Yazar: Feyza
Son 10 gündür yüreğime yine bir taş gelip oturdu. 30 yıllık savaşın, binlerce ölümün, yok olan, yerinden edilen hayatların ağırlığınca bir taş. Dün cumhurbaşkanının süreci bitiren, HDP milletvekillerini “bedel ödemeye” çağıran konuşmasından sonra belli ki bu taşı kaldırıp atmak oldukça zor olacak.
Savaş ve barışa dair analizlerden geçilmiyor. Önce kim masayı devirdi? Kim sözünde durmadı? Kim ihanet etti? Kim güvenimizi sarstı? Benim de herkes gibi kendime göre bir görüşüm var, ama bu yazıda buna girmek istemiyorum. Zira bu sorulara verilecek hiçbir cevap, 30 yıllık kanlı sürece geri dönüşe dair makul ve mantıklı bir açıklama getirmeyecek. Belki cevap aramak yerine, bu sefer doğru ve doğal bildiklerimize dair yeni sorular sorarak bir çıkış yolu bulabiliriz. Ancak bunun için vakte, sabra ve sakinliğe ihtiyacımız var. Bunu bize verecek olan çatışma ortamı değildir.
Geçtiğimiz 2,5 yıllık çatışmasızlık ortamında, 2009’dan beri farklı siyasi arka planlardan gelen kadınların bir araya gelip çalıştığı bir inisiyatifte bulunma şansım oldu. Barış için Kadın Girişimi’nin düzenlediği, çağrıcısı olduğu ufaklı büyüklü onlarca toplantıya katıldım. Bu toplantıların hepsinden muhakkak bir şey öğrenerek çıktım. Hayatta başka yerde duyamayacağım savaş deneyimleri, tarih anlatıları, hayatta başka hiçbir yerde bana çarpmayacak öfkeler, isyanlar ve mutluluklar bu toplantılarda gerçekleşti. Açlık grevlerinin sona ermesinin, çözüm sürecinin başlamasının heyecanını orada beraber çalıştığım kadınlarla yaşadım. Şengal, Gazze ve Kobani’yi beraber konuşmayı burada öğrendim. Kürt kadın hareketini bu grubun içinde tanıdım.
Peki tanıdım da ne oldu? 30 yıldan fazla süren savaşın en az 20 yılında okuduğumu, gördüğümü siyasi olarak anlamlandırabilecek yaştaydım, bu sürede bana/bizlere öğretilmeyen başka bir tarih/tarihler vardı. Bunları zaman zaman, parça parça konuşsak, okusak, duysak, öğrensek de, mücadelenin içinden gelen kadınlarla yaşananları yeniden konuşmak ve araştırmak, bu tarihi ete kemiğe büründürdü.
Yaşananın hain terör değil, bir savaş olarak nitelendirilmesiyle bütün bir tarihin, özneleriyle, yüklemleriyle değiştiğini gördüm. Asimilasyona ve yok edilişe isyan eden bir coğrafyanın kadınlarının karşısına devletin bir tecavüz çetesi olarak çıkmış olduğu gerçeği, uzak bir hikaye olmaktan çıktı. Bana daha çok yaklaştı, daha yakıcı hale geldi. Yerinden etmenin en büyük zulüm olduğunu biliyoruz ya, evinden sökülüp başka coğrafyalara göç ettirilen Kürtlerin, yeniden hayat kurmaya her yeltendiklerinde uğradıkları bin çeşit ayrımcılığın bugün hala üzerine basıp geçtiğimiz bir gündelik hayat hakikati olduğunu farkettim.
Bütün çocukluğum ve gençliğim boyunca hemen hemen her gün televizyondan izlediğim şehit cenazelerini yeniden düşündüm. Cenazelerin manipulatif ve milliyetçi bir çerçeveyle yayınlandığı bir gerçek, ama bunun arkasındaki hakikati, yine ete kemiğe bürünmüş olarak yeniden düşünme ihtiyacı hissettim. 20’sine varmadan dağa çıkanın peşine, 20’sini yeni geçmiş olanı operasyona gönderen devleti, savaşta ölenlerin ailelerini, o aileleri teskin etmek için kullanılan kutsalı, bayrağı, kanı, toprağı yeniden düşündüm. Bütün bu ezbere yazılmış haber metinlerinin nasıl bir şiddet içerdiğini farkettim: hakikati örtmenin şiddeti. Bu tür bir şiddetin içimize ektiği yakınlık (milliyetçilik) ve düşmanlık (ırkçılık) tohumlarının sökülüp atılmasının zorluğunu farkettim.
