Reçel atölyelerinin ilki geçtiğimiz Cumartesi gerçekleşti. Evin Meleği konulu atölyemizin açılış sunumunu ve moderatörlüğü Fatma Çiftçi yaptı.
Fatma Abla sözü elbette reçel ile açtı. Reçelin iki şekilde yapıldığını anlattı. Birincisi meyveler ucuzlayınca pazara gidip bir kaç kilo meyve alıp reçel yapmakla, ikincisi ise “projelendirerek”, yani fiyatı ne olursa olsun reçel yapmak niyetiyle pazara gidip, meyveyi alıp reçeli yapmak. Portakal reçelinin tarifi ise biraz farklı. Burada akşam evde meyve soyup bıçağın ucu ile ikram eden annelerle başladı. Bir yandan da önündeki portakalı soyarken diğer yandan akşam soyulan o portakalların kabuklarının değerlendirilebileceğini söyledi. Portakalın kabukları etli olacakmış ki reçel güzel olsun. Fatma abla soyduğu kabukları ipe dizip, reçel tarifini tamamladı.
Derken konu evden/yuvadan açıldı. Arkadaşları ile kalanlar kaldıkları ev ile ailelerinin evine dair bir karşılaştırma yapıp, hangisinin yuva hangisinin ev gibi hissettirdiğinden bahsettiler. Buradan mesele yuvanın biraz da dekor, dizayn gibi evi ev yapan materyallerle ilgili olduğuna geldi. Görüşler farklı farklıydı. Kimine göre bir halı öğrenci evini yuvaya dönüştürürken, kimine göre ise eşyanın evi yuva yapmakla alakası yoktu. Evin tanımı, nerenin ev sayıldığı, öğrenci evinin bir geçiş gibi görüldüğü vs. de konuşulanlar arasındaydı.
Sonra evin işleri, sorumluluğu vs üzerine konuştuk. İş bölümü, evin bizden bekledikleri vs. Tabi ki, erkeklerin evde üstlendikleri roller, kadın-erkek rollerinin öğrenilmişliği, bizim bu rolleri ne kadar sahiplendiğimiz ve devam ettirdiğimiz, bunları değiştirme imkanları ve umutları konuşulanlar arasındaydı. Burada mahalle ve komşuluğa da girdik elbette. Komşusuzluk dedik aslında ona. Fatma Abla burada “kızkardeşlik”i böyle bir şeye eviremez miyiz, diye sordu. Biraz bunun üzerine konuştuk. Yani evin, çoluk çocuğun yükünü paylaşmak, birbirinin yanında olmak, hatta çocukları birlikte büyütmek gibi. Bu dayanışmanın önemi fikri genel bir kabul görürken bunun gerçekten işlevli olup olamayacağı ya da evlilik hayatı ancak bu dayanışma ile yürütülebiliyorsa evlenmenin ne anlamı olduğu gibi sorular da peyda oldu. Evlilerin ve bekarların, çocuk sahibi olanların ve olmayanların ayrılan dünyaları gerçeği de bu dayanışmanın nasıl sağlanacağına dair sorulardan biriydi.
Dayanışma ile akıl verme arasındaki fark da gündeme gelen bir konuydu. Özellikle yeni gelişen alternatif annelik akımları üzerinden kadınların birbirine had bildirdiği, kendi bilgisini tavsiye değil dikte ettiği, dayanışıp kolaylaştırmadan çok hayatı zorlaştıran tavırlara değinildi.
Bir de arkadaşlık ve aile ilişkilerini geren politik meseleler üzerine konuştuk. Siyasi farklılıkların ailede , arkadaşlık ilişkilerinde yarattığı ayrılıklar, kopan bağlar… En yakınlarından destek görmeyişin ve onları zor durumda bırakma duygusunun inandığımız fikirlerimizi savunmayı nasıl zorlaştırdığı…
Özetle konu konuyu açtı. Ev, evlilik, paylaşma, sorumluluk, yalnızlık, yalnız kalamayış, roller, arkadaşlıklar vs. derken üç saate yakın samimi bir sohbet/iç dökme oldu. Sohbet boyunca pek çok konuda farklı görüşler ortaya atmış olsak da “bu devran böyle gitmez” diyerek, bir şeyleri değiştirmeye niyetlenerek, dayanışma duygusu ile ayrıldık.
Bu atöylemize katılma fırsatı bulamayanlar ise üzülmesinler: Reçel atölyeleri devam edecek. Bizi takipte kalınız!
Fatma Çiftci’nin “söz”üne katılamadık ya:(((Nasipten öte oldu bu sefer..Gelecek reçellere gelip hemde alternatif” reçel” tarifleri vermek üzere:)
[…] edenler atölyede neler konuştuğumuzu şuradan okuyabilir ama ben ilgili kısmı kısaca özet geçeyim. Zaten atölyenin konusu genel anlamda ev […]