REÇEL

Anlattığın Benim Hikâyem Değil

Başörtüsü yasağı bizi, kıyafetini dini norma göre şekillendiren kadınları, ‘başörtülü kadın’ yaptı.

Yazar: Feyza

benim hikayem değil 

AKP’nin 40 saniyelik reklam filminden bahsediyorum. Filmdeki oyuncu, 90’larda İmam Hatip’ten mezun olmuş bir kadını canlandırıyor. Kadın katsayı engeline rağmen başarılı olmuş, üniversiteyi kazanmış, lakin ikna odası engeline takılıp ‘evine’ dönmüş. Sonra ne mi olmuş? AKP, beyaz atıyla gelmiş, yasağı kaldırmış, hayat bayram olmuş. Onlar konuşmuş, AKP yapmış.

Reklamın da siyasetin de dilinin yalan konuşmasına alıştık da, insan kendine dair, içinden geçtiği durumlara, duygulara dair bir hikâye duyunca bir duraklıyor. Yahu diyor, böyle miydi bu hikâye? Böyle başladıysa da, böyle mi sürdü, böyle mi bitti bu hikâye?

Bu reklam filmini izlediğim ilk andan itibaren, AKP’nin yine sahneyi işgal ettiğini, rol çaldığını, hayatlarımızın üstüne bir kez daha bastığını hissettim. Bu anlatılan bizim hikâyemiz değil.

Başörtüsü yasağı, Şubat 97’de başlamadı, çok daha uzun bir tarihi var. Başını örten kadınların kızları olarak ve başını örten kadınlar olarak çok katmanlı ayrımcılıklar yaşadık. Hayatlarımız başımızdaki örtü üzerinden şekillendirildi, zamanımız daraltıldı, düz yolu bırakıp dar patikalardan dolaştık. Birçok kadın eğitim ve iş hayatından dışlandı, dünya düzeninin “bir şey yap ki bir şey ol” çağrısına karşılık veremediğini hissetti. Birçokları evlerinde ya da bulabildikleri başka alanlarda üretken olmaya çalıştılar. Ya da daha önce Huri’nin yazdığı gibi hayatları üniversite kapısında ikiye bölündü.

Bütün bu yaşananları tek bir cümleyle özetlersek: başörtüsü yasağı bizi, kıyafetini dini norma göre şekillendiren kadınları, ‘başörtülü kadın’ yaptı. Önümüze lanet gibi eklenen bir sıfatla yaşadık, yaşıyoruz hala. Yanlış anlamayın. Lanet başımızdaki örtüde değil, hepimizi tekil bir sıfat tamlamasına dönüştüren gündelik analiz, yargılama ve aşağılamalarda. Mağdur olan/mağdur edebiyatı yapan, dışlanmış/fazla görünür olmuş, çirkin/fazla süslü vs. vs. Gün geçmiyor ki sağdan, soldan, ulusalcı muhafazakârdan, dindar muhafazakârdan kim olduğumuza, ne yaşadığımıza dair bir analiz duymayalım.

Elbette bu analizlerin hiçbiri, AKP reklamındaki o ‘uzun mücadelelerden sonra’ ifadesinin altını dolduramıyor. Zira başını DA örten kadınlar, sadece ikna odalarında mücadele vermediler. Biz üniversite kapısında bizi eve göndermek isteyen İslamcı erkeklere karşı da mücadele verdik. Ben üniversiteden sonra akademik kariyere devam etsem mi diye düşünürken, şimdilerde başbakan olan bir akademisyenin, ‘kız öğrencilere yatırım yapamıyoruz, ilerde evlenir, çoluk çocuğa karışır, verimli bir akademik çalışma yapamaz’ yorumlarına maruz kaldığımı dün gibi hatırlıyorum.

Dahası da var. Biz bir grup kadın “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası yaptığımızda, yine bu reklam filmini çeken parti tarafından, şimdi varlığı bile ‘şüpheli’ hale gelen Ergenekon örgütüne destek olmakla suçlandık.

Peki diyeceksiniz ki iktidar partisi başörtüsü yasağını kaldırmadı mı? Evet, kaldırdı. Hatta bu arada bir de kapatma davası geçirdi. Sonra davadan güçlenerek çıktı. Her seçim döneminde başörtüsü yasağının üstüne başka türlü basarak yükseldi. Başını örten kadınların hayatları ezildikçe o yükseldi.

Bunun en sarih ve fakat en acıtıcı örneğini Gezi’de yaşadık. Sokağa Gezi’nin rüzgârıyla çıkanlar arasından bir kısım insanın sözlü ve fiziksel saldırılarına maruz kalan kadınların hepsini yalancı çıkaracak bir yalan operasyonu yaşadık. Belki yaşanmış, belki de hiç yaşanmamış bir taciz/sataşma olayı, Türkiye’de sokağa çıkan muhalefeti karalamak, en çok da Müslüman muhalefeti sindirmek için kurgusal bir anlatıya dönüştürüldü. Devlet muhakkak ilk defa yalan söylemiyordu, lakin söylenen yalanla yine başını örten kadınların sırtına basarak güçlenme hedefleniyordu. O günlerde ve sonrasında bize yaşatılanları hatırlamak bile istemiyorum.

