Konuk Yazar: bigâne
Soruyla başlayalım:
‘’Madem o kadar sevgi dolu bir ailem vardı, ailemi oluşturan bireyler o evin içinde oldukça mutluydu, öyleyse ben aklımın ermeye başladığı ilk vakitlerden itibaren gitmeyi niçin kafama koydum?’’ Neden, kimsenin okumam için ısrarına ve telkinine ihtiyaç duymadan ancak iyi bir yer kazanırsam buradan gidebilirim fikrine odaklandım ve azmettim? Bunlar zaman zaman aklıma gelen şeylerdi. Öyle oturup uzun uzadıya düşündüğüm, kendimce bağlantılar kurduğum, nedensellik ilkesine dayandırdığım şeyler değildi. Fakat üniversiteden henüz mezun olduğumun, daha yeni yeni birey(!) olduğumun kabullenildiği şu dönemlerde artık bunları daha çok düşünürken buluyorum kendimi.
İçimde bir şeyleri tamamlamış, bitirmiş olmanın verdiği o güvenle aile bireylerimin hepsinin yüzüne bakıp sessiz sessiz hesaplaşıyorum onlarla. Tek taraflı, konuşmadan. Kendimce çıkarımlar yaparak. Bu tek taraflılık ne kadar doğru çıkarımlar yapmama imkân verir bilmiyorum ama bu bile onların gözünde ancak ‘’olduğumu’’, bu sorgulamayı yapacak kıvama ancak geldiğimi düşünmemle ilgili galiba. Sanırım artık buna cesaret edebiliyorum:
‘’Ben mutlu olsam gider miydim?’’
Evet okumak için pek tabii gidilebilir. Fakat benim için okul bir çıkış kapısıydı. Dördüncü sınıftayken –sanırım on yaşında oluyorum o zaman- ilçe geneli yapılan bir deneme sınavına girmiştim ve ikinci olmuştum. Bu sınav bana daha önce yaşamadığım ya da yaşasam bile farkına varamadığım bir duyguyu hissettirmişti: Başarı. O günden sonra kendime başarılacak bir şeyler aramaya başladım. Yirmi binlik bir ilçede -bundan on beş sene evvelini de düşünürseniz-, kendinizi göstermeye çalışacağınız tek yer okuldu sanırım.
Okul benim hayat hikâyemin tamamlayıcı, destekleyici hatta meşrulaştırıcı bir yanıydı ama hiç bir zaman yegane amacım olmadı. Sanırım, hep olmak istediğim şey ‘’kendim’’di. Fakat o yaşlarda bir çocuk kendinden ne kadar haberdardır? Ben bugün yirmi üç yaşındayım ve soranlara ‘’yolunu arayanlardanım’’ diyorum hâlâ. Ve kuvvetle muhtemel elli üçümde de aynı şeyi söylerim. Çünkü yolda olmak, aramak, kendini bulmaya çalışmak hayat denen sürecin, yolculuğun ta kendisi değil mi aslında?
Bana dönelim, “Neden gittim?”
Kendimi aramama müsaade etmeyecekleri için gittim. Evdekilerin o kadar tatlı, sevimli, komik insanlar olmalarına rağmen gözlerinin önünde yanıldığımda, hata yaptığımda çirkinleşeceklerini göreceğimi bildiğim için gittim. Bana içlerinden geldiği gibi değil, etraftakilerin onlardan bekledikleri gibi davranacaklarını bildiğim için gittim. Annemin beni kırdığı zaman odamda, yanıma gelmesini saatlerce beklediğim ama onun bir anne olduğu için gelmediği ve hiçbir zaman gelmeyeceğini bildiğim için gittim. Babam her ne kadar daha anlayışlı, daha yumuşak bir insan olsa da onun anneme hiçbir zaman ‘’böyle yapma’’ demediğini ve demeyeceğini bildiğim için gittim.
Gittim, çünkü onlara, benim olmamdan korktukları gibi bir insan olmadan da hayatımı devam ettirebileceğimi göstermem gerekiyordu. Onları, üzerimdeki kontrollerini bıraktıkları an, her şeyin korkunç bir hâle dönüşmeyeceğine inandırmam gerekiyordu. Benim de kendi içimde doğrularım, yanlışlarım, yapmak istediklerim, yapmak istemediklerim vardı, bunları onlara göstermek istiyordum, kendi içimde bunu başarabilmek için gitmek zorundaydım.