Ve çok utandım. “Hiçbir şey şiddeti meşrulaştırmaz” derken, kendi bedenimle, duygularımla varettiğim devletin beni nasıl şiddetinin bir parçası yaptığını görmediğimi düşünüp utandım. Benim için oyun eğlence olan 23 Nisan törenlerinde bedenimin ve neşemin, tek millet, tek dil, tek bayrak ülküsünün bir parçası yapılmasına öfke duydum. Bunun bedelini benim yaşıtım Kürt kızlarının, erkeklerinin savaşarak, ailelerini kaybederek, şiddete uğrayarak, isyan ederek, ölerek, öldürerek ödediklerini düşünerek utandım. Bunun bedelini zorunlu askerlik yapan gençlerin ölerek ve öldürerek ödediklerini düşünerek utandım.
Bu yeniden yazılan tarihin içinde, bütün aksamalarıyla, sorunlarıyla beraber, Barış Sürecinin heyecanını duydum. Ancak barış, savaştan daha zordur. Barış için Kadın Girişimi mesaimden öğrendiğim en kıymetli bilgilerden biri buydu. Bu, bir müzakere masasında buluşan iki taraf için de geçerli, bu iki tarafın temsil ettiği ve edemediği milyonlarca insan için de. Barışmak hepimize zor geldi. 30 yıllık bir tarihi yeniden yazmak, hakikatleri araştırmak, kendimizi suçlu bulmak zor geldi. Şimdi de TSK’nın operasyon başlatmasını, hatta barış süreci boyunca kalekol, askeri baraj, sınıra duvar inşa etmesini normal ve doğal bulmamızın, içimize ekilen hangi tohumun zehri diye sormak zor geliyor. Acı ama bu bizim, Batıdakilerin hakikati…
Bir de Kürt tarafının işin failleri olarak hakikatleri var: PKK silahlı bir güç olarak 30 yıldır var. Kitaplarca analiz de onun üzerine yazılabilir, lakin yine de onca kitap ve analiz bana, durduğum, utandığım, isyan ettiğim ve muhafaza etmeye çalıştığım yerden baktığımda, bugün çocuklarının gözleri önünde öldürülen askerleri, polisleri açıklayamaz. Bu hiçbir şeyin intikamı, çözümü, isyanı olamaz. 90’lara dair hiç kimsenin dönmek istemediği bir hakikat de şehit cenazeleridir.
Sonra artık başka bir fail olarak HDP var. Hem Kürt tarafının, hem batıdakilerin ortak çabası ve hakikati olarak ortaya çıkmış bir aktör. 90’lara dönmemek konusunda bütün tarafları durduracak bir iradeleri var, bu iradeyi memlekette oy kullanan insanların %13’ü destekledi, barış umuduyla büyüttü. Bugün bu iradeyi hala ve ısrarla barış yönünde kullanmalarından başka bir seçenek olamaz, olmamalı.
Kısa bir blog yazısında ne kadar isyan edilebilir? Sesim, gücüm yettiğince şunu söyleyebilirim ancak: Muhakkak bu savaşın iki tarafı yok, ancak müzakerenin iki tarafı varsa eğer, bu taraflılığın temsil ettiği ve etmediği kitleler adına, her iki taraf da bize zaman versinler. Siz öldürürken biz dilsiz kalıyoruz. İçimizdeki zehri akıtmak, tarihi yeniden yazmak için bize zaman verin. Bize çatışmasızlık verin. Bize adı “barış” olan günler verin. Suyun başına oturup kavga edelim, utanalım, kızalım, sevinelim. Ama bu savaşın öldürdüklerine ağlamayalım artık.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Selamın Aleykum
HDK/HDP bileşeni grupların Hewi Lgbt, İstanbul Lgbt, Kaos GL gibi yapılar üzerinden “kadın ve toplum
özgürleşmeli” söylemi kabul edilebilir mi, Müslümanlar bu “özgürlük” anlayışıyla “barış”abilir mi?
Müslümanlar dayatılmış popülist bir algının kumpasına mı geliyor, “barış” söylemi üzerinden “ölçü”yü kaçırıyoruz sanki?
Müslümanlar olarak bu çağın “haddi aşanlar”ıyla hududullahın dışına çıkmadan nasıl barış yapacağız? İslami söylem ve idealler IŞİD gibi oluşumlar sayesinde tarihin dışına itilmek istenirken bu eylemin özneleriyle nasıl, neden ve niçin ittifak yapmalıyız?
BİKG gibi grupların müslüman kürt halkını seküler kutsallığa boğmak isteyen üst oluşumun bileşeni. burada “barış”ın ne olduğu bilinmeli
Oncelikle Feyza Hanimin yazisina katiliyorum. Bununla beraber, ornegin sig, Islamofobik ve basortusu dusmani bir yorumun basina “Bu yorum ibret-i alem olsun diye yayınlanmıştır” gibi bir not koyan blog editorlerinin bu yorumu yayinlarken boyle bir nota ihtiyac duymamasini kaygi verici buluyorum.
Evet, kadin, toplum ve LGBT bireyler ozgurlesmeli soylemi kabul edilebilir. Pek cok Musluman bu ozgurluk anlayisiyla gayet barisik. Zira kendilerini hedef almiyor, bir zarar vermiyor. Ornegin trans kadinlarin sistematik bicimde oldurulmesi de, bunu mesru gormek de zulumdur ve gunahtir.
Barışın sesi olmuş çok güzel bir yazı. Yazıyı okurken bizim HDP gibi çok bileşenli çok sesli homojen olmayan bir siyasi parti yakışır çok kültürlü Türkiyemize diye çığlık atasım geldi. Onlar savaşa dursun biz barış ısrarımızdan vazgeçmeyelim.
HDPnin birey ve toplum modeline karşı olmak barış karşıtı olmayı gerekli kılmaz.
Müslümanlar HDK’nın ne dediğine bakmadan konuşuyor, “yeni yaşam” dedikleri şeyin bireyi ve toplumu ifsad eden her türlü gayri ahlaki durumu meşrulaştıran bir söylem olduğundan bihaberler.
“çok sesli” olmak kadim sapkınlıkları meşru görmek, desteklemek olamaz, eğer öyleyse – ki öyle- ortada “çok sesli”lik değil ifsadı yayıp sapkınlığı destekleyenlerle buna sessiz kalanların suskunluğu vardır.
Müslümanlar İslam’ı istemekten vazgeçtiği için İslam’ın seslerden bir ses olarak olabilirliğine MÜSAADE edenlerin oyununda figüran oluyorlar.
Öyle her şeyi “biz yaptık oldu” romantizmi değil hayat.
Bu oyuna gelenler başkalarının “biz yaptık oldu” çıkmaz sokağında gönüllü mankurtlaşmanın nirvanasını yaşarlar.
Feyza nickli arkadaş, yazınızda ırkçılığa, şiddete, haksızlığa karşı çıkış hissi uyandırmaya çalışmış görünseniz de alttan alta pekaka savunuculuğu yapmışsınız. Örneğin “Şimdi de TSK’nın operasyon başlatmasını, hatta barış süreci boyunca kalekol, askeri baraj, sınıra duvar inşa etmesini normal ve doğal bulmamızın, içimize ekilen hangi tohumun zehri diye sormak zor geliyor.” demişsiniz. TSK’nın aldığı bu önlemler pekakanın sınırımızdan içeri girişinin engellenmesine yöneliktir ve pekakanın ülkemize zarar vermemesi içindir. Siz pekakayı bir terör örgütü ve “olmaması gereken” bir yapı olarak görseydiniz, TSK’nın önlemlerini eleştirmez, desteklerdiniz. Demek ki pekakadan rahatsız değilsiniz, hatta onu destekliyorsunuz. İyi niyetli vatandaşlar devletleri tarafından ayrımcılığa maruz bırakıldıklarını, haklarının gasp edildiğini düşünüyorlarsa, haklarını demokrasi ve hukuk yoluyla ararlar. Ellerine silah alıp terör faaliyeti içerisine girmezler. Terörü savunan hiç kimse iyi niyetli değildir, kusura bakmayın ama yazınızı hiç iyi niyetli bulmadım.
Bu durumda siz de barış süreci ne demek, PKK gerçekten sınırötesi bir yapılanma mı, bu operasyonlar ne işe yarıyor, son 30 yıldır sonuçları ne olmuştur, bunları hiç düşünmemişsiniz. Barış sürecine, zamana ihtiyacımız var derken, böyle bir tarihsellikten, bu tarihi yeniden yazma ihtiyacından bahsediyorum.
gercekten anlayamadigim icin soruyorum.
nasil bir tarihi yeniden yazmaktan veya zaman verip beklemekten bahsediyosunuz?
hayri bu kelimeler arka arkaya yazinca cok edebi ve sik duruyor ama sanirim pratikte pek oyle olmuyor.
baris gelsin diye hicbirsey yapmadan oylece bekleyelim, baris sureci falanda gereksizdi o zmn size gore.
bosuna ugrasildi, bi keldi haline biraksalardi PKK zaten dagdan inerdi. yok o olmadi, ozerklik falan yollarini bulurlardi baris olurdu…
yazinizi bence daha acikca (madem objektif kaynaklardan oluyi takip edip cok ustun sekilde algilayabiliyorsunuz) yazabilirdiniz.