Şimdi ‘başımıza’ özgürlük getiren devlet aynı anda elimizi kolumuzu bağlıyor. AKP yaşadıklarımızı belli biçimde hatırlayalım istiyor, hep bizi tekilleştiren bir sıfatla dolaşalım; hep geçmişi yeniden yeniden yaşayan ‘başörtülü kadın’ olalım istiyor. Dahası, bize açtığı yeni ihtimaller içinde yine de evi tercih edelim istiyor. Yukarıda bahsettiğim, şimdilerde başbakan olan akademisyen, kadınlara ‘hayatın doğal akışını değiştirmeyecek’ şekilde siyasete katılmalarını salık veriyor. Yarı zamanlı, taşeron, güvencesiz şartlarda çalışan kadınların; evde çocuk ve yaşlı bakımı gibi işleri doğal bir şekilde üstlenen kadınların ise bu hikâyede zaten yeri yok. Onlar için yeni bir Türkiye yok. Biz konuşuruz, onlar yaparlar.

Bütün bu resimde, bir kısım muhalefetin, bizleri ‘başörtülü kadın’ sıfat tamlamasına kıstıran olaylar ve durumlar hiç yaşanmamış gibi davranmamızı istemesi/beklemesi ise ayrı bir yazının konusu.

Feyza |REÇEL

41 yorum

  • ‘kız öğrencilere yatırım yapamıyoruz, ilerde evlenir, çoluk çocuğa karışır, verimli bir akademik çalışma yapamaz’

    Evlenmeyeni internette geyik yapıyor. Her lafa kulp takıyor. Erkeği de aynı. Herkes herkesle uğraşıyor. O yüzden siz kimseye kulak asmayın. Kulak asmayınca da Cemil Meriç vecizeleri geliyor. Neyse sustum.

  • Haklisin kardesim, akp elinde imkan oldugu halde basortusu ve imam hatiplere yapacagi “iyiligi”erteleyip oya cevirmeye calisti.iyi ki basortusu yasagi olmus bize yaradi dercesine gerim gerim gerlesiyorlar.
    Basortulu kadina, “guya dindar” erkegin bakisi hakkaten ilginc, ornegin ayse bohurlere yesil feminist diye cikisip asagilamaya calisanlar, meral aksenerin mertliginj zekasini ove ove bitiremiyor.aksenerin bohurlerle ayni satasmalari almasinin onundeki en buyuk “guzellik” basortusuz olmasi. Saka gibi

    • Bunun aynısını kürt meselesinde de yapıyor… önce üzerinden bolca ekmek yiyecek sonra aşamalı bir şeyler yapacak.. her yaptığını da nankörler biz olmasaydık diye başlayan gizli-açık cümlelerle başa kakacak… hoşa gitmeyen farklı bir talep durumunda da bilmem hangi yapının oyununa gelmek desteği olmak şeklinde itham edecek… ve yine bir seçim gelip çatacak… biz her şeyi unuttuğumuz için bu döngü en başından başlayacak…

  • 28 Şubat ta üniversitelere başörtülüler giremezken, eğitim görmek için devam edebildikleri yegane yer, eleştirdiğin başbakanın vakfıydı. Beş tane başörtülünün girip çıktığı dernek ve vakıflara operasyon yapılırken yüzlerce başörtülünün devam ettiği vakfı tatil etmeyerek bu riski alan bu vakfın başkanı da o eleştirdiğin yiğit adamdı. Yazıyı yazan sayın abla; vicdan nedir bilir misin? Onca çabayla gizlendiğin o naif dilinin arkasından aynaya yansıyan hak ve adaletten uzak hoyratça dilin görülebiliyor.

    • Vicdanın onlarca tanımı yapılır üzerinde uzlaşılamaz.. ama uzlaşma sağlanan vicdanlarda makes bulamayan şeylerdir… bunun örneği de haklarla lütufların birbirine karşılaştırılmasıdır…

  • adem bey buyurmuş, nankörlük etmeyin diye. kadınların hakları kimsenin lütfu değil. o insanlar gitmese o vakıfların hepsinin kapısına kilit vurulur, varoluş sebepleri kalmazdı. o vakıf sonra nereden davutoğlunun oluyormuş. binasından masasına 1 sahibi var. o da murat ülker. ona da duacı değiliz. nasıl ordu vakıflarını fonluyorsa burayı da fonlamayı, fonuyla belirli bir entelijansiya üzerinde hegemonya kurmayı münasip görmüş bu kadar. kim ne risk almış? binaları mı bombalandı, hayatlarında bir fiske mi yediler? operasyon yemediyse zaten devlet tehdit görmediği, sakıncalı bulmadığı, işine geldiği içindir. daha ağır konuşurum, ama arkadaşlar cinsiyetçi küfürleri yayınlamıyorlar. ne feyzanın, ne başörtülü kadınların, ne de bizim kimseye beş kuruş borcumuz yok. ama yediklerinden içtiklerine, makamlarından şöhretlerine, aldıkları her nefesi biz emeklerimizle var ettik. biz okumasak, dinlemesek, hürmet etmesek bir bok olamazlardı. başbakan değil muhtar bile. nankörlük eden varsa, tüm bu değerleri, emekleri, ümmetin birikimini, mücadelenin tarihini devlete peşkeş çekenler, Müslümanlığın izzetiyle oynayanlardır. onlara ahdımız var.

  • Bay Mustafa; Sizin gibilerin temel sorunu bu. Celladına aşık olmak. Tüm kötülüklerin sebebi, sizce, bir mülke ya da makama sahip olmak iken…bu sahip olanlara hıncınız oranında..her şeye sahip olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Biz olmasak (okumasak..) diye başlayan cümlelerin, bu kişilerin ve sahip olduklarının da gerçek sahibi biziz cümlesini gizlemiyor. Tabi bu bizler derken, hepsinin sahibi olarak ta siz sözcülük yapıyorsunuz. Bir şey olamamanın psikolojinde oluşturduğu derin boşlukla orantılı bir sahiplik iddiası. Tabi o psikolojinin ürettiği çirkinlik kadar da içinden gelen ve tutamadığın kelimeler. İyi de aklıma bir soru geliyor: Her şey sizin sayenizde, her şey gerçekte sizin ve her şeyi en iyi siz (sen) biliyorsanız, bastıramadığınız bu hıncın sebebi ne? her şey sizinse hınç niye ve kime? Biz de bunları yuttuk. Ve de güldük…

    • “wuu keke dedi, kesin haklı.” dedi, kesin haklı.

      yazının “nankörlüğüne” binaen efendim:

      pekiyi bu pek çok başörtülü bacımızın (başörtülü olmazlarsa olmuyor, malum) girip çıktığı derneklerin varlığı bu kadar güzel bir şey ve biz bunları kuranlara sonsuz hürmette bulunmalıyız…ken. bugün bir başkalarının açmış olduğu ve senelerdir bir çok başörtülü bacıya misafirhanelik etmiş başka bir çok dernekleri eşkenar, yamuk, çokkenar, tripazoid gibi söylemlerle kapatmak neyin nesi oluyor?

      “yüzlerce başörtülünün devam ettiği vakıfları” bugün kapatanlar da kendileri değil mi? ne o, başörtülerindeki deseni mi beğenmediler acep? yoksa, başörtüsünü büyüüüük bir lütufla (yoksa başörtülü nedir ki, otursun evinde) kamuya okula serbest etmelerinin devamında cehape zihniyetinden bekledikleri okul yakma eylemleri vuku bulmadı diye, yeni düşmanlar mı yaratmak gerekti acaba?

      o başörtülüyse bu da başörtülü. bütün meselemiz bu zaten.

  • 30 yıl önce başlayan bu renkli süreçte eylemlerde, protestolarda, parti ziyaretlerinde özgürlük adına ben de vardım. 48 yaşında öğrendiğim gerçekle öfkem bu defa yön değiştirdi. Örtülmesi istenen yer BAŞ DEĞİL, yaka açığı, göğüs denen kadının zinet sayılan yeriymiş, zinetlerini göstermesinleri küpe, bilezik sanarak yıllarca aptalca bilezik sakladık. gerçek bu, yazıkki hala başörtü farzdır yalanına inaniliyor. Bunu bilenler de koltukları, statüleri elden gitmesin diye söylemiyor, bazıları da bunu açıklarsak, kadınların nereye kadar açılacaklarını bilemeyiz, diyerek geleneği dinleştirmeye devam edip destek veriyor. erkeklerin düzenlediği, kadınların bilerek, veya bilmeyerek destekledikleri, siyasilere prim yapan, kadınların kaybettiği bir sürec. küçük ışıdlerin bollaştığı türkiyemde akledenlerin çoğalmasını , kur’an’daki dinin anlaşılmasını yürekten diliyorum.

  • oldukça romantik bir yazı.her dusunceni, elestirmeden bir de öte taraftan bakayım demeden savunmaya çalışınca böyle oluyor işte.

  • FY ye

    O dediğiniz eş kenar üçgen dernekler başörtüleri ya da dindarlıkları ya da şu ya da bu görüşe sahip oldukları için değil terör örgütü şüphelisi oldukları için kapatılıyorlar. Gerçekten bi düşün yakamızdan. Çünkü gına geldi. Boşa yazdığım ve boşa konuştuğum hissi varken size laf anlatmaya çalışmak gerçektek çok sıkıcı. Nasıl olsa bizimle anlamaya ve kabul etmeye açık bir iletişim kurmayacaksınız. Size söyleneni tekrar edip, bizi iknaya çalışacaksınız. Niye konuşalım sizinle. Niye?

    • vakıfları savunmak için öne sürdüğünüz argüman “yüzlerce başörtülünün devam ettiği vakıf” idi. ben de bu şekilde yüzlerce başörtülünün girip çıktığı yerler kutsalsa niye şimdi kapatılıyor diyorum. o da başörtülü diğeri de, demek istediğim buydu. “şüphelilikk” ve ispatlanmayan suçlar üzerinden konuşursak ise sizin daha zararlı çıkacağınızı düşünüyorum.

      ayrıca benimle konuşmanız için size yalvarmıyorum, hatırlatayım burası reçel blogunun yazılarına ayırdığı yorum bölümü. chat sitesi değil, ben de kenardan çıkan aslı_22_istanbul reklamı değilim. lütfen yapılan yorumları şahsınıza değer verilmesi olarak algılamayın.

  • Ahmet Davutoğlu hocanız sizin acılarınızı sağaltmıyordu. Bisav gibi kurumlar, tıpkı cemaatin “furuat” duruşu gibi başörtüsü yasağının dirayetini kırdı. Alternatif oldu çünkü. Kadınları, çaresizliklerinden dolayı tali bir yola çekerek, ilim-irfan yaptığını sandıran, placebo yuvasından başka bir şey değil. Öyle olmasaydı seneler sonra dahi o vakıfta, canla başla çalışan/yetişen kadınların pek azı yönetici/proje koordinatörü olduğuna şahit olmazdık. Neo gibi kurtarıcı addettiğiniz o hocaların hocasınız bırakınız o zamanlar risk almayı, harp akademilerinde, örtülü hanımına RAĞMEN, akredite akredite ders veriyordu. Ah! ne cefa değil mi?

