REÇEL

Aşmak

Kendi babası da böyle dile getirmese de aynı amaç uğruna çabalamıştı 86 yaşına kadar.

Konuk Yazar: Elena

Doğup büyüdüğüm, hayatımın ilk 20 yılını geçirdiğim, artık terk edilmiş olan eve yıllar sonra girdiğimde “ne kadar küçükmüş” diye düşündüğümü hatırlıyorum ilk. Dört kişilik bir aile için ne kadar küçükmüş… Hem yaşadığımız, hem misafirleri ağırladığımız, hem uyuduğumuz, hem yemek yediğimiz, hem ders çalıştığım o tek göz, üstelik içinde bir de banyoyu barındıran, oda ne kadar da küçükmüş… Oysa öyle hissetmezdim küçükken. Her çocuk gibi bütün dünyamdı o odadan ibaret evim. Sığındığım, başka türlüsünü hayal edemediğim yuvam… Sığardım o odaya, küçük kardeşimle koşturmaya, babamla yerlerde güreşmeye alan bile kalırdı. “Ne ağır bir koku…Hep böyle mi kokardı?”. Terk edilmiş ev kokusu değildi duyduğum, rutubet hep öyle kokardı elbet. Rutubetin getirdiği böcekler, biz yaşarken de mesken tutmuştu orayı. Yemek yediğimiz bir gün odanın ortasına doğru yürüyen çok bacaklı o böceği görüp tiksintiyle sofradan kalktığımda demişti babam “İlerde böyle bir evde yaşamak istemiyorsan, okumalısın. Ben okusaydım, sen şimdi o böceği görmezdin”. Küçüktüm ama nasıl içime sinmişti, burnumu sızlatmıştı. Yaşadığımız koşullara değil, babamın pişmanlığına, kızını istediği gibi yaşatamamanın getirdiği kalp kırıklığına üzülmüştüm. Oysa ne fedakar, ne çalışkan, çocukları için hep söylediği gibi canını verebilecek bir adamdı. 8 çocuğun en küçüğü olarak hep kendini kabul ettirme çabası kişiliğine sirayet etmiş, iyi yürekli olduğu bilinen ama yine de pek çekilemeyen bir adam olarak kalmıştı. Çocukları için değil ama… Bizim için yaşam yolumuzu belirleyen bir filozoftu. “Yaşamanın amacı çocuklarının seni aştığını görmek” derdi. Kendi babası da böyle dile getirmese de aynı amaç uğruna çabalamıştı 86 yaşına kadar. Savaştan kaçan, ailesini savaşta kaybeden, peşi sıra çocuklarıyla bilmediği bir şehre yerleştiğinde, “kalabalığız, kimsenin başını ağrıtmayalım” diyerek, bir gecekondu dikmişti dağ başında. Hemen yanına da evimizi… Sonra her çocuğu için ev yapma telaşına düşmüş, ömrü vefa etmemişti tabii. Çocuklarından birine yaptığı o yepyeni evde, yepyeni eşyaların içinde kendisi yatağa mahkum olup can vermişti. Yine de babama kendisinden daha rahat bir hayat verdiği kesindi. O nispeten rahat hayat sayesinde babam da bana daha fazlasını sunabildi.

Okudum nitekim. O evi ardımda bırakıp uzak bir şehre giderek okudum. Ders çalışabileceğim ayrı bir odanın ne demek olduğunu üniversitede anladım. Meğerse okumak için doğmuşum… Doktoramı bitirene kadar okudum. Evlendim bir de. O ev kadar olmasa da, yine kutu gibi küçük bir ev satın aldık. O küçük odalardan birini kendime ayırdım ders çalışmak için. Bazen sadece oturup düşünmek, yazmak, hayal kurmak için… O ev büyük bir kaçış, bir var oluş, kendini tamamlama mücadelesinin anlamlı halkalarından biriydi, bir materyal değildi sadece.

Eşim için de öyle oldu. Ben mutlu bir ailenin yaşadığı küçük bir evi, imkansızlıkları ardımda bırakmıştım. O ise, güzel bir sahil kasabasındaki pek şirin evi değil içindeki aklen zayıf annesini ve bir türlü kabullenemediği üvey babasını bırakmıştı. Onun aşması gereken kişi annesi olmuştu, Amerikalı babası kendisini ve annesini bebekken terk ettiği için… Tanımadığı babası ise annesinin kendi ailesini aşma istediğinin bir sonucuydu. Anneannesi doğuda, üzerinde 2. kuması geldiğinde 8 çocuğuyla o sahil kasabasına sığınmıştı, çocuklarına daha iyi bir hayat sunmak için. Bir başına bir kadın… Her şeye rağmen erkek akrabaların baskısından kurtulamamış kız çocukları istemedikleri evliliklere kurban gitmişti…Kayınvalidem hariç. Kendi kaderini aşmanın çaresini kasabadaki yaşça çok büyük ecnebi adamda bulmuş 16 yaşında bir genç çocuktu. Hamile kalmış, terk edilmiş, bir oğlan çocuğuyla tekrar kaderine dönmüştü. Aşamadığı annesiyle büyütmüştü eşimi.  Velhasıl…ruh eşim de benim gibiydi. Yaşadığı yerin sınırlarını aşıp benle aynı şehre gelmiş, kendisiyle benzer hayat gayesini taşıyan beni bulmuştu.

Kredisini güçlükle ödediğimiz kutu gibi evimiz her şeye rağmen kendi başardığımız bir şeydi… Ailelerimizin yazgısından azadeydi… Kendimizden bir parça dünyaya geldiğinde aynı çaba içimizdeydi onun için de… Bizim sıkıntılarımızı yaşamayacağı bir hayat hediye etmek istedik. Fiziksel şartları insan yaşamına uygun bir ev, birbirini seven bir anne ve baba ile kendini gerçekleştirme arzusunu ona aşılayabilmek. Fazlası değil. Bu düşüncelerle onu besleyip, yıkayıp uyuttuğum bir gündü… Çocuk odasından banyoya giderken bir anda gördüm. İşte orada yürüyordu… Aynı parlak gövde ve çokça bacaklarıyla… Yıllar sonra o evden çıkıp gelmişti sanki evime. Babamın sesini, hayat hikayemizi, yazgıyı ve onu değiştirme/değiştirememe gücünü hatırlatmak için gelmişti.

 

Konuk Yazar

1 Yorum

  • Bu sitede gördüğüm yazılar içinde en farklısı… Nasıl hiç yorum yazılmamış hayret ettim. Beni ruhumun garip bir yerinden yakaladı.