Onlara çok sıkı, baskıcı ebeveynlerdi demek haksızlık olur. Ama annem evhamlı, şüpheci, hemen işkillenen, hataya toleransı olmayan, dinlemeyen, dinlediğinde hak vermeyen, kendisinin yanılıyor olabileceğini hesaba katmayan bir kadındı. Ya da hemen düzeltmeliyim, öyle bir kadın değildi, “anne”ydi. Yaşım büyüdüğünde, onu uzaktan gözlemleme fırsatı bulduğumda, aslında öyle bir insan olmadığını, anne kimliğine büründüğünde böyle bir hâl aldığını keşfettim.
Annem tasmamı biraz gevşettiğinde –bu tabiri kullandığım için çok üzgünüm ama ancak bu tasvirde buluyorum doğru anlatımı- ya da beni biraz saldığında ilk koşacağım yerin neden “çöplük” olduğunu düşünüyordu, hiç anlayamadım. Ama eminim böyle düşünüyordu. Oysaki bir annenin, çocuğu için: ‘’Ben ona doğruyu öğrettim (kendi doğrusunu), ben ona vicdani muhasebeyi öğrettim, ben onu ahlaklı yetiştirmeye çalıştım, Rabbim de akıl vermiş niye benim çocuğumun ilk durağı çöplük olsun?’’ diye düşünmesi gerekmez miydi? Öyleydi belki ama benim annem böyle düşünmüyordu. O hep annem olarak böyle kalacaktı ve benim buna kendi kendime bir çözüm bulmam gerekiyordu.
Ben de babama yanaştım. Yavaş yavaş işledim onu. ‘’Sen de benim ebeveynimsin, anneme söylesen de şunu biraz gevşetse olmaz mı?’’ temalı mesajlar verdim ona. Babamın kanına girdim. Parklarda, bahçelerde yavaş yavaş gevşettiler tasmamı. Beni izlediklerini biliyordum. O yüzden nerede çöp varsa uzak durdum. Yaklaşmadım bile. Hiç huylandırmadım onları. Yıllarca böyle sürdü bu. Neredeyse 7 yıl boyunca. 7 yıl boyunca her şeyi açık yaşadım. Her şeyimi bilme özgürlükleri vardı. Bu benim için bir strateji, bir planlama, bir yatırımdı. Ne zaman her şeyimi paylaşmak zorunda olmam, bana çok ağır gelse ‘’sabret’’ dedim, ‘’sabret çok az kaldı.’’
Son iki yıldır boynumda tasmam yok. Beni o kadar yakından ve dikkatlice izlemediklerini biliyorum. Arada çöplüklere yaklaşıyorum. Kenarında oturuyorum. Çöplüğü kendine mesken edinen arkadaşlarım oluyor, oturup konuşuyorum. Bana göre çöp kadar kötü bir yer değil çünkü tasvir ettiğim ortam ailem için korkunç ama benim için hayatın bir parçası, gerçek bir parçası.
Bu hikâye çok uzar. Sadece şunu söylemek istiyorum, eğer dileseydim, onların korktukları gibi bir insan olurdum. Fakat ben de, onların olmamdan korktukları kişi olmaktan korkarak onlara karşı bunca mücadeleyi verdim. Madem bu noktada buluşacaktık sevgili ailem, bunca mücadeleye ne gerek vardı?
Çok şey öğrendim, çok şey gördüm. Ne kadar zor, ne kadar acılı, gurbet dolu, özlem dolu olsa da tecrübe, yaşanmışlık ve mücadelemi hiçbir şeye değişmem. İlginçtir ama ailemi de değişmem. Çünkü bir çocuğu sadece sevgi tutar ve ben onları çok seviyorum.
“Çünkü bir çocuğu sadece sevgi tutar”
Kitaplara bedel bir cümle.
Teşekkürler, canınıza sağlık bu yazı için. Anneliği deneyimlerken yeniden tanımlamaya çalışan bir kadınım. Taze alıntılanmış berrakça anlatılmış hisleriniz arayışıma çok güzel ışık oldu.
Tesekkurler yazi icin. Benim merak ettigim acaba bizi coplukten bu kadar uzak tutmasalardi biz yine de onlarin korktuklari gibi bir insan olmaktan korkar miydik? Bugun ayni yerde bulusmak icin belki de verildi bunca caba? Dunya insani cok degisik sekillerde kendine dusurebilen bir yer. Belki akilli, vicdani muhasebesi olan, dogrulari ogrenmis ama yine de kotu sonlara varmis hayatlar gorduler o yuzden boyle caresizce tedbirler aldilar… Yaptiklarinda haklilardi demiyorum, ama bir anne-baba icin boyle sebepler aklima geliyor acikcasi.