    Ayrıca, fazla hüsnüzandan bağışıklık sistemini çökertmiş arkadaşların bunu algılaması da pek zor. Hele erkeklerin, örtülü kızlar yasakla un ufak olurken yollarına devam eden erkeklerin, anlaması imkansız. Ve bu eleştirileri de samimiyetsiz. Haniyse züppece. Ve tam da Feyza’nın dediği gibi meseleye, ulusalcılardan zerre mikyas farklı bakamıyorlar: Şimdi de kendi bağçelerini örtülü bir kadın eleştirdi diye sığlaşıyorlar. Yakışır.

  • Ahmet Davutoğlu hocanız sizin acılarınızı sağaltmıyordu. Bisav gibi kurumlar, tıpkı cemaatin “furuat” duruşu gibi başörtüsü yasağına olan mücadelenin dirayetini kırdı. Alternatif oldu çünkü. Kadınları, çaresizliklerinden dolayı tali bir yola çekerek, ilim-irfan yaptığını sandıran, placebo yuvasından başka bir şey değil. Öyle olmasaydı seneler sonra dahi o vakıfta, canla başla çalışan/yetişen kadınların pek azı yönetici/proje koordinatörü olduğuna şahit olmazdık. Neo gibi kurtarıcı addettiğiniz o hocaların hocasınız bırakınız o zamanlar risk almayı, harp akademilerinde, örtülü hanımına RAĞMEN, akredite akredite ders veriyordu. Ah! ne cefa değil mi?
    Ayrıca, fazla hüsnüzandan bağışıklık sistemini çökertmiş arkadaşların bunu algılaması da pek zor. Hele erkeklerin, örtülü kızlar yasakla un ufak olurken yollarına devam eden erkeklerin, anlaması imkansız. Ve bu eleştirileri de samimiyetsiz. Haniyse züppece. Ve tam da Feyza’nın dediği gibi meseleye, ulusalcılardan zerre mikyas farklı bakamıyorlar: Şimdi de kendi bağçelerini örtülü bir kadın eleştirdi diye sığlaşıyorlar. Yakışır.

  • *EDİTÖR NOTU: Bu yorum ibret-i alem olsun diye yayınlanmıştır. Genç arkadaşın derin bilgeliğinden faydalanmak istemeyen okurlara, yorumun sonuna atlamaları önerilir.*

    merhaba. Bu başörtü muhabbeti aldı başını gidiyor, 90’lıyım. Yıllardır aynı konu gündemde. Sorunun temelini konuşan yok. Üniversitede başörtünün serbest olması normal midir? değildir. Hak buyurmuş diyenler var. Aynı hak kuran’da mirası da anlatmış. Kadının miras hakkıyla erkeğinki bir değil. (Nİsa süresi 11.ayet) Toplansın kadınlar desin ki; bize erkeklerin yarısı kadar miras verin, benim abim benim 2 katım malı hak ediyor. Aynı hak kuranda 1 erkeğin şahitliğini 2 kadının şahitliğine denk tutuyor. Toplansın başörtülü bacılarımız, bu olayın üstüne gitsin. Mahkemelerde 1 kadının ifadesi sayılmasın, en az 2 kadın olmalı! desin. (Bakara Süresi 282.ayet) Der mi? Demez. Peki bunu ‘olmaz öyle şey, akıl var mantık var yahu!’ yapan nedir? Şerri(Dini) hukuktan sıyrılıp insanların kendi yaşamını anayasayla belirlemiş olması olabilir mİ? Aynı anayasanın ayaklar altında çiğnendiğinin farkında mıyız? Mevcut haklarımıza sahip çıkabiliyor muyuz? Tek derdimiz, tek özgürlüğümüz TÜRBAN mı?

    Üniversitelerde başörtüsü tartışılıyorsa zaten üniversiteler bitmiş demektir. Üniversiteler devletten yarı bağımsız, ÖZERK kurumlardır çünkü bilim insanının memleketi olmaz, kendini insanlığa adar. Daha iyi bir gelecek, daha iyi bir dünya için harcar eforunu. Dinin, milliyetin yeri yoktur bilim yapılan yerde. (ha ilahiyat fakültesi-felsefe-tarih gibi MATEMATİKSEL ıspat istemeyen alanları ayrı tutuyorum). Şayet olmalı diyenler varsa, Alman Nazisinin bilim adamlarının yahudiler üzerindeki başarılı çalışmalarını bir okusunlar. Hepsi insanlık kokan, mükkemmel hareketler çünkü bir insan seninle aynı tanrıya inanmıyorsa onun her yerini kesip, delik deşik edebilirsin. Onu bir odaya kitleyip üstün ırkına yarayacak tüm aşıları, ilaçları deneyebilirsin. Ölsünler, sorun değil. Günah sayılmıyor.

    Bilim, varsayımların deneylenmesiyle sonuca ulaşılan bir uğraş. Hemen hemen sayısal veri içeren her bilim dalı aynıdır. Bir varsayım vardır, deneylerle gözlemlersin doğruyu ararsın ama OBJEKTİF bir şekilde. Din (dolaylı olarak başörtü), aşırı milliyetçilik (kendi ırkını diğerlerinden üstün görme) gibi kavramlar bu OBJEKTİFliği ortadan kaldıran olgulardır. Bunun en basit örneklerini MATEMATİKSEL verilere dayanmayan bilim dallarında görebiliriz. Tarih örneğin.

    Şöyle ki; allah’ın olması bir varsayımdır, insanların hepsinin bu varsayıma inanıyor olması onu GERÇEK yapmıyor. Ama kimseye ‘inanma’ diyemezsin. İnançtır, inanır. Gerçekler çoğu zaman inancı değiştirmez. Bugün insanların MİTOLOJİ olarak değerlendirdiği geçmiş yunan tanrıları, semavi dinlere inananlara ‘şaka’ gibi gelebilir. Çünkü tanrının 1 tane olması DAHA mantıklıdır mevcut şartlar altında. Bundan 1.000 yıl sonra da Hristiyanlığın ‘MİTOLOJİ’ olmamasını hiçkimse garanti edemez. Diğer semavi dinler içinde geçerlidir bu durum.

    Daha detaylandırayım: Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. (Bakara 221.ayet)

    burada cariye dediği seks kölesi kadınlardır, seks için kullanılmasa bile o dönemlerde alınıp satılabiliyorlardı. Sene 700’ler: Allah’a ortak koşan(müşrik) kadın, bir köle kadından bile değerlidir. Öyle süper bir tanrı ki bu, köle kadını insan yerine koyuyor. Köle kadınlar artık evlenebiliyor. Arabistan’daki köle kadınlar için bir mucize olsa gerek o dönem için.

    Sene 2015 açısıyla; öyle bir derman ki bu kitap, ‘köle yasak kardeşim’ diyecek bir hümanistlik seviyesine gelememiş. İnsanlar mevcut ANAYASA ile edindiği haklar sayesinde bu kölelik sistemini yasaklamışlar. Aslında bazı yasaklar ‘özgürlüğün’ kapısını aralar, herkes göremez. Bugün kadınları türkiye’de köle yapmak kolay değildir. Yasalar vardır, adalet vardır. Temelleri Sekülerizm (laiklik yada dünyacılık) üstüne kurulu bir devletin bireyleriyiz. Tanım gekirse; toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki hareket bu aslında. Türkiye bu hareketin içine birçok avrupa ülkelerinden önce girmiş bulunmaktadır. Türkiye’de eşcinsellik yasal boşluklar nedeniyle suç sayılamıyorken (ki bu boşluğun kasıtlı yaratıldığı kanısındayım. Serbest desen kıyamet kopar, cezalandırsan ne diye cezalandıracaksın ortada bir suç unsuru yok. Erkek birisi, başka bir erkeği seviyor. Buradaki suç nedir?) ingiltere’de 2.dünya savaşında Eşcinsel askerler SAVAŞIN ARDINDAN idam edilmiştir. Benzer şekilde Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilirken avrupa’da bu hakların kazanımı 1950 yıllarını bulmuştur. Türkiye’de çok partili hayata geçilmesinin ilk denemelerinde ezilen kadınlar (aralarında başörtülü bacılarımızda vardır) Nezihe Muhiddin öncülüğünde ‘kadın partisi’ni kurmuşlardır. ‘KADIN HALK FIRKASI’. Aslında sessiz bir çığlıktır bu ama aşırı cinsiyetçi olması nedeniyle kapatılmıştır. Bir diğer edindiğimiz bilgi; her parti kapatılması anti-demokratik bir hareket değildir.

    Kadınların başörtüsü konusundaki ‘özgürlük’ çığlıkları aslında bir sonraki nesilde yetişecek kadınların hor görülmesi, toplumdan dışlanması, arka plana itilmesi, evine kapanması, bilimden ve dünyadan uzaklaşmasına zemin hazırlamaktadır. Örneğin; tacizin normalleşmesi süreci. ‘Dekolteli giyen tecavüzü hak eder.’ diyen bir ilahiyat profesörünün olduğu bir ülkedeyiz Prof. Orhan Çeker adı da, Konya Selçuk Üniversitesinden. Bu başörtülü bacılarım, şimdilik ‘kot pantolon’ giyen kadından daha masum görünüyor diye ilelebet böyle mi olacağını sanıyor? Herkes kara çarşaflara büründüğünde ‘başörtülü gezenler tecavüzü hak eder.’ olacak sırada. Sorun dini değil, kadın düşmanlığı özünde. Farkında değilsiniz başörtülü bacılarım. Erkekler için bunları söyleyemiyorum çünkü hemcinslerimin çoğu ‘kadınlardan üstün olduğunu’, ‘kadınların erkekler için yaratıldığını’, ‘kadınların erkeklerden sonra yaratıldığını’ düşünüyor. Kaynakları? esasında kuran tabiki, yahudilikte daha detaylı anlatılır kadın yaratılışı. Tabi daha eski bir kitap olduğundan daha saçma gelebilir. Okumak isteyenler; (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 2/18-23) kuran; ‘zaten yasak meyveyi yiyende havva değil miydi?’

    Erkeklerin çoğu kadınların kendilerine rakip olmasını sindiremiyor. Kadının erkeğe göre giyinmesi, konuşması gerektiğini düşünüyor sanki ‘cinsellik’ sadece erkekte var olan bir olgu. Kadın onu azdırdığında tacizi-tecavüzü hak görecek kadar zıvanadan çıkabiliyor erkekler ki tacizin önüne geçmenin yolunun kadının kapanmasıyla bir paralellik göstermediği aşikar. Bugün başörtülü bacılarımız tacize uğramıyorlarsa mini etek giyen bacılarına teşekkür borçlular. Bir gün mini etek giyen kalmayınca sıra başı açığa gelecek. Başı açık giyinen kalmayınca başörtülüye gelecek. En sona çarşaf var. Ama daha oraya çok var gibi. Abarttığımı düşünebilirsiniz, antalya’ya giden vardır. Alanya’da sahilde üstsüz turistler güneşlenir. O kadar üstsüzün olması nedeniyle bikini giyen kadına kimse dönüp bakmaz. Anlatabildim mi? Sorun kadında olmadığı gibi, çözümde kadında değil…

    Bize anayasayla verilen bir diğer hak; eğitim hakkı. Karma eğitimle birlikte erkek-kız öğrenciler birlikte okumaya başladı malum osmanlı’da kız çocukları okuma-yazma ardından evlenmek için evinde bekliyordu. Başarı sırası olsun, ders geçmesi olsun kadınların erkeklerden daha gerizekalı yada başarısız olduğunu kanıtlayacak bir delil halen bulunamadı. Olsaydı tüm alimler bas bas bağırırdı. Bugün başörtü bacılarımız ‘tek cinsiyetçi eğitim haktır.’ diyebilir. Bir insanın istediklerinin olması ‘özgürlük’ değildir. ‘Özgürlük’ bu kadar basit birşey değildir. Başörtü sorunu çözülüp kadınların yarısından çoğu kapanıp, kalan yarısı da ‘iş hayatından’ çekilip evine kapanıp sadece doğurup çocuk büyüttükten sonra sıra ‘karma eğitime’ gelecektir. Erkekle-kadının yanyana oturması, okuması dinen caiz değildir. Kaynağa gerek yok, şayet kuranda süre olmamasına rağmen islamiyet diyerek yaşadığımız ARAP KÜLTÜRÜNÜN getirisidir bu. Karma eğitim, laiklik zırvasıdır. Kadınlarla erkeklerin bir arada çalışması bile laiklik zırvalığıdır. Bu konuya çözümü Mısır Üniversitesi Hadis Bölüm Başkanı Prof. İzzet Atiya şöyle çözmüştür: ”İşyerindeki erkeği emziren kadınlar tacizden kurtulur.” Şaka değil. İşyerindeki kadın erkeğe emzirirse, erkeğin süt annesi oluyormuş. Ancak bu şekilde dinen caizmiş çünkü erkek süt annesi olunca o kadına artık o gözle bakamıyor efenim. Çok saçma gelebilir lakin bu adam dini otoritetir. Başörtülü bacılarıma duyrulur. Emzirin kurtulun yoksa hep peşinizdeyiz…

    Kadınların bu ‘başörtü özgürlüğü’ konusunu özellikle erkeklerin savunuyor olması da arka plana itildiğinin kanıtıdır. Tabi tercihtir bu giyilebilir, kimseye giyme diyemezsin ama ÜNİVERSİTE için bu geçerli değil. Örneğin dünyanın varoluşunu araştıran bir jeolog, şayet koyu bir müslümansa ve kafasını başörtülü bacılarına özgürlük için harcıyorsa bu konuda pek ileriye gidemez. Bilimsel bir varsayım yapmadan önce, zaten birşeyleri var saymıştır. İlerleyemez. Aynı konuda evrim içinde geçerlidir. Önce adem yaratıldı, ardından adem uyurken allah havva’yı yarattı diyen bir insan evladı, fosilleri incelerken o OBJEKTİF bakış açısına sahip olamaz.

    Dünya insanı modelinde eğitim veren bir kurumda ‘başörtüsü’ yahut ‘kipa'(yahudi şapkası) nın serbest olması saçmalıktır. Aynı şekilde üstünde kocaman ‘ben yüce bir türküm’ yazan tişörtle gezen bir insandan bilim insanı olmaz. Ha üniversiteden bir şekil PROFESÖR olur ama saygınlığı olmaz. Keza Türkiye’de üniversiteler günden güne dünya başarı sıralamasında geriye gitmektedir.

    Başörtüsü özgürlük diyen bacılarım, kaldığınız yurtlarda akşamları evde olmanız gerekiyor. Özellikle ikinci öğretimlerin üstünde felaket bir baskı var, biliyorum. Sizin ‘sokakta gezme özgürlüğünüz nerede?’ Kayıp. Birçoğunuz akşamları şehir nasıldır, haberi yok izin alıp dışarı çıkamıyor baba baskısından, abi baskısından, mahalle baskısından.

