REÇEL

Diziler, Analar ve Oğullar

Bir kaç yazdır yaz dizilerinin mikemmel, âşık erkek profili: Annesi tarafından terkedilmiş, annesi babasını aldatmış, annesi ölmüş, annesi ikinciye evlenmiş şiddet görüyor, annesi yalancı, annesi entrika kraliçesi (oğluna bile!) annesi…, annesi…, annesi… olan, mutluluğu asistanında, şoföründe, hizmetçisinde arayan ama geçmişte annesiyle yaşadıklarından dolayı 4 4’lük kızlara güvenemediği için de bir türlü tam anlamıyla âşık olamayan erkek.

Yazar: Meryem Selva

Bir kaç yazdır yaz dizilerinin mikemmel, âşık erkek profili: Annesi tarafından terkedilmiş, annesi babasını aldatmış, annesi ölmüş, annesi ikinciye evlenmiş şiddet görüyor, annesi yalancı, annesi entrika kraliçesi (oğluna bile!) annesi…, annesi…, annesi… olan, mutluluğu asistanında, şoföründe, hizmetçisinde arayan ama geçmişte annesiyle yaşadıklarından dolayı 4 4’lük kızlara güvenemediği için de bir türlü tam anlamıyla âşık olamayan erkek. Tabii babasız olanlar, babası yalancı, babası kumarbaz olanlar da var. Haklarını yememek lazım da nedir bu senaristlerin analarla dertleri? Ya da soruyu tersten sorayım. Annesi kötü(!) huylu olmayan veled, büyüyünce yakışıklı prens olamıyor mu?

Her şey iki yaz önce “İnadına Aşk” ve “Kiralık Aşk”‘ dizilerini aynı anda izlememle başladı. İki dizinin de başroldeki kadın oyuncularının adı Defne. Dürüst, namuslu, erkek gibi kızlar. Biri zengin, diğeri değil. (Neyse konumuz da zaten o değil). İkisinin de annesi babası yok. Bir işler gelmiş başlarına! Terk edilmişler. Başroldeki erkek oyuncularının da benzer şekilde. Ömer’inkiler ölü. Yalın annesi hayatta sadece ama yalancı kadının teki. Küçük yaştayken oğlunu terk etmiş. Sürekli kaçarak yaşıyor. Ömer de Yalın da iş dünyasında çok başarılı, ekstra yakışıklı ancak çevrelerindeki kadınlardan bunalmış, güvenecek kadın olmadığına inanan tipler. Defnelerse yalanlarıyla doğruları iç içe geçmiş, dürüstlükleri ile bu tipleri -farkında olmadan- tavlayan ancak söylemek zorunda kaldıkları yalanlar yüzünden bir türlü hayatlarının aşklarına kavuşamayan tipler. Esas oğlanlar yalanlarını yakalarsa endişesinden doğru dürüst bir ilişki yaşayamıyorlar. Sonrasını geçelim…

Geçen yazdan devam ediyorum. Karşınızda “Seviyor Sevmiyor” ve “Aşk Laftan Anlamaz”. Başrolde yalanla işe giren, normalde çok becerikli ancak hayatın sillesini yedikleri için bir yere gelememiş iki kadın. Biri güzel diğeri güzellerce çirkin (!) (Tabii sonra dizinin doğası gereği kuğuya dönüşecek). Kızların anneleri babaları var ancak geleneksel Türk ailesi. Esas oğlanlarınsa birinin annesi diğerinin babası fettan. Biri yalan söyler kaçar, diğeri -yalan zaten cepte- oğluna borç takar durur. İki tip de kızların söylemek zorunda kaldıkları yalan dolayımıyla kızlarla aynı iş yerinde çalışırken bulurken kendilerini. Aşk zaten olmazsa olmaz da ne yapalım oğlanlar ana-baba kazığı yemişler bir kere. Sevgililerine bir türlü güvenemezler. Kızlar zaten yalanlarıyla boğuşup dursun…

Bu yazsa “Dolunay” ve “Ateşböceği”ni izliyorum. Kızlar güzel mi? Güzel. Oğlanlar yakışıklı mı? Pek tabii. Havuz sahnesi var mı? Var. (Aa bir ortak özellik de bu. Dizilerin ikinci ya da üçüncü bölümlerinde ultra yakışıklı ve zengin esas oğlanlar en az iki dakka boyunca özel havuzlarında stilli yüzerler). Kızlar yalancı mı? Yalancı. Aileleri var mı? Var. Oğlanların var mı? Tabii ki yok! Biri hem öksüz hem yetim. Diğeri yetim, ama çok küçük yaşta annesini babasını aldatırken yakaladığı için yarı öksüz. Yarı öksüz dedim. Çünkü çok başarılı, ahlaklı ve prensip sahibi olduğundan annesine olan görevlerini ihmal etmese de gerekmedikçe onla görüşmez, sırrını ifşa etmez. Yarı vardır anne. Bu yüzden kadınlara da güvenmez. Devamı spoiler olur o yüzden gelelim sorulara…

Jale Parla, “Babalar ve Oğullar” kitabında Tanzimat romanının yapısını incelerken dönem anlatılarında, baba otoritesinin ve rehberliğinin yokluğunda baştan çıkarılan ve felakete sürüklenen oğullara dikkat çeker. Dönemin koşulları ve kültürel kodlarıyla birlikte okur romanların bu yapısını. Temel sorun otorite boşluğudur. “Doğu’nun dünya görüşünün bekçisi toplum düzeyinde padişah, aile düzeyinde baba, edebiyat düzeyinde yazardır” çünkü. Ve bu otorite sallantıdadır. Oğul konumunda yazarlar bu yüzden babayı öldürmeyi değil, ölmekte olan babayı diriltmeyi seçerler. Ancak yüzleri Batı’ya dönük olduğundan şehvetle imtihan olur, felakete sürüklenirler.

Son dönem yaz dizilerindeyse Tanzimat dönemi romanlarındaki baba oğul ilişkisinin tam tersi ile karşı karşıyayız. Hayta ana-babaların otoriter oğulları! Üstelik  arada söyledikleri yalanları ya da esas kızdan gizlediklerini saymazsak ailelerine rağmen ahlak timsaliler! Peki biz bu yeni tip baba-oğul ve ana-oğul ilişkilerinde yaşanan değişiklikleri nasıl yorumlayabiliriz? Başka bir deyişle ana baba yokluğunda devrilmeyen ancak güvensiz yetişen bu güçlü erkekler nasıl bir geleceğin habercisi? Kötücül ana-babalar… Baba’yı anlayabiliriz belki de ana kim?

Bir de esas kadınların iyi eğitim almamış olsalar da ellerinin her işe yatkın olması meselesi var ki o da başka bir yazının konusu diyelim şimdilik…

Meryem Selva | REÇEL

1 Yorum

Serra için bir cevap yazın İptal Et