Nimet hanım öncelikle kendime bir üstünlük atfetmediğimi belirtmem gerekiyor sanırım. Bu duyguya neden kapıldınız bilmiyorum ama bu üslubu bırakırsanız daha kolay konuşabiliriz. Yazıda belirttiğim gibi, suyun başına oturup sabahlara gecelere kadar konuşabiliriz ama mesnetsiz suçlamaları bırakalım lütfen. Bakın devletin yönettiği bir süreci, devletin yönettiği kaynaklardan ve desteklediği basından okursanız, tıpkı 90larda olduğu gibi, devletin savaş konseptinin duygusal yakıtı olursunuz. Ben Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının yükselen bir tansiyonun zirvesi olduğunu vurgulamak istedim, yoksa barış sürecini durduran şey o konuşma değildi. Ondan önce Dolmabahçe mutabakatını sert bir dille eleştirip barış masasını deviren bir cumhurbaşkanı da vardı mesela. Mesela Habur’dan girişlerde insanlar “sevindi” diye öfkelenen bir Türk halkı vardı. Ben herhangi bir noktadan tarih başlatmıyorum, kendi hissiyatımı, o konuşmanın bana verdiği umutsuzluğu paylaşıyorum sizinle. Ama eğer siz başka türlü bir tarih başlatırsanız, mesela süreci bitiren şeyin iki polisin öldürülmesi olduğunu düşünüyorsanız, eğer 3 yıldır çaresizce barış çağrısı yapan bir hükümete karşılık vermeyen bir Kürt hareketi düşünüyorsanız; 3 yıldır süren görüşmeleri, pazarlıkları, atılan adımları, “Türkiyelileşme” söylemini, görüşmelerde temel taleplerinin bile ertelenmesine razı olan bir tarafı, 80 milletvekilini, çekilme sürecini izleyen onlarca STK’yı görmezden gelmiş olursunuz. Sonra bugün devletin bir örgüte değil bir halka hayatı dar ettiğini görmemiş olursunuz. Evet başka tarihler var, başka başka yazılabilir, ama ben devletinkini satın almayacağım. Yazıya gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler.
elinize sağlık, bahsettiğiniz bir çok utanç, sorgulama ne kadar da tanıdık. daha ne zehirlerler var derinlerimizde kimbilir.
HDP’nin iradesini hayata geçirme gücü var mı, savaştan nemalanacaklar ona bu fırsatı verirler mi, kim aslında kim, vb. birsürü soru var kafamda ve selahattin demirtaş’ın gözlerindeki çaresizlik içimi sızlatıyor.
reçelde yalnızca makalelere değil onlara ilişkin yorumları okumaya da önem veriyorum, çünkü birkaç entellektüelinin dışında pek tanımadığım bir kesimden bilgileniyorum, sizin bu yazınıza yapılan yorumlar ayrımcılık ve ötekileştirme hatta lanetleme olarak gözümü korkuttu doğrusu, umudum bu yaklaşımın genele şamil bir durum olmaması.
sevgiler
ferzan yıldırım, demek yorumumu ayrımcılık, ötekileştirme ve lanetleme olarak görüyorsunuz, böyle görmeniz sizin baktığınız yerden kaynaklanıyor olmasın? bir azınlık mağduriyeti, bir ajitasyon psikolojisi üretip pekakanın cinayetlerini mazur gösterebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Işid suruçta bomba patlattı diye pekaka iki askerimizi uykuda öldürdü, iki vatandaşı sakallı diye öldürdü. bu cinayetleri açıkça üstlendi. ışidin faturası neden askerimize kesiliyor? neden doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı ayırmıyorsunuz da ajitasyonla üste çıkmaya çalışıyorsunuz?
Yukarıdaki yazıda Türk silahlı kuvvetleri ile pekaka aynı düzeye getirilmek istenmiş. Bu ikisi aynı değildir, birincisi bir devletin askeri kuvveti, diğeri de o devlete isyan eden, terör örgütüdür ve ne tarihte ne de günümüzde hiçbir devlet isyancıları ve teröristleri sevgi ve sempatiyle karşılamaz, bilakis onlarla mücadele eder. Hatta onları yok eder. Hayatın bu temel kanunu bilmiyorsanız tarih okumanızı tavsiye derim. Bu arada Türkiye Cumhuriyetini devletiniz olarak kabul etmiyorsanız, beğenmiyorsanız beğendiğiniz başka devletlere gidebilirsiniz, sizi tutan yok. Yok biz bu ülkenin genetiği ile oynamak, yapısını bozmak veya ülkeyi ele geçirmek istiyoruz diyorsanız ona izin vermeyiz Allahın izniyle. Allah haklının yanında olacaktır, kim doğru yoldaysa içi rahat olsun, kim yanlışı savunuyor, vatan hainliği yapıyorsa Allahın laneti onun üzerine olsun.
Tabii ki TSK ile savaşın ortasına doğmuş gençlerin dağa çıkması aynı şey değil. Zorunlu askerlikle TSK da aynı şey değil. Yazıda kısaca belirttim, terör üzerinden yazılan bir tarih bizden maalesef çok şeyi gizliyor. Bu öfkeniz de savaşın bir parçası. Maalesef böyle…
Niye yorumumu yayinlamiyorsunuz?
size bir soru sormustum:
neden konuya “Dün cumhurbaşkanının süreci bitiren, HDP milletvekillerini “bedel ödemeye” çağıran konuşmasından sonra…” cumlesiyle basladiniz?
durup durukenmi bu aciklama yapildi?
ne gibi bir amac guduyorsunuz bu provokatif yazinizla?
bu yazinin yani baristan yana birseyler yapacak olanlar coktan daga cikti, ve savasi baslatti.
hangi baris cagrisina uydular? hangi iyi niyet eline karsilik verdiler?
nedir amaciniz? dolamcbacli sozde edebi cumleleri birakin acikca soyleyin bizde bilelim.
Dağa çıkmalar başlayalı 30 yıl oldu. 30 yıldır dağda olan bir hareketle yaklaşık 3 yıldır barış görüşmeleri yapılıyor. Süreci bağımsız bir kaynaktan okursanız sorularınıza cevap bulacaksınız.
Bnede onu demeye calisiyorumya; 3 yildir yada son birkac yildir baris olsun diye biseyler yapilmaya calsiiliyor. kim buu destekliyor, kim bunun icin cabaliyor size?
Ayrica, birtek siz degilsiniz bagimsiz kaynak okuyup objektif yazilar yazabilen, isterseniz bu kadar ucsuz bucaksiz bilgi ve ilim sahibi oldugunuz konusunu abartmayin.
zira yaziniz siradan, provokatif ve PKK, HDP soylemi bir yazi.
ben size sadece bir soru dordum.
NEDEN yaziniza Cumhurbaskanimizin sozuyle baladiniz?
hersey o noktada mi koptu?
kendi egosuna yenik dusmus diktator kisizi bir sabah kalkip bu aciklamayi yapip ortami iyici karistirayimmi dedi size gore?
Bu cumlenin onunu arkasini bilmeyerek yada bilip ama saklayarak, cok bulunmaz bir objektif yazi yazmissiniz. ayrica tebrikler.
Oldukça provokatif bir yazı tarafsızlı ve barışı anlatmaya çalışırken fazla gaza gelip HDP’nin söylediği uç lafları ve PKK sempatizanı olduğunuz gayet açık.Kültür seviyenizi artıyor gibi göstermekte başarılı olmuşsunuz ama yemedik.
Tebrikler başarılarınızı devamını dilerim.
tam olarak neyi uç buldunuz?
Güzel paylaşım
Bu yaziyi yazani PKK destekcisi ve provokotif olarak gormek bence ya kotu niyetten ya da ‘ne olursa olsun cumhurbaskanimizi ve kuklalarini destekleriz’ anlayisindan. Yazar gayet acik bir bicimde ‘baris verin’ demis. Illaki herkes birbirinin bakisini desteklemek zorunda degil ama iyi niyetli olursak hayati kendimize zehir etmekten kurtulur ve Turk un Turkten baska da dostu olabilecegini goruruz.
Bence bu Kürt-Türk savaşı değil Recep Tayyip Erdoğan’ın 400 milletvekili savaşıdır. Herkesin sağduyulu olup bu oyunlara gelmemesi gerekiyor.