REÇEL

Almayayım, Teşekkürler

“Bir yıl boyunca hiçbir şey almayan kadın”ın hikayesine rast gelmişsinizdir. Örnek alınsı bir başarı hikayesi olarak parlatıldı.

Yazar: Z.

ideal
Bir yıl boyunca hiçbir şey almayan kadın“ın hikayesine rast gelmişsinizdir. Selma Hekim isimli bir kadın tüketim odaklı yaşamından bir seneliğine vazgeçme ve “hiçbir şey” almama kararı almış. Web bloguna aktardığı bu süreçte geçtiğimiz ay bir yılın sonuna gelmiş. Buradan da kimi internet sitelerine örnek alınası bir başarı hikayesi olarak parlatılacak malzeme çıkmış. Dolayısıyla son iki gündür hikaye herkesin dilindeydi.

Pek çok kişinin övgüler bezediği hikayeye denk geldiğimde ben de merak edip okudum tabi. Hikaye öyle sunuluyor ki ilk anda insan bahçesine domates patlıcan eken, ekmeğini kendi yapan biriyle karşılaşmayı bekliyor. O senaryoda bile ekmeği yapacak unu “almama”nın evinde değirmen yoksa nasıl mümkün olduğunu sorgulamamak elde değil. Fakat gelgelelim hikayenin detaylarına girdikçe gıdanın zaten “almama” kategorisinden sayılmadığını öğreniyoruz.

Gıda temel ihtiyaç olduğu için bu kısmı anlayıp detaylarına geçiyoruz. Gıda konusunda süpermarkete bağlı olmadığımızı, organik pazar gibi alternatiflerin mevcut olduğunu söylüyor Selma Hanım. Burada ister istemez insanın kaşları yükseliyor. Hayır, organik derken dalından zeytin toplamayı kastetmiyor elbette. Kimyasal kullanılmadan üretildiği iddia edilen, fabrikada ambalajlanma sürecinde çevreci görünsün diye plastikle değil kağıtla sarılmış (iyi ihtimalle), üretildiği yerden market “ekolojik” raflarına yüzlerce kilometre taşınmış, organik olmayan benzerlerinden birkaç kat pahalı ürünleri kastediyor. Orta sınıfların ilgisinin gitgide arttığı bu mecranın sağlıkla ilgili haklı kaygılardan doğmuş olduğunu teslim edebiliriz fakat bu  durum, organik endüstrisinin ne kadar büyük ve gitgide büyüyen bir pazar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Selma Hanım’ın “Ben aldıkça AVM’ler yapılıyordu” diye ifade ettiği mekanizma, daha pahalı olduğu halde ürünlerini aldığı organik pazarlar için de işliyor. Basitçe, organik ürün tüketmek, tüketmemek değil yalnızca tüketimin başka bir formu oluyor. İddia edilen almama eylemine ise hiç bir katkısı bulunmuyor.

Tüm bunlar hala temel ihtiyaç olan gıda ile  ilgili olduğu için göz ardı ettik diyelim. Peki, bizden bu kadının bir yıl boyunca sabun, ped, tuvalet kağıdı, deterjan, internet paketi vs. almamış olmasına inanmamız mı bekleniyor? Ya da bu kısımlarda sadece sessizce geçiştiriliyor muyuz? Tüm bunları aldığını biliyorsak, tam olarak bir yıldır neyi almıyor? Anlaşılan o ki, tüketilemeyen/saklanamayan şeyleri: Kıyafet, ayakkabı, makyaj malzemeleri vs. Burada cinsiyet klişesinin kokusunu almayan yoktur herhalde. Milletçe sevinç içindeyiz, çünkü bir kadın ayakkabı satın almadan bir yıl yaşadı! Ve alkışlıyoruz, çünkü her kadın örnek almalı! Hikayeyi parlatan sitelerin hepsi her nasılsa, bu yaşam tarzının bir norm olduğundan emin. Fakat doğrusu okurlarının kendileri ile aynı fikirde olduğunu söyleyemeyiz:

face

Bu süreçte hiç para biriktirmemiş çünkü kredi kartı borcunu ancak ödeyebilmiş. Bir de bol bol gezmiş: Konya, Kars, İtalya, İran… Bütün iyi niyetimizle biletleri geçen sene almış olmasını, onu da kredi kartı kullanmamak için bizzat gişeye gidip yapmış olmasını diliyoruz tabi(!). İlerleyen kısımlarda az tüketme isteğini şöyle örneklendiriyor: “daha az taksiye binmek, yemekleri evde yemek”. İnsanın yüzünde gülümseme belirmemesi işten değil. Fakat bir de mahalle pazarlarını, terzileri, tamircileri hatırladığı kısım var ki, bir kahkaha patlatmadan edemiyor insan.

Doğrusu ben bu ablaya “Bravo!” demem, “Hoş geldin!” derim. Bir şeyi almadan bir kaç kere düşünen, akbiliyle metrobüse binen, yemeği her gün evinde yiyen, AVM’ye bedava tuvalet için giren, yılda iki yurt içi iki yurt dışı gezisi yapmayan, taksi durağının numarasını bilmeyen, mahallesindeki terziyi Almadım blogundan sonra fark etmemiş sıradan insanların dünyasına hoş geldin!

Kendi adıma almama eylemlerinin sisteme güçlü bir meydan okuma olabileceğine inancım yok. Yukarıda saydığım, temel ihtiyaç dediğimiz ve öyle ya da böyle aldığımız şeylerin zaten tüketim mekanizmasının gövdesi olmasından dolayı. Yine de; bireysel de olsa, katkısı ufacık da olsa canlı ve cansız doğayı sömüren bu sisteme karşı koymaya çalışan herkese saygım var. Fakat bu boş beleş, kameralara oynayan, “muhaliflik” diye pazarlanan hikayeye gelince: Teşekkürler, almayayım!

 z.

“Zenginsen devrimci olmak kolay”

Fotoğraf: Le Source des Femmes

49 yorum

Ayşegül için bir cevap yazın İptal Et

  • Merhaba. Elinize sağlık yazı için. Yaptığınız tespitler çok yerinde olmuş. Dediğiniz gibi bu denli büyük bir olaymışcasına anlatılması can sıkıcı. Öyle ki ben de söyleşideki şu cümlelere takılmıştım fazlasıyla: ” Paylaşım ekonomisi Gezi’den sonra yaygınlaştı, her yerde takaