Yazar: Rümeysa
Görsel: Reem Kelani
Bu metin Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin 21 Temmuz 2014 günü gerçekleştirdiği buluşmada yaptğım sunumun metnidir.
Bu sunumu, Reem Kelani’nin Confronting the International Patriarchy: Iran, Iraq and United States of America isimli, Cambridge Scholars Publishing yayınlarından 2013 yılında çıkan kitaba yazdığı “Write it down… Artist or Prostitute: Perspectives on Female Creativity and Activism in the Arab World [Şunu yaz… Sanatçı ya da Kahpe: Arap Dünyasında Kadın Yaratıcılığı ve Aktivizmine Dair Görüşler]” isimli makalesi temel alarak hazırladım. Reem Kelani Manchester’da doğmuş, Kuveyt’te büyümüş, Filistinli bir anne babanın çocuğu… 1986’da Kuveyt Üniversitesi’nden biyolog olarak mezun olmasının ardından, iki sene kadar bu alanda çalıştıktan sonra profesyonel müzisyen olarak hayatına devam etmeye karar veriyor. Müziğe dört yaşlarında başladığını söylüyor. Burada bir parantez açıp, Reem Kelani’nin müzisyenliğine dair hikâyesine, makalesinde kendinden bahsettiği kısma geldiğimizde daha detaylı değinebiliriz.
Reem Kelani şu an Londra’da yaşıyor. Birçok farklı projede aktif olarak yer alan, aktivist bir müzisyen… Bu projelerden bazıları: Anti-capitalist Roadshow ve Cry Freedom. 2006 yılında çıkardığı solo albümü Sprinting Gazelle ise arşivler için çok önemli bir albüm… Makaleye gelecek olursak… Makale eski bir Irak fıkrası/söyleyişiyle başlıyor. Bir sanatçı grubu seyahat etmektedir, yol üzerinde bir kontrol noktasına gelirler. Herkes isimlerini ve mesleklerini göçmenlik memuruna söylemektedir. Sıra kadın müzisyene gelir. Memur mesleğini sorma gereği bile duymaz; “Şunu yaz: Kahpe…” der. Reem Kelani, Arap dünyasında herkesin belleğine kazınmış olan bu söyleyişin aslında bu coğrafyada müziğe ilgi duyan her kadının bilincinde yer ettiğini belirterek başlıyor makalesine. Ancak bu durumun, yani bir kadının müzisyenliği meslek olarak seçmesinin önündeki engellerin, sadece kadınlar tarafından değil, erkekler tarafından da belirli ölçülerde yaşandığını Sayyid Darwish (Seyit Derviş, 1892-1923) üzerinden örneklendiriyor. Seyit Derviş de evlendiği esnada mesleği kayıtlara özellikle “öğretmen” olarak geçirilen, döneminin en önemli müzisyenlerinden biri. Buna ek olarak kadınların “batılı kız kardeşleri” kadar özgür olmasını istediğini belirttiği bir şarkısı da var:
Ancak kendisi ne kadar kadınların aydınlanmasını istese de (!), hatta mesleğinin toplumsal olarak kabul görmemesinden ötürü sıkıntı çekmiş olsa da, eşlerinin (dört evlilik yapıyor, aynı anda birden fazla eşi olmuyor) ya da akrabalarından kadınların kendisini izlemeye gelmesinin önüne geçmiş. Çevresindeki kadınların konserlerine gelmeleri durumunda tamamen örtülü olmalarını, herkesten sonra gelmelerini ve herkesten önce salonu terk etmelerini şart koşmuş. Kendisi sahnede kadınlarla icra yaparken eşlerine ve akrabalarına yaptığı bu muameleyi Reem Kelani, “Ne olursa olsun o da bir Arap erkeğiydi…” diyerek açıklıyor.
Reem Kelani’nin bu meseleye dair verdiği bir diğer örnek Ümmü Gülsüm (1898-1975). Ümmü Gülsüm’ün çok değerli ve bir yandan da çok şanslı bir örnek olduğundan bahsediyor. Babası müezzin ve Ümmü Gülsüm’ün yeteneğini çok küçük yaşta keşfedip onu büyük bir azim ve istekle destekliyor. Sırf “erkek” olacak diye oğullarına daha fazla yemek veren annelerin olduğu bir coğrafyada, babasının Ümmü Gülsüm için değeri daha fazla anlaşılacaktır diyor Reem Kelani… Ümmü Gülsüm hepimizin bildiği, dinlediği, dünya çapında “world music” listelerinde yer alan bir müzisyen olmasına rağmen, anti-siyonist ve aktivist bir kadın olduğu gerçeği görmezden geliniyor Reem Kelani’ye göre. “Tariqun Wahidun/ Asbah Andy Elaan Bondokeya” isimli parçasını Latin harfleriyle youtube ya da google gibi kanallarda bulmak imkansız ama şöyle sözleri var:
Artık bir silahım var!
