bir nebze. Öfke? Her daim.
İşte duyduğumuz öfkenin aslında en çok kendimize olduğunu ve bunun kaynaklarını doğru tahlil edip kendimiz sandığımız şeyi değiştirmeye yönelik atılan adımın gerçek bir mücadele olacağını apaçık gösteren bu kitabın adı Benim Yolum: Terapi Günlükleri. (http://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum–terapi-gunlukleri/380439.html) Kasım 2015’te Avangard Kitap’tan Betül D.D. imzasıyla çıktı.
Kitap oğlunu doğurduktan sonra onunla ilişkisi istediği gibi gitmeyen ve bunun üzerine dünyayla ilişkisinin de gittikçe sorunlu hale geldiğini görüp terapiye başlayan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Buradan sonra çok uzun sürecek bir sorgulama ve mücadele dönemi başlıyor. Zira yazar psikodrama seanslarının da yardımıyla kendi problemlerinin kaynağına inmeye başlıyor ve bu da bebekliğinden itibaren ilişki kurduğu herkesi sorgulamasına sebep oluyor. Babası, annesi, kardeşi, arkadaşları, kocası, oğlu ve en kanırtıcısı da kendiyle olan ilişkisini masaya yatırıp herkesin hayatını etkileyecek kararlar alıyor, yüzleşmeler yaşıyor. Kitaptan okuduğumuz kadarıyla tek bir kadının girdiği değişim süreci etrafındaki bir sürü taşı yerinden oynatıyor ve taşların büyüklüğüne göre kendisine verilen tepkiler de büyüyor. Kendini hep haklı hep mağdur hep çok doğru şeyler yapan biri olarak görürken bunların aslında ebeveynleri tarafından kendisine biçilen roller olduğunu anlamak gerçek kendiliğini bulmaya giden yolda en önemli adımı oluşturuyor. Kendilerini bizim Rabbimiz zanneden ve bizi de çizdikleri sınırlarla, önümüze koydukları engellerle buna inanmaya zorlayan anne-babaların karşısına dikilmedikçe kendi ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi tespit etmenin ne zor olduğunu, bunun Allah inancımızı bile şekillendirdiğini ve anne-babamız başta olmak üzere başkalarının bakışının, düşüncelerinin tasallutu altında olmanın bizi hasta ettiğini, doğallıktan ve samimiyetten uzaklaştırdığını kendi hayatından, okudukça hepimize tanıdık gelecek örneklerle ve kasvetten uzak, keyifli, zaman zaman kendiyle dalga geçecek, hiçbir meseleyi anlatmaktan kaçınmayacak kadar cesur ve korkularını dahi saklamayacak kadar dürüst bir dille aktarıyor kitabın yazarı.
Kimi zaman anlatılanlara o kadar yakınlık duydum ki sinirden kitabı fırlatıp atmak istediğim de oldu, ağladığım da. Kitabın etki alanı bu anlamda epeyce geniş. Hatta bir anlamda bütün anneler, bütün babalar ve çocukların hikâyesi olarak da okunabilir. Mesele anne-babaları da suçlamak değil, mesele duygularımızı bulmak. Bu esnada insan gerçekten öfkelendiği şeyin ne olduğunu da tespit edebilir, onu gerçekten neyin üzdüğünü de. Bunları bulunca da bu öfkeleri ya da kırgınlıkları başka şeylere, hayali şeylere, sokaktaki insanlara, bilmem hangi partinin liderine, bir siyasi gruba veya yabancılara yansıtmayı bırakıyorsunuz zaten. Çünkü gerçek olmadığını idrak ediyorsunuz. Duyguların üzerindeki örtüleri kaldırmaya, onları gömdüğünüz yerden çıkarmaya çalışmak yaralayıcı ve zor evet, ama bir o kadar da özgürleştirici.
“Kendinizle ilgili gerçeğe ulaşmaya çalışmak” söz öbeği fazla bireyci gelebilir ancak bana kalırsa gerçek anlamda politik fail olmanın şartıdır. Kendimizi tanımadığımız sürece kendi kararlarımızı almamız zordur. Benim Yolum da kendi kararımız zannettiğimiz ama aslında ailemizin bize yüklediği ideallerin önce varlığını duyuruyor, sonra da bununla hesaplaşmak üzere elimizden tutuyor. Dolayısıyla tek bir kişinin hikâyesi toplumsallaşıyor ve direnmek, mücadele etmek gerçek bir bağlama yerleşiyor.
Yani yazarın da politik bir iş yaptığını söyleyebiliriz. Kendisi değişme iradesi gösteriyor ve insanlara, özelde kadınlara, cesaret veriyor. Kadın mücadelesine/kadınların mücadelesine de ancak bu kadar iyi bir katkı sağlanabilirdi diye düşündüm kitabı bitirdiğimde. Ömrümüzün sonuna kadar somut ve ayakları yere basan bir şeye sebep olup olmayacağını bilmediğimiz şekilde eylemden eyleme koşmaktansa kendi değişimiyle başka kadınların değişmesini, kendileriyle konuşmasını, kendilerini ifade etmesini, kendilerine değer vermesini sağlayacak tek bir hakiki eylemin yalnızca bireysel olduğunu kim söyleyebilir?
Aman bana dokunmayın, aman düzenim bozulmasın, hayatım kaymasın karışmasın filan diyenler kitaba ilişmesin. Bu arkadaşlarımız oturdukları yerden insanların ne vicdansız, halkımızın ne ahlaksız olduğunu tivitlemeye devam edebilirler. Asıl kavga etmeleri gereken kişilerle kavga etmeden, patolojilerini politika kisvesine büründürerek bu dünyadan göçüp gidebilirler. Son olarak; bu kitapla birlikte psikoloji ilmine mesafeli yaklaşanların dahi dünyayı ve kendilerini daha farklı bir yerden algılamaya başlayacaklarını, tabii dışarıya ölümüne kapalı değillerse, söyleyebilirim.
Müslüman bir kadın olarak kendi üzerine düşünmeye başladıktan sonra hem Müslümanlığıyla hem de kadınlığıyla barışan bir kadının kendi ağzından anlattığı bu hikâye Reçel okurlarına çok iyi gelecek. Bana iyi geldi. Şaka değil.
Yorum Ekle