Konuk Yazar: aşık bahrure
Çocuklar yemeğe gidiyor. Bol sinekli, fareli sıcak bir öğlen arası. Gül kokusu hala burnumda, saman kokusuyla karışmış belli belirsiz geliyor. Sabah bana getirdikleri mayıs güllerini birlikte ayıkladık. Şerbetini birlikte kaynattık. Çoğu pembeydi güllerin, bir iki kırmızı gülü de renklendirmek için kullandık. Biz okulda küçük bir çaydanlıkta birlikte “reçel” yaptık. Reçel değil mevzu, birlikte yapmış olmamız. Çocukların en sevdiği şey birlikte bir şeyler yapmamız. Okuduğunu anlamak da anlatmak da büyük bir işkence. Türkçeyi benimle öğrendiler. Her gün masal anlattım. Bana anladıklarını (!) anlat(amaz)ırken ağladılar. Türkçeleri düşündüklerini anlatmak için yetersiz kaldı. Ben de çareyi anlattığım masalları canlandırmakta buldum. Kolayca unutturdum dillerini. Artık “sev” yerine “elma” diyorlar. Az kaldı; Türkçe hayal kurmaya, rüya görmeye başlayınca reçel gibi tam kıvamında olacaklar çocuklar (!) Welcome to assimilation!!! Ne diyordum, çocuklar yemeğe gidiyorlar öğlen arası, sinekler uçuşuyor tepemde. Lojmandan bozma küçücük bir sınıfın penceresinden uçsuz bucaksız Karacadağ Ovasına bakıyorum. Çocuklar ağır ağır gidiyorlar. Ahmet Haşim’e kulak verir gibi. Köyde bu vakitler hep böyledir zaten. Güneş tepede, vakit yavaş… Ortalıkta insan görünmez. Bir kadın yıkadığı çarşafları asıyor bir damın üzerinde. Çarşaf da, boğucu rüzgarla ağır ağır debeleniyor. Dedik ya bu mevsimde, bu vakitte her şey ağır . Köy kurak. Boyunca taş var. Kasveti var. Tenimi yakan bir ateşi var. Sevmiyorum bu köyü. İnsanların yorgunluğu var. ’90’larda yakılmış. 2000’de dönüşlerden sonra yaklaşık 100 haneden 25 haneye düşmüş. Bu köyün yalnızlığı var. Bastığım her toprağın sesi var. Yanıklarıma basma! İnsanların korkusuzluğu, umutsuzluğu var. Susuzluğu var bu köyün…
Neyse konumuz anadil değildi. Bak dil bile “ana” sanki tek başına yaptılar ya bu çocuğu!!! Kim koymuş konuştuğumuz dilin adını? Niye baba dil dememişler? İyi olan her şeyi erkeğe mal eden akiller nasıl olmuş da dili anne üzerinden vermişler. “Anadilinde” bu yazıyı yazamayacak olan ben, bir başka dilde hatırı sayılır bir kelime haznesiyle aynı zulmü çocuklarıma yapıyorum. Hem de geleneksel öğretileri teklemeden veriyorum, neyse konu taa nerelere gitti… Masallar diyordum.. Rapunzel’ i kaçıran kötü “kadın” onu bulup da kurtaran “erkek” çünkü Rapunzel aciz ve güçsüz… Küçük deniz kızı Ariel’i okuyoruz. Büyü yapıp sesini alan “kadın” kurtarıcısı “prens”, sırada uyuyan güzel var partiye çağrılmayan “cadı” yine “kadın”, yaşlı cadı bir kadın . Tırnak içerisinde çirkin yaşlı olan kötü karakter “kadın” ve yüzyıl uykusundan uyuyan prensesi uyandıran, kurtaran yine “erkek” sahi… Bırakın gerçeği, masallarda bile şu kadınlara rahat yok mu ? Kötü kadın, iyi kadın, aciz kadın, güçlü, kurtarıcı erkek… Ve bu kodları farkında olmadan biz de veriyormuşuz çocuklara, dinleyince farkettim. Baktım her masalın sonu “kadınlar” için hüsran. Ben de teselliyi Bremen Mızıkacılarında buldum. Anneler, babalar, öğretmenler! Erkekleri kadınların kurtarıcısı yapmayın. Birbirlerinin yardımcısı yapın. Mücadeleniz bunun üzerine olsun ve hatırlayın: “Erkek ve kadın müminler, birbirlerinin yardımcısıdır; iyiliği emrederler, halkı kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar” (tevbe71)
Işıkları söndürün, güzel masallar dinleyin!! İyi geceler, yedi cüceler …
Yorum Ekle