REÇEL

“Başörtülü Terapist Olamazsın”

Hiç kimsenin etnik kökeni, dini, cinsiyeti onun hangi mesleği yapıp yapamayacağını belirleyemez. Gerekli eğitimleri aldıktan sonra etik kurallar çerçevesinde terapi verme yetkisi bunlara hiç de bağlı değildir. İnsanın kendisi olarak, otantik varlığıyla çalışma hakkına hiç kimse engel olamaz.

Konuk Yazar: Başörtülü Terapist

Önce kendi hikayemden bahsetmek istiyorum biraz. Lise yıllarımda başladı psikoterapist olma hayalim… Düşün düşün, başka bir mesleğe ait hissedemedim kendimi. Ailem benim için farklı meslekleri düşündüler. Sayısaldı alanım ve alanımı değiştirdim arzuladığım bölümü okumak, istediğim mesleği yapabilmek için. Sonunda ise çok istediğim psikoloji bölümünü ve istediğim okulda kazandım. Ancak bu yolun uzun olduğunu biliyordum. Sadece lisans eğitimi almam yetmeyecekti, bir de üstüne bir klinik psikoloji programında yüksek lisansı yapmam, bir yandan da dışarıdan çeşitli eğitimler almam, kendimi sürekli geliştirmem gerekiyordu psikoterapist olabilmek için.

Benim üniversiteye başladığım sene, başörtünün üniversitelerde serbest bırakıldığı seneydi ve kendim olarak, olduğum gibi üniversiteye gidebileceğim için çok heyecanlıydım. Üniversite sınavına başörtülü girmiştim. Bunlar mucizeydi o dönem için. Lisansa başladığım zaman öğrendim ki klinik psikoloji yüksek lisans programları başörtülü öğrenci almıyorlardı. “Başörtülü terapist olamazsın” dediler bana, bunun ‘objektifliği’ ve ‘nötrlüğü’ bozduğu gerekçesiyle… Çok öfkeliydim onlara. Okullardaki başörtü yasağı kalkmıştı ama, yine de hayalimdeki mesleği yapmamın önünde engeller vardı. Psikoloji mezunu olabilirsin, ama klinik psikolog olamazsın diyorlardı bu kez de. Olduğum halimle kabul görmek neden bu kadar zordu anlayamıyordum. Bütün lisans hayatım boyunca mezun olup yüksek lisansa kabul edilme hayalleri kurdum. Bunun için ortalamamı yüksek tutmaya çabaladım. Eğer ortalamam yüksek olursa, başarılı olursam, belki başörtüme takılmazlar diye düşündüm. Lisans eğitimime devam ederken İstanbul’da bir üniversitenin klinik psikoloji yüksek lisans programına başörtülü bir öğrenciyi kabul ettiklerinin haberini aldım. Sanki değişim başlamıştı ve bu beni daha da umutlandırıyordu. Ama benim istediğim üniversite farklıydı ve o program hala başörtülü öğrenci kabul etmemişti. Yine bir yerlerde “Başörtülü terapist olamazsın” seslerini duyuyordum. Ama içimde bir umutla devam ettim çalışmaya.  Ben istediğim o üniversiteye giremeyeceğimden o kadar emindim ki, bir ara başvurmamayı bile düşündüm. Ancak yakınlarımın desteği ile başvurdum ve en sonunda programa kabul aldığımın haberini aldım. Listede kendimi görünce önce inanamadım. İstediğim şey olmuştu! Hatta istediğim şeyden de öte, alışılmışın dışında programda şimdiye dek okuyan tek başörtülü kadın ben olacaktım. Şimdi ise mezun olmama çok az bir vakit kaldı ve mesleğimi hakkıyla yapabilmek, iyi bir psikoterapist olabilmek için yıllardır emek veriyorum.