    Kızının sözünden çok, yurt müdürüne güvenen babanın başörtülü çocuklarısınız çoğunuz. Üzmek için söylemiyorum sadece bilin istiyorum: başkasının çizdiği bir resmin içini, ellerinizdeki renk renk pastellerle doldurmaya çalışırken kendinizi özgür hissediyorsunuz, hiçbir resmi siz çizmediniz…

    • Kuran ayetlerini alıntılamışsın ama tefsir okumayı ihmal etmişsin. Ben en çok bilim insanı kipa takamaz başörtüsü takamaz kısmına takıldım, o bahsettiğin “Dünya insanı modelinde eğitim veren kurum” sadece Türkiye’de yok, ben Amerika’da tıp stajıma başörtümle katıldım ve orada kipasını takan bir bölüm başkanıyla çalıştım, buram buram özgürlük ve bilim kokuyordu.. Senin anlayamadığın kavramlar.. Bahsettiğin objektiflik kipayı çıkarınca mı kazanılıyor? Benim düşüncem bakış açım değişmedikten sonra şekilcilikten öteye gidemezsin. Özgürlük kavramını akşam dışarı çıkmakla sınırlarsan böyle olur tabi..İnsanları sınıflamadan önce insan diye bakmayı öğrenemedik.

  • Anıl’ın yorumu gerçekten ibretlik ya, şu kafa hala konuşuyor, söyleyecek bir şeyi varmış gibi. Yavrım yav :((

  • Anil Kardes, umarim Islam hakkinda onyargidan uzak daha saglikli bilgi edinirsin. Akilli ,sorgulayan birine benziyorsun, bu guzel..
    Kurani kerim koleligi peyderpey olarak kaldirmistir. Google a yazip bu tarihi period ve ayetleri ogrenmen iki dakikani almaz, iyi niyetli olabilirsen. Aynj sekilde miras ve sahitlik konusunda da yanilgidasin. Ve son olarak basortulu kizlar sanildiginin aksine aile baskisindaki zavallilar degildir inan ki. Bunu peceli bir annesi naksi tarikatina mensup ailesi olup, elini kolunu sallayarak 17 yasinda egitim icin amerikaya gelmis bir kiz olarak yaziyorum:) Kolay gelsn, saglicakla..

    • asil konuya girmiyorum; sigligima verin… ama acayip merak ettim; bu 17 yasinda elini kolunu sallayarak egitim icin amerikaya gelme nasil oldu biraz acar misiniz?

      • Teknik kismini merak ettiniz sanirim.Gitme teklifi babamdan geldi, turist vizemi alip geldim, burada irili ufakli akrabalarimiz vardi ama burasi amerika herkes kendi ayaklarinin uzerinde duracak dediler; iyiki de demisler. Bir okula basvurup ogrenci statusune gectim( Okul sizin yerinize basvuruyor.) biraz baba parasi biraz ufak tefek islerde calisarak kendinizi finanse etmeniz mumkun oluyor…

        • yani para var abd’de akraba var isleri kolaylastiran; o kismini anladim; lakin okul vizeye basvuruyor?! yok daha neler…

          • Abd den bir okula Kabul alirsan Turkiyede isen kendin basvurmalisin ama abd icinde isen ogrenci vizeni almak icin okula basvuruyosun islemleri onlar yapip takip ediyor senin icin. yalniz abd icinde vize degistirirsen tekrar abd ye girmen icin konsolosa onaylatmalisin vizeni, o zaman biraz zorluk cikartabilirler. Cunku abd icinde vize degistirmeye iyi gozle bakilmiyor.

            • b-2’den baska bir vizeye gecmek bile neredeyse imkansiz ki (ama mumkun) okulun bu prosesle ilgileniyor olmasi bana cok garip geldi belki okulundan okuluna degisiyordur; ya da eskiden bu isler daha kolaydi; tabii eskiyseniz. neyse sagolun.

              • Haklisiniz ben biraz eskimisim, benim olayim 2000li yillarin basiydi.ama Okul dan aldiginiz I-20 formuyla abd icinde vizeye kabul almak tr den almaktan cok daha kolay halen.

  • Sırf yorumlara göz atmak için girmiştim siteye ve Anıl’ın yorumuyla aydınlandım. Kafamda derin sorular oluştu, beni aldatmak için kurulan bu binlerce yıllık düzene şaştım kaldım!
    Herkes kendi araştırmasını ve yorumunu yapmakta tabi ki özgür. Anıl’da o nefis kalemi ve adres gösteren yorumlamalarıyla uzun uzun anlatmış bunu bize. Aldatıldığımızı vurmuş yüzümüze. Onun inancı da bilime dair ne yaparsınız. Bence Recel editörleri ayrı bir yazı olarak yayınlamalı bu yorumu ki herkes faydalansın. Başkaları adına kendini üst akıl olarak görüp konuşmak ne güzel, ne özgürlükçü bir bakış açısı.

  • Ne yapıyorsunuz gençler vatanı kurtardınız mı?
    Bir andaval İslam düşmanlığı yapmış, öteki kıl tüy olan andaval ise hala terör örgütü şüphelisi oldukları için demiş.

  • “Belki yaşanmış, belki de hiç yaşanmamış bir taciz/sataşma olayı”… hala daha mahalleye toz konduramama, bir şekilde haklı görme mi? Bariz yalan söylediler, salt başörtüsü üzerinden bizi birbirimize düşürmek istediler demek zor mu? Belki yaşanmış? Cidden inanıyor musunuz?
    “…başımıza’ özgürlük getiren devlet aynı anda elimizi kolumuzu bağlıyor”… bu şekilde devam etmesi durumunda başımıza fiziki özgürlük geldi diye sevinirken, bırakım elinizin, kolunuzun bağlanmasını gerçek anlamdaki tüm kazanımları, özgürlükleri yitirecekseniz.