Beni Filistin’e götür!
Ümmü Gülsüm’in Filistin’e verdiği açık destek, başı açık olduğu ve şarkı söylediği için “günahkar” olarak anılmasına ve suçlanmasına engel olamıyor. Burada Reem Kelani, Şeyh Abdülhamit Keşk ismini anıyor ve “Enemy of Song [Şarkının düşmanı]” olarak bahsettiği Şeyh Abdülhamit Keşk’in durmaksızın, yorulmaksızın, Ümmü Gülsüm’ün birçok şarkısı üzerinden açık bir şekilde onu suçlandığını söylüyor. Ancak Ümmü Gülsüm’ün şarkıları, özellikle vatan özlemini bir nebze dindirmesi açısından gizli gizli de olsa önemli bir misyon taşıyor. Hatta öyle ki Şeyh Abdülhamit Keşk dahi Ümmü Gülsüm’ün şarkılarını dinlediğini itiraf ediyor…
Reem Kelani, Ümmü Gülsüm örneğinden sonra, başka anekdotları da aktarıp kendi hikayesine geçiyor. Dört yaşındayken müziğe başladığını daha önce belirtmiştim. Dört yaşında ilk söylediği şarkı ise Zahat al-Mada’in, 1967’de Batı Kudüs’ün işgal edilmesinin ardından yazılan bir şarkı. Fairouz’un sesinden bilinen bu şarkı Reem için önemli bir dönüm noktası:
Sonrasında müzisyen olmaya kesin olarak karar vermesi ise bir düğünden sonra oluyor. Bu düğünde yaşlı erkeklerin oynadığı “dabke” ve onun “big mamas” diye andığı yaşlı kadınların söylediği yüzyıllarca geleneği içinde taşıyan şarkıların kaybolmaması, hatırlanması ve paylaşılması gerektiğini hisseden ve anlayan Reem Kelani müziğe profesyonel olarak devam etme kararı alıyor.
Ama ne kadar önemli bir çıkış noktası olsa da, müziğe başladıktan sonra farklı farklı yüzleşmeler yaşıyor. Bunlardan biri Afrika’dan Sufi bir vaizle olan sohbeti esnasında gerçekleşiyor. Bu vaiz Reem Kelani’ye “Önceden Fairouz dinlerdim, ama Hristiyan olduğunu öğrendiğimden beri dinlemiyorum.” diyor. Reem Kelani de buna önce oldukça üzülüyor, sonra da makalede “Fairouz Müslüman olsaydı ona şarkı söyletecek miydiniz?” diye soruyor. Bu çelişki ve benzerlerine bir de toplumsal karşılaşmalar ekleniyor. Reem Kelani’ye herkes “Ben kızımın asla müzisyen olmasına izin vermem.” diyor ya da Reem Kelani’nin “big mamas” olarak bahsettiği yaşlı kadınlar da kendisine “Git artık bırak bu işleri, çocuk yap…” diyorlar.
Sonuç olarak ne yazık ki bu tartışmaların sonuca ermesi, bu çelişkilerin ortadan kalkması, karşılaşmaların sona ermesi pek mümkün görünmüyor. Ama Reem Kelani bir konferanstaki tartışmadan alıntı yaparak, kadınların edilgen konumlarından etken, özne konumuna geçtiklerinde bir aşama kaydedileceğini düşündüğünü söyleyerek makaleyi tamamlıyor.
Sunumun sonunda benim bireysel tecrübem ve Türkiye örneği üzerinden sohbet ettik. Bu sohbeti toparlamak pek mümkün olamayacak sanıyorum, ama en azından bu meseleyi tartışmaya açmak, üzerine konuşmak benim için önemliydi.
Son olarak:
çeviri ile ilgili birşey söylemek istiyorum, “prostitute” kelimesi burada para karşılığı cinsel ilişkiye giren kişi anlamında, yani tam türkçe karşılığı fahişe veya hayat kadını olmalı sanki. kahpe kelimesini tdk “ahlaksız kadın” olarak da tanımlıyor ama farklı pek çok anlamı da var, “prostitute” un karşılığı değil sanki. kahpe “whore” veya “wench” veya “tramp”in karşılığı olarak alınabilir belki ama “prostitute”un anlamı çok daha net.