REÇEL

“Dul Kadının Kızı” Olmak!

Annem komşuları çağırıp evin orta yerinde büyük bir endişe ile bekaretimin gidip gitmediğini beş çift göz ile beraber incelemişti!

Konuk Yazar: Feride

Anneannemle dedem, annem iki yaşındayken boşanmışlar. Anneannem dul kadın yaftalarına dayanamayarak, annemi kendi annesine bırakıp, Almanya’ya çalışmaya gitmiş. Orada birkaç sene kendi ayaklarının üzerinde durma mücadelesi vermiş. Durumları biraz daha düzeltince annemi yanına aldırmış. Anneannemin hayat boyu tek gayesi dul kadın olarak ayakta durabilmekle mücadele olmuş. Almanya’da üç işte birden çalışmış. Gece gündüzü yokmuş. Annem yalnız büyümek zorunda kalmış. Annesi yanındayken bile uzaktaymış. Kimseye muhtaç etmemiş kendince annemi, ama annem en çok anneanneme muhtaçmış. Annem hep anlatır, “Annem dul kadın kızı dedirtmemek için uğraştı ve çok dayatmaları oldu” diye. Toplumun bile yapmadığı baskıyı kendisi evladına yapmış hep. Annem senelerce ruhunda yalnızlığın izlerini taşıyarak hayatına devam etmeye çalışmış. Seneler geçmiş bir vesile ile babamla tanışmış. Ama annesinin erkeklere olan nefreti o kadar büyükmüş ki, babamla arasında devamlı bir kara kedi gibi olmuş. Çünkü dedem anneannemi aldatmış. Hatta anneannem kendi gözleriyle şahit olmuş. Her erkeği de hayatı boyunca bu şekilde görmüş ve davranmış. Annem hep der, “Ben aile nasıl olunur, anne evde nasıl davranır ve aile ne demek bilmeden bir aile kurmaya çalıştım. Hep ezbere bir şekilde davrandım bu yüzden”. Ama bilinir ya bir yerden ya da bir davranıştan dolayı elbet bilinçdışı kendini ortaya döker diye, annemin de uzunca bir süre bilmeden bu baskısını tattım hep. Toplumun baskısı olan bekaret, annemin de üzerimde baskısı oldu. Dul kadının kızı yaftasıyla sürdürdüğü hayatında bakire olarak evlenmişti; beni de bu şekilde yetiştirmek istemişti. Doğru olanın bu olduğunu anlatmak elbette bir anneye düşer ama bu kadar baskı, istemeden yanlış yapılmasına sebep olur. Ama annem kendisine gösterileni bana da göstermeye diretti kendini:

4-5 yaşındaydım. Çocukluk hevesi ile abimin bisikletine binmeye çalışmış ve binemediğimden de bir kaza atlatmıştım. Kaza sonunda eve geldiğimde iç çamaşırımda bir kan lekesi ile karşılaşmıştım. Anneme bunu söylediğimde dünya başına yıkılmış gibi bir tepki vermişti. Bin bir telaş ile komşuları başıma toplamış ve hiç unutmadığım o ânı yaşamama sebep olmuştu. Şu anda konuştuğumuzda bu konuları, yanlışını kabul etse de o zaman bende derin izler bıraktığını evlendiğim gece fark etmiştim. Annem komşuları çağırıp evin orta yerinde büyük bir endişe ile bekaretimin gidip gitmediğini beş çift göz ile beraber incelemişti! Bu incelemenin sonucunda vajinada, -tabii o zaman ben bu şekilde isimlendirildiğini bilmesem de- bir sıyrığın kanamaya neden olduğuna kanaat getirmişlerdi. Ve bu meraklı topluluk derin bir nefes almıştı.

Annem benim en iyi arkadaşımdır aslında. Ama bir dönem üzerimdeki bu baskı benim hayatımda derin izler bıraktı. Bu şekilde kendince doğru bir yol olduğuna inanmıştı. Bu inanış, ta ki annemin benim de sevebileceğimi anladığı ve bu sevgiden benim de acı çektiğim zamanlara kadar sürmüştü. Annemin lise sınavına hazırlanırken seçtiği dershane bile sadece kız öğrencilerin olduğu bir dershaneydi. Bunun sebebi benim erkek arkadaşım olma olasılığını en aza indirmek, önlem almaktı. İroni bu ya ben eşimle bu dershanede tanıştım. Meslek lisesi olmamızdan ötürü istisna olarak karma bir sınıfa almışlardı bizi. Ve eşimle bu sayede başlamış olduk biz. Sanki bu yaşadığım şeyler annem için büyük bir işaretti. Bizse bir şekilde seneler sonra evlendik eşimle.

Malum ilk gecede, geçmişimdeki tüm baskılar öyle bir iz bırakmış ki bende, bunu o gece anladım. Bekaret nişanı öyle bir baskı oluşturmuştu ki, o geceyi sadece çarşafa bakarak sonlandırmıştım. Şu an bunları yazarken ve bir nevi eleştirirken en büyük ironi, o nişanlı çarşafın dört senelik evli olmama rağmen hâlâ yatağın altında duruyor olması…

 

Konuk Yazar

Yorum Ekle