  • Idam sehpasinda kisiyi oldurenin yagli kement degil de yercekimi oldugunu farketmeyisini hatirlatan bir blog girdisi okudum…

    Kidemli bir deist olarak, (kendisi sectigi halde) “inancimda boyle buyruluyor” diyerek basortusu takmis, bundan dolayi da ‘magdur’ olmuslarin hikayelerini okumayi sosyolojik acidan anlamli/enteresan buluyorum, tabii ki.

    “Onceleri bizi magdur ettiler, simdi de istismar ediyorlar” turunden yakinmalari duyunca da merak ediyorum: Yahu, sizin inancinizda ‘kader’ diye bir kavram yok muydu –hani, hayrin ve serrin ‘O’ndan geldigi filan.

    Bu kadar secici olabiliyorsunuz da inandiginiz din konusunu neden masaya yatirmadiginizi anlamakta ciddi olarak zorlaniyorum.

      • ‘Hayrihi ve serrihi min Allah u teala’yi aklimizin bir kosesinde tutarsak, ‘Takdir-i Ilahi’sinin tufasina gelmislerin sikayetleri uzerine uzulmek emmareleri gostermek sizin ‘Kufre Giris 101’inizin ilk sayflarinda yazmiyor muydu yoksa?
        .
        Ya size verilen kurs materyali eksik; ya da dersin oralarini kacirmissiniz.
        .
        Eger durum buysa, –uzulmek degil de– anlarim tabii, “Ilahi emre uydum; cezalandirildim. Hani benim mukafatim!” turunden serzenislerinizi…
        .
        Fakat.. tuh ki, blogistan ruhban sinifini temsil etmiyor; etse bile Islamda ruhban sinifi yok..
        .
        O yuzden, ‘kader’ baglaminda size yanlis yapilmis ise, bu yazdiklarinizi (buraya yazmak yerine) ibadet rituellerinizde dogrudan ‘O’na sayip dokmenizin daha isabetli olacaginin farkinda olmayisinizi yadirgiyorum.

  • Nicedir aklımın derinliklerinde dolaşan, ama sadece ben de var olduğunu sandığım için dile getir(e)mediğim düşüncelerime tercüman olmuşsunuz. Teşekkürler. Eğer varsa* bir bedeli “doğuştan gelen hakkı almanın”, onun dahi ödediğini düşünüyorum şu son on yılda. Minnettarlığın da bir sınırı olmalı, bir yerde borç ödenmiş olmalı, değil mi? Hayatımı hala, olanca gücüyle olumsuz bir şekilde etkileyen “acımın” üzerinden oy devşirilmesinin nasıl bir mazereti olabilir ki? Yetmedi mi “okul kapılarının başı dik öğrencisi” konumundan, “Kabataş yalancısı” durumuna düşürdüğünüz? Rahat bırakın beni!!
    * “Varsa” sadece olmayan bir ihtimal üzerinen akıl yürütmek için kullanılmış bir kelimedir, “var olduğuna” inandığım anlamına gelmez.

  • Ben de hep böyle kıl tüy şeylere takılıyorum da yine de yazamadan duramadım. Adem beyin “abla” kullanımı nasıl da ele veriyor kendini. Güya “abla” diyerek, sonra “bay mustafa”, ifadeleri nasıl bir kibir, nasıl bir büyüklenme halini ortaya koyuyor. Karşısındaki kadına abla diyerek hem bir koruyuculuk, kendinde bir abilik görme ama asıl olan onu değersizleştirme, sen ne bilirsin hanım hanım pozuna sokma, aklınızın ermediği işlere bulaşmışınız havaları. Hayır yani abla deyince anlatılanlar gerçekliğini mi yitiriyor, böyle küçümseyerek kendi meramını daha iyi mi ifade ediyor bu kişiler onu da çözemedim.

  • akp zihniyeti (ozgurlugu kisitlayan devlet) gidipte yerine baska bir parti geldiginde umarim sizlerin basortulerinize coreklenmezler. Sizler pskolojik baskida oldugunuzu iddia ederken, tamamen toplumdan surulmeye calisilarak…tamda sizin istediginiz gibi bunlardan pirim yapmayarak…iste tamda bu turden bir parti basiniza gelmez…umarim…
    ama sizin icin farketmez cunku mucadele eder ve bunlar hakkindada yazi yazmaya devam edersiniz cunku sizin isiniz her olayi elestirmek. sizin icin cokta sknti olmaz hatta daha cok elestiricek malzeme cikar sizlerde kendinizi yazip, yazip doseyerek tatmin edersiniz.
    Daha fazlasini istemek tabikide hakkiniz ama dikkat edin elestirirken elinizdekilerdende olmayin. zaten hakkiniz olan seylerin size verilmesi evet cokta hos degil belkide prim yapilabilcek bi mevzu degil ama haklari saglayabilene.
    bu arada, oncedende eziktiniz (hakli olarak), simdide bu eziklik pskolojisiyle daha ezikmissiniz. bizde bi ozgurluk geldi falan sanmistik ama eliniz kolunuz bagliymis.Acinasi…

    • Şikayet edilen her sistemin daha kötüsü olabilir. Yazdıklarınız, kocasından dayak yediği için boşanmak isteyen kadına ” bak bu hiç olmazsa karnını doyuruyor. Bundan boşanırsan hem dayak atıp hem de seni aç bırakan bir kocaya düşebilirsin. ” diyen nasihatçinin sözüne benzemiş. Sanki şöyle demişsiniz: Hiç mücadele etmeyin haksızlıklarla, halinize şükredin oturun. Beterin beteri var.