Konuk Yazar: Sibel Dağ
Hayatta hiç kimseyi çocuğum kadar sevmedim. Bebekken sevimli diye sanıyordum. Değilmiş. Belki de en çok kendini sevmekle ilgili? Çocuğunu hayatın tek anlamı yapanları hiç anlamadım fakat. Çocuğuyla meşgul olmak dışında hayatta başka hiçbir şeyden tat almayanları. Anlamak bana mı düşer? Hayır ama insanız yani yorum yapmadan niye duralım?
Zaten kutuplaşmaya ziyadesiyle imkân veren yerlerden biri de bu annelik meselesi. Hararetli tartışmalar var epeydir (ya da algıda seçicilik):
“Anne olmadan anlayamazsınız.”cılara karşı “Anne olunca anlayamazsınız.”cılar…
Şahsen ben annelik ukalalıkları yapanlardan hoşlanmıyorum ve diğer ukalalık sendromlarından pek farkını göremiyorum. Çok dahice bir tespit değil ama roller değil, onları oynayanın kim olduğu belirleyici. Diyeceğim, işin özüne inmeden hiçbir yere çıkamayız. Tüm ukalalıkların dibinde olamadığı her şeyi “orada” olmaya çalışan bir organizma göreceğiz muhtemelen, eğer kazarsak.
Kutupların çatışmasının işe yarayabileceği tek bir yer var o da çocuklara yönelik makul yaklaşımlar için zemin yaratması. Birindeki körlükle diğerindeki aşırı parlamanın bir denge yaratabileceğinden bahsediyorum. Anne mesela kendi hislerine fazla gömülerek nesnelliğini kaybedebilir, diğeri ise fazla nesnel olduğundan ıskalayabilir bazı şeyleri, olamaz mı, ikisi arasında bir denge kurulamaz mı?
Bir de insanın bir durumu ille de bizzat kendisinin tecrübe etmesinden kıymetli bir şey yok galiba. Başına geleni samimiyetle paylaşandan kimseye zarar gelmez ama deneyimlediği bir şeyi başka türlü yaşantılar yokmuşçasına hatta olamazmışçasına dayatanlara uyuz olabiliriz bence.
Gelelim bana, elbette her fani gibi az çok bir ideal vardı gönlümde, nefret ettiğim bazı şeyleri çocuğuma hiç yapmayacaktım, mesela asla zorla yediren annelerden olmayacaktım, olmadım. Ama o yine de az yiyen bir çocuk oldu. Ukalalık yapma fırsatı bulamadım. Ev yoğurdu da yapmadım hiç. Brokoliyi sevdirdim ama zeytinyağı ve bol limonla. Biraz da böyle bir beceremediğin şeye bir başka teselli bulma antrenmanı oldu bana annelik. Yoğurdunu ve daha pek çok işi babası (çok büyük zevkle) yaptı belirtmem gerekirse, neticede “Sadece benim mecburiyetim değil.” deme ayrıcalığından faydalanabilirim.
Sonra mesela ödül-ceza hadisesini asla doğru bulmadım ve evimizde hiç uygulanmadı. Ama o bizimle şartlı şurtlu konuşup bol cezalar vermeye kalkıştı erken yaşlardan itibaren! Böylece çocuğu sadece ebeveynlerinin büyütmediğini anladım. İşte bu çok şaşırtıcıydı. Zaten öğrenmenin yarısını şaşırmak oluşturuyor. Panik denen şeyi o söz konusu olduğunda rafa kaldırmak mesela çok enteresan. Alnındaki derin kesiden akan kanı görünce bayılma lüksün olmayıp pamuğu bastırdığın gibi hastanenin yolunu tutmak…
Sonra sanki bunca yıl benzer olaylarda telaşını bastırmaya çalışan sen olmamışsın gibi karşına geçip “Anne bak okulda bir çocuk yanlışlıkla suratıma bir şey sıktı ama korkma tamam mı?” demesi yok mu. Atlattığı tehlikelerin daha ne gibileriyle karşılaşacağını düşündürtmesi bir tür meslek hastalığı gibi. Ha bu arada bu kadar kaygı da bir yetersizlik ve onunla mücadeleyi öğrenmek de senin sorumluluğun.
Bir parantez, az ama öz yiyen, tat duyusu gelişmiş, acıya baharata meraklı, lezzet konusunda yorumları olan bir çocuk kendisi. Okuyana şaşırtıcı geldi mi bilemiyorum. Beslenme en sorunlu konusu bu işlerin. Korumak gerekliydi mesela zehirli maddelerden. Cips kola filan. Fakat korumanın da sağlığa zararlı olduğunu fark etmemle her şey b.ka sardı. Çocuğun bu koruma çabasına ne karşılık vereceğini de hesap etmek gerekliydi çünkü. Arkadaşları yerken öyle bakmasını mesela. “Mümkün oldukça” zehirlememeye döndü artık olay. Hiç de kolay değil o “eser miktarı” tutturmak. Ev içi paradigma savaşlarına yol açması da cabası.
Annelik olsa olsa yapmak istediklerinle yapman gerekenler arasında boğuşma sanatı olabilir. Hatta yapman gerektiğini zannettiklerin, yapabileceklerin, istesen de yapamayacakların gibi kategoriler de var, öyle basit değil!
Sürekli bir kendini tartma hali, kapasite geliştirme uğraşı. Daha neler yok ki yeniden yorumlamadığım: Hava maskesini “İlk önce kendinize sonra çocuğunuza.” uyarısı mesela. Yavrun kendinden önce kurtarmak isteyeceğin tek yaratıkmış. Aksini düşünen bir ebeveyne rastlanır mı bilmem ama bir fedakârlık meselesi değil bu bana kalırsa.
Neticede yavrusuna yemek arayan sırtlan, yumurtasına el sürenin yakasını bırakmayan karga, evlatlarına yüzme öğreten ördek gibiyiz. Abartmaya lüzum yok. Ah bu bilinç denen nane olmasa. Ya da gelişme acı vermeden gerçekleşse hep. Öfke patlamasının ardından o korkunç pişmanlık gelmese. Yorgun-bitkin olduğunda, kendi sınırların onunkiyle çarpıştığında… Güçsüzlüğün hata olarak geri dönmese.
Anne oldum olalı bazı şeyler hiç tahmin ettiğim gibi gitmedi yani, bazılarında beklenen sonucu alamasam da mutlu oldum, bazılarındaysa kendimin sandığım gibi biri olmadığımı anladım. Bu iş gerçekten zordu. Beceremediğim şeyler için “Aman ben de böyleyim, tek bir doğru annelik mi var sanki?” demeyi çok isterdim ama “Eksik mi yaptım, fazla mı?” diye düşünmeden geçen günüm çok az. Bir arkadaşım mükemmel olma isteğini bastıramadığımızı söylemişti. Banaysa mükemmel olma arzusuyla hatalarını bağışlayamamak çok benziyor gibi geldi. Kendini bağışlamayı bilmemek daha doğrusu. Hata yapma lüksünden mahrum kalmışlık belki. Annelik bahsini aşan yerlerden biri de burası işte.
Bu arada çok iyi ama gerçekten çok iyi yaptığım tonlarca şey de var, anlatsam ders olarak okutulur o derece, kesmiyor tabii o ayrı. İçimi pır pır ettiren anlarla yetiniyorum işte, kimden kaçıyorsak artık gizli saklı cips yiyip Behzat Ç. izlemeler…
Benim için çok sade bir şey değil kısaca annelik. Burun sürtmesi, böbürlenme bir arada hep, en büyük korkuyla en büyük mutluluk el ele dolaşıyor durmadan. Çok şey öğrendim velhasıl, çok şeyler birikti, paha biçilmez anılarımız var anlatmakla bitmez. Benim çocuğum olmasa da onu çok severdim, o kadar içten, iyi kalpli ve eğlenceli bir varlık ki annesi olduğum için çok şanslıyım. Tanıyan herkesin gönlünde yer eden bir çocuk oldu, çok yıldızı şirin. Onun için yapacağım her övgü eninde sonunda güzelleme ama buna da engel olamıyorsun ve işin kötüsü engel olmak istemiyorsun.
Son olarak iyi bir haberim var, insan kınadığını yaşamadan ölmez(miş)!
*Bir küçük not, “oyuncağım” gibi gelse de “oğlum” yerine “çocuğum” sözcüğünü tercih ettim ama metni psikanalitik yorumlardan mahrum bırakacak değilim.
“Annelik olsa olsa yapmak istediklerinle yapman gerekenler arasında boğuşma sanatı olabilir. ”
“Öfke patlamasının ardından o korkunç pişmanlık gelmese. Yorgun-bitkin olduğunda, kendi sınırların onunkiyle çarpıştığında… Güçsüzlüğün hata olarak geri dönmese.”
Ne kadar dogru. Yureginize saglik.
Annelik ne başka yerden okunarak öğrenilebilen ne de izlenen,takip edilenlerin uygulanarak “ayy süper oldu,ben yaptım oldu” diyebileceğiniz bir yer hayatta.
Çocuklarımız gibi spontane ve sevimli, her yola çıkanı kendinin vaoluşunu sorgulatan muazzam bir keşif yolculuğu.