Konuk Yazar: Elif Eda
Bugün sosyal medyada bir fotoğrafla karşılaştım. Orta yaşını geride bırakmış, kır saçlı bir adam kucağında bir bebekle bir sınıfın önünde ders anlatıyor. Fotoğrafın İngilizce açıklamasında mealen şu yazıyor: ”Öğrencilerinden biri bakıcı bulamadığı için derse bebeğiyle katıldı. Ancak dersin ortasında bebek ağlamaya başlayınca öğrencisi utanç içinde hemen toparlanıp sınıfı terk ediyordu ki profesör onu durdurup bebeği kucağına aldı. Azıcık pışpışlayıp bebeği sakinleştirdikten sonra bebek kucağında olduğu halde dersi anlatmaya koyuldu.”
Bu fotoğraftaki hocayı gözümde hesapsızca kahramanlaştırdığımdan değil fakat uzun zamandır aklımı kurcalayan bir mevzudan dolayı etkileniyorum.
”Geç kalmış” bir yaşta ilk çocuğunu doğurmuş bir kadınım. Üstelik kızım doğduğunda hâlâ öğrenciydim. Hem de yurtdışındaydım. Yani destek birliklerimi Türkiye’de bıraktığım yetmezmiş gibi ”ailenin ve aile değerlerinin dejenere olduğu ecnebi toprakları”ndaydım. Ömrü bereketlensin anneciğim imdadıma yetişerek tüm düzenini bozup dilini bilmediği bu ülkeye göç etme fedakârlığında bulunmuştu. Fakat onun Türkiye’ye döndüğü zamanlarda kızımla okulu dengelemem gereken günler oluyordu. Böyle zamanlarda derslere kızımla katıldığım vakidir. Üstelik hocalarımın sonsuz desteği, hatta coşkusu ile. Bölümün kuytu bir köşesine benim için bir sandalye yerleştirip üzerine ”Lütfen bu sandalyeyi yeriden oynatmayın, bebeğini emziren bir öğrenci için burada duruyor” şeklinde bir not da iliştirmişlerdi. Amerikalısı Fransızı İngilizi öğrenci arkadaşlarımın her an ”bakıcılığa” hazır olduklarını aşikâr eden konuşmalarıyla karşılaştığımı da ayrıca belirteyim.
Türkiye’ye döndükten sonra ise iki yaşını geçmiş bir çocuk sahibi olmak beni hem sosyal alanlardan hem de iş alanından geri tutmaya başladı. Birkaç kişi haricinde çocuğumla geleyim tekliflerim tuhaf kaş göz hareketlerine sebebiyet veriyordu. Biraz daha ısrar etsem yüz felci geçireceklerinden korktuğumdan ya içimdeki suçluluk duygusunu arttıran çözümler üretiyor ya da kendi kendimi yememe yol açan vazgeçişler yaşıyordum.
Böylesine aile ve aile değerleri aşığı bir ülkede olup da çocuk sahibi olmanın bu denli ”ayakbağı” haline dönüşmesinde tuhaflık bulan bir ben miyim diye düşünmeye başlamıştım. Bazıları için kabul etmesi güç olsa da çalışmak, üretmek, bir varoluş biçimi olarak mesleklerine sahip çıkmak isteyen kadınlar var. Bu kadınlar aynı zamanda evet doğurmak istiyor. Biliyorum, çok tuhaf. Nasıl olur? Ama oluyor işte. Peki sistem ne yapıyor? ”Aile”yi o kadar çok seviyor, o kadar önemsiyor, öylesine çok düşünüyor ki basit çözümlerle çalışan anne olmanın önünü açabilecekken ”Ya o, ya bu” diyor. Böylelikle tutkusu annelik olanlar hariç – ki benim gözümde bu da çok anlaşılabilir bir tutkudur, ama her kadın aynı histe olmayabilir- kadınlar sağlıksız bir hayatın içine atılıveriyor. Ya pişmanlıklarıyla çıldırıyorlar ya suçluluk duygusuyla. Çünkü esas olan akıl sağlığı yerinde bireylerin bir aile olması değil, esas olan ”sistemin” istediği şekilde bir aile kurmak. İlle de aile olsun ister şizofren olsun hesabı.
Fakat tüm suçu devlete yıkıp kaçmak yok. Birkaç ay evvel bir arkadaşımın başından geçen olay toplumun da bu şizofreniyi yaratmaya ne kadar teşne olduğunun göstergesi benim gözümde.
Arkadaşım, başörtüsü sorunu nedeniyle okuyamamış, kendi imkânlarıyla grafik tasarımcı olmuş, sonra da bir aile kurmuş genç bir kadın. Üniversitelerde başörtüsü serbestisi başlayınca da bir grafik tasarımı bölümünde okumaya başladı. 3 yaşına kadar oğluyla yediği içtiği bir saniye ayrı geçmemişti zaten, okula başlamak – üstelik çok yoğun olmayan bir tempo ile- kimseye zarar vermez diye düşünüyordu. Gene de derste olduğu zamanlarda oğlunu anneannesiyle başbaşa bırakmak düşündüğünden zor oluyordu. Filan falan…
Bir gün annesi oğluna bakamayacağı için oğlunu alıp okula gidiyor. O gün iki dersi var. İkisi de çizim ağırlıklı dersler. Yani öğrenciler masalar etrafında toplanıp çizim yapıyor, hoca da aralarda dolaşıp çizimleri kontrol ediyor. Oğluyla girdiği ilk derste hiç sorun yaşanmıyor. Kendisi masanın bir ucunda çizim yaparken diğer ucunda da oğlu resim çiziyor. Gireceği ikinci dersin de aynı sorunsuz havada geçeceğini düşünen arkadaşım, bu yeni derse girmeden evvel kapıda beliren hocasının yanına yanaşıyor. Daha herhangi bir açıklama yapamadan ”Bu şekilde olmaz, seçimini yap: Ya öğrenci ol ya anne” cevabını alıyor. Tabii o an oğlunu bırakabileceği bir camii avlusu mevcut olmadığından tasını tarağını toplayarak sınıftan çıkıyor arkadaşım.
Ülkemizin sanatla dolup taşan üniversitelerinden birinde her fırsatta Batılı toplumların gelişmişliğinden, nasıl da açık görüşlü bireylerle şenlendiğinden bahseden aydın bir hocamızın gösterisini izlediniz. Şimdi dağılabilirsiniz.
Dünyanın en guzel yazısı mi bu?
Böyle mühim bir mesele bu kadar guzel anlatılabilirdi, teşekkürler!
ne guzel yazmissiniz. ben de viyanada universitede cocuguyla derse giren ogrenciler gordum. genel resme baktiginizda rahataiz olmayi gecin destek veriyorlar. hamileligimden dolayi bile okul bitirme seminerlerimden birinde (ki son seminerler en zor ve konsantre gerektiren dersler olur) ogretmen bana cok yardimci olmustu… toplum icinde de hem anne olup hem de hayata devam edebilmemizin onunun turkiyede de acilmasi dilegiyle..
Kesinlikle çok haklısınız.Sadece öğrenciliktemi? Bazılarımızın işleri çocuğunu yanında getirmeye o kadar müsait ki.Gel gelelim patronlarımız böyle birşeye müsamaha göstermek bir kenara, kendi bebeklerini kırk günlükken nasıl bakıcıya bırakıp işe geldiklerini çok matahmış gibi anlatıp bizden de bu fedakarlığı bekliyorlar “Çocuklar ağlardı arkamızdan,biz ağlardık ama işimize hep devam ettik ve bak bugün buradayız…” Evet hem çocuklarımızın sadece bize ihtiyaçları oldukları yaş diliminde onların yanında olmak hem de çalışıp üretmek istiyoruz.Gercekten çok mu zor bunun olması?
kaleminize sağlık, çok yerinde ve zamanında bir yazı olmuş…okullarda, sokaklarda, toplu taşımalarda neredeyse parklarda bile çocuklara tahammülleri yok insanların.. bunun oluşmasında bilinçsiz annelerin de parmağı var diye düşünüyorum.. toplumun bu konuda gerçekten acilen bilinçlenmesi gerekiyor.. insan geleceğine bunu yapmamalı..
Ben Amerika’da doktora yaparken de bunun benzeri örnekler yaşadım. Doktora öğrencisiydim ama okulda bana diğer bütün asistanlardan ayrı bir ofis vermişlerdi, ofiste bebeğimi emzirmem gerekebilir düşüncesi ile..Kızım bebekken babası ile kaç kere toplatılara gitmiştir, hiç bir seferinde de problem olmadı. Hatta bir kongrede güney Amerikalı bir bayan doktora öğrencisi ile tanışmıştım. iki çocuğu olduğundan ve kreşe verecek maddi durumları olmadığı için çocuklara kocasıyla dönüşümlü baktıklarından ve bazan okula gidemediği zamanlarda Yahudi danışman hocasının kendi evine gelip ders yaptıklarından bahsetmişti..Yahudi olduğunu özellikle belirttim, tam bir müslümana göre bir davranış oysa ki:(
merhaba;
gerçekten güzel bir noktaya temas etmiş yazar. ne zamandır düşünüyordum ben de bu konuyu… belki daha fazla yazmalı, çözüm önerileri de sunmalıyız,
kamuoyu oluşturmalıyız.. hep hayalimdir mesela, kütüphanelerde çocuk odaları olsa, bir abla çocuklara orada masallar okurken, anne de araştırmasını
rahat rahat yapsa.. hem çocuklar da böylece kitaba, kütüphaneye alıştırılsa.. çok mu zor bunları yapmak.. değil ama belli ki vizyon gerektiriyor.. hadi devletten bunları beklemek bizim ülkemizde hayal ama.. bizler birbirimize yardımcı olarak başlatsak böyle bir şeyi.. ev okullar kurup her gün birisi arkadaşlarının çocuklarını evde toplasa, diğer anneler de kendi işlerine koştursalar.. sırayla devam etse bu mesela.. bilmem bu da mı hayalcilik..
Kütüphanede bir abla hayali bir yana, adam gibi çocuk bölümü olan kütüphane olsa o bile yetecek aslında.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Her ne kadar bu memlekete dair yazdıklarına katılsam da istisnai bir iyi örnek vereyim. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Oğlum şimdi 10 aylık. Sayısız toplantıya birlikte katıldık. Hatta rektörle yaptığımız gayet önemli bir toplantıya bile. Rektör dahil tüm üniversite ahalisi beni gördüğünde ilk bebeği soruyor. Öğrenciler derse getirmemi istiyorlar. Kendi derslerime bebekle girmedim henüz ama dört yaşındaki kızımla bir ders yaptık. Öğrenciler işin sonunda ne düşündü bilmiyorum ama benim için komikti. Bir noktada eteğini kafasına geçirmiş tahtanın önünde dolaşıyordu zira :D
istisnai ornekleri gormek ne guzel. umarim bixim toplumumuzda da bu ornekler normallesir bir gun.
Eleştirilerinizde çok haklısınız. Özellikle de ya anne ol ya öğrenci derken bir taraftan da anneleri ev hanımı olmaları gerekçesiyle aşağılayan onlarca düşünce varken. Ayrıca Hilal hanımın erdiği istisnai örnek inanın çok sevindirdi beni. İnşallah daha nicelerine diyorum. Eleştirilerinize “bizdekiler tü kaka yurtdışındakiler harika” mantığında bakmak istemiyorum zira üst üste geldiğinde bu düşünceler özendirici olmaktan daha çok kasıtlı kötüleme gibi geliyor. Durumu sadece üniversite ve iş yerleri ile kısıtlamamak lazım bence. Sizin de belirttiğiniz gibi dolmuşta dahi sabırları yok çocuk görmeye insanların fakat Beckham kızının şaklabanlıklarına katlanınca vayy be demeyi biliyorlar. Geçen gün hava alanında 6 saat geçirmek zorunda kaldım. Ufak sarı bir oğlan beklemekten benim kadar bunalmış olsa gerek annesini bunaltmakla meşguldü. Etrafta çocukları oyalamak için hiçbir şey olmadığından çocukların hepsi yürüyen bandın üzerindeydi. Ufaklıkla biraz oyun oynadık,resim yaptık ama uzun sürmedi tekrar bandı görmesi. Annesi defalarca teşekkür etti ve yurt dışında da yaşadık hava alanlarında çocukla için hiç alan yok çok sıkıntı yaşıyoruz dedi. Ben ona üzülürken onca sinir oynatan bekleme saati sonunda arkama durmaksızın koltuğumu tekmeleyen bir çocuk oturdu ve ben yalnızca ona hiçbir şey demeyen babasına gülümsemekle yetindim. Yani çocuk her yerde çocuk asıl eğitilmesi gereken kendini otorite sanan büyükler.
Yazınızı hayranlıkla okudum, paylaşımlarınız için çok ama çok teşekkürler
Ne güzel bir yazı olmuş tamda bizi anlatır. Elinize yüreğinize sağlık…
Ben de öğrenciyken çocuk doğuranlardanım. Hem de iki tane. Ilk çocuğumu tam dönem Ortası doğurmuş dolayısıyla çok fazla devamsızlık yapmıştım. Bölüm Başkanı’mız sınıfımı geçmem için iyi not almamı yeterli Görmüş hatta ders notlarını Arkadaşlarımla yollamıştı. Başka bir hocamız ise BA olan ders notuma bakıp sen zeki kızsın seneye de geçersin deyip devamsızlıktan bırakmıştı.