Yakın zamanda oldukça gündemde olan nötrlük ve başörtü meselesine gelirsek, öncelikle nötrlüğün bir tanımını yapmak iyi olacaktır. Psikoterapi sürecinde bazı ekollere göre terapistin mümkün olduğu kadar nötr olması gerekir. Fakat bu her terapi ekolü için şart değildir. Benim eğitimini aldığım ve benimsediğim ekol de mümkün olduğu kadar terapistin nötr olması gerektiğini söyleyenlerden. Bu demektir ki; terapist kişisel bilgilerini danışanı ile paylaşmamalıdır. Bunun içerisine dini inancı, siyasi görüşü, ilişkileri, medeni durumu, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı, nasıl bir insan olduğu gibi aklınıza gelebilecek birçok şey dahil edilebilir. Terapistin nötr olması önemlidir, ki danışan kendisini terapistine rahatça açabilsin ve terapi ilişkisinde aktarım gelişebilsin. Ancak tahmin edersiniz ki, karakterine dair özellikleri birçok yanıyla kolaylıkla dışa vurabilen insan için, yüzde yüz bir nötrlük mümkün değildir. İnsan kendisini her an ifşa eden bir varlık. Seçtiği kelimeler, bakışları, giydiği kıyafetlerin rengi, tercih ettiği aksesuarlar hatta medeni durumunu belli eden alyansı, odasının dekorasyonu gibi birçok detay terapistin kendine dair bir şeyler söyler. Bunların yanında, doğal bir sürecin parçası olarak; danışanın terapiste dair fikirleri ve varsayımları muhakkak olacaktır. Hatta buna bile gerek olmadan kimi terapistler terapi odası dışında da kendi arzuları ile görünürdürler; yazılar yazarlar, konuşmalar yaparlar, siyasi fikirlerini ortaya koyarlar, sosyal medya hesaplarında kendilerine dair paylaşımlar yaparlar ve danışanlarının bunlara erişme imkanı vardır. Bütün bunlar onların iyi birer terapist olmalarına engel değildir. İyi bir terapist olmanın birçok gerekliliği vardır elbette. İyi bir terapist olmanın bir koşulu da, aynı zamanda danışanın terapistine dair bildiklerinin ve fikirlerinin danışanın dünyasında ne anlama geldiğini ve ona ne hissettirdiğini konuşabilmek demektir. Ve bir yanıyla da terapinin kendisi budur zaten. Hatta çoğu zaman bunlar terapi ilişkisini zenginleştirir, derinleştirir ve çalışılacak başka kapılar açar. Bunların yanında terapistin otantikliği, yani gerçekten olduğu insan olarak odada bulunması/bulunabilmesi de iyi bir terapist olmanın en önemli parçalarındandır. Odada gerçekte olmadığı gibi var olan ve insanların kendilerine ait hayatlara sahip olmaları yolunda onlara eşlik eden bir terapisti hayal bile edemiyorum!

Asıl soru şu sanırım: Terapistler kendilerini farklı alanlarda ifşa ettiklerinde bu terapi ilişkisine engel olan bir şey olmazken, başörtü neden bir engel olarak görülüyor? Üstün Dökmen nötrlüğü sadece dini ve milli değerlerle kısıtlamış  ve hiçbir dini ve milli değerin terapi odasına sokulmaması gerektiğini, bu yüzden de başörtülü insanların terapi yapacaksa eğer başlarını terapi odasında açmaları gerektiğini ifade etmiş. “Başörtülü terapist olamazsın” seslerini tekrar duyuyorum meslek hayatımda. Nötrlük yukarıda anlattığım gibi bunlarla kısıtlı bir şey değil ve aslında medyatik olan ve kendini sürekli ifşa eden terapistlerden biri olarak bahsi geçen kişinin ‘nötr’ bir terapist olduğunu söylemek oldukça güç. Meseleyi onun dediği şekilde ele alırsak; nötrlüğünü nasıl koruduğunu anlattığı sosyal medya paylaşımlarında kendisinin ve ailesinin milli ve dini değerlerine dair birçok bilgi vermiş. Bu tezatlığı anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Yine konuyla bağlantılı olarak ülkemizde farklı etnik kökenden ve farklı dine mensup birçok insan yaşıyor. Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi ve birçoğu daha. Bazıları ise sahip olduğu etnik kökeni belli eden isimlere, soyisimlere sahipler. Aralarında da çok iyi psikoterapistler var.  Üstün Dökmen herhalde onların da dini ve milli değerleri terapi odasına sokmamak adına, terapi odasında kimliklerini belli etmeyen isimler kullanarak, asıl isimlerini gizlemeleri gerektiğini söyleyecektir.

Sizi düşünmeye davet ediyorum, terapistin terapide kendisi gibi olamadığı, dışarıda başka olup terapi odasında başka olduğu bir terapi ilişkisi danışana ne kadar faydalı olurdu? Terapistin asıl kimliğini değiştirerek danışanını kandırdığı bir terapi ne kadar gerçekçi ve etik olurdu? Siz binbir emek mesleğinizi elinize alıp, tüm etik kurallara hassasiyetle dikkat ederken birileri sizin hakkınızda ahkam kesme yetkisine sahip oluyor. Size “Nötr değilsiniz” diyebiliyor. Oysa ki ben terapist olarak, birçok inançtan, birçok etnik kökenden, birçok cinsiyetten insanla çalışıyorum ve farklılıklarla çalışmayı çok seviyorum. Burada nötr olmayan ben miyim, yoksa bu fikre sahip insanlar mı? Kararı herkesin vicdan ve ahlakına bırakıyorum.

Son olarak söylemek isterim ki; gündemde olan bu söylemler düpedüz ayrımcılıktır, kendinden farklı olana yer vermemektir. Hatta bir yanıyla ötekileştirme olduğu söylenebilir. Öyle ki bu tavırlar sürdürüldükçe bu nefret söylemine kadar varabilir. Hiç kimsenin etnik kökeni, dini, cinsiyeti onun hangi mesleği yapıp yapamayacağını belirleyemez. Gerekli eğitimleri aldıktan sonra etik kurallar çerçevesinde terapi verme yetkisi bunlara hiç de bağlı değildir. İnsanın kendisi olarak, otantik varlığıyla çalışma hakkına hiç kimse engel olamaz. Son zamanlarda dünya çapında eşit hak ve özgürlüğe dair yapılan evrimsel nitelikte mücadeleler sürdürülürken, ülkemizde ismi bilinen birinin bu kadar açık bir şekilde yaptığı ayrımcı söylemin hak ettiği eleştiriyi alabilmesini ve gerekli tepkiyi toplayabilmeyi umut ediyorum. Bu bağlamda psikoterapistleri ve diğer meslek gruplarını da bu konuda farkındalık oluşturmaya davet ediyorum. Bu farkındalığın şimdinin ve geleceğin özgürleşmesine yardımcı olacağına inanıyorum. Başörtülü bir terapist olmak/olabilmek en başından beri benim mücadelem ve bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğim. Mücadelemde bana destek olan aileme, dostlarıma ve hocalarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuk Yazar

6 yorum

  • Evet aynı meseleyle çokça başım dertte. Psikiyatrist olmak istediğimde de aynı şeyleri duydum. Bugün psikanalizle ilgilenirken de aynı sesler yükseliyor.
    Belki de bunlar bu ülkede başörtülü olmanın bir farklılık gibi dillendirilmediği günlere ulaşana kadar sürecek bir mücadele. Önyargılar ve kalıplar sandığımızdan daha yaygın. Eskiden “temizlikçi kadın” olabilirdik, bugün doktor, öğretmen, psikolog olabiliyoruz ama terapist olamayız çünkü nötr değiliz! Bu ülkede nötralite halen giyim kuşamla anlaşılmaya çalışıldığı için sorun devam ediyor belki de. Ne giydiğimiz değil diğerine nasıl davrandığımız ve diğerinin sınırlarına ne kadar özen gösterdiğimiz önemli. Profesyonel mesleklerde kimse kendi kişisel inancını, görüşünü işine yansıtmamalı zaten; bu sadece başörtülüler için geçerli değil. Ama bu eleştiriler gösteriyor ki işin içinde olan insanlar bile yeterince nötr bakamıyor bu duruma; haksız yargılanıyoruz. Önyargıların kırılması için terapist olmalıyız bu ülkede. Toplumsal kutuplaşmanın şifası belki burdadır.

  • Başörtülü olmanın, karşıtlık değil de farklılık olduğunu bu karanlık zihniyete anlatacağız! Anlamak istemeseler bile saygı göstermeyi öğrenecekler. Yazı müthiş, tebrik ederim.

  • haddini ve kastını ziyadesiyle aşan bir açıklama yapmış üstün dökmen. deist bir feminist kadın olarak diyorum ki; ben bir bireyim, benim kılık kıyafetim üzerinden hiç kimse bir tahakkümde bulunamaz, bana engel koyamaz. kaldı ki ben en çok feminist kadınların bu başörtsü meselesine sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. inançları gereği neredeyse hiç bir erkek bu cam duvarlar/tavanlar arasında mücadele vermiyor. yazınızda çok aydınlatıcı olmuş, emeğinize yüreğinize sağlık. yolunuz açık, başarılarınız daim olsun.

  • Çok güzel eleştirmişsiniz , tepkisel bir refleks vermemişsiniz. Mesleğinizi iyi yaptığınıza inanıyorum ve bu insanlara verilecek en güzel cevap bu. Ben liberal bir kişiliğe sahibim ve başörtülüyüm. Üstün Dökmen’in de dayatmamak kaydıyla istediği yorumu yapma hakkı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar katılmam mümkün olmasa da. Ne yani Türkiye’nin kamu kurumunda çalışan çoğunluğu başörtülü olsaydı nötr olmak başörtülülük mü olacaktı o zaman?

  • Size otuzlu yaşlarında yeniden lisans eğitimi alıp, ilerleyen yıllarda psikoterapist olacak birisi olarak yazıyorum. Üstün Dökmen’in söz konusu konuşmayı iki yıl önce bir sempozyumda yapmış olması ve bunun hemen seçim öncesi gündeme getirilmesi ne kadar da tuhaf. Aynı konuşmada “mesela koyu Fenerbahçeli iseniz bardağınızı Fenerbahçe logolu yapamazsınız” gibi bir örnek de vermiş (Konuşmanın ayrıntılarını o sempozyumda bulunan arkadaşlardan ve hocalardan öğrendim.) Bana göre bahsedilen “terapötik koşulların oluşabilmesi için kendi kimliklerimizi ön plana çıkarmayacak şekilde davranmak”. Burada önemli olan baş örtüsünden ziyade inanç şeklimizi terapinin içine yerleştirip yerleştirmediğimiz. Terapistin nötr olması mümkün değildir (klasik psikanaliz gibi terapistin görünmediği bir kuramı desteklemiyorsak-ki bu durumda dahi tam olarak nötr diyemeyiz) Koşulsuz kabul ve saygı ilkesine uyulduğu sürece kimliklerimiz dert olmayacağını diye düşünüyorum. Mesele baş örtüsünden ziyade hayat paradigmamızı danışana empoze edip etmediğimiz.

    • psikoanalizi temel alan psikodinamik psikoterapisi egitimi aldim, ve basta cok tereddütle yaklasan hocalara ragmen 7 yildir Avrupada önemli bir üniversite kliniginde cocuk psiniyatristi ve psikoterapisti olarak calisiyorum, basörtülü olarak. evet, basörtüsü nötrlügü, yada abstinence olayini zorluyor, ama bu asla psikoterapinin hastaya faydasini etkileyecek bi sorun degil. asil sorun, evet esas sorun, psikoanalizmin de, bu tür dogmatik inanclar dogrultusunda basörtülü terapistin olamayacagini düsünenlerin eurocentric kurulmus olan bir bilim diline evrensel olma iddiasinda bulunmalari. Psikoanaliz harika bir alan, ama sorunlari var, Tanri inanciyla barisamama ve inanmayi patolojik olarak kurgulama en temel sorunu. bence bu sorunu en iyi basörtülü analistler algilayip dillendirebilirler. otto kernberg psikoanalizi din haline getirenlerden bahseder, iste asil mesele bu. dogmalar heryerde, psikoanalitik psikoaterapistlerin dogmalariyla yüzlesmek icin bizim yardimimiza ihtiyaci var olabilir, ayni basörtülü olmayla ilgiöi bazi dogmalarla yüzlesmemiz icin bizim toplumsal olarak psikoanalitik psikoterapistlere ihtiyacimiz oldugu gibi.. agustosda türkiyeye kesin dönüs yapacagim, merak ediyorum neler görecegimi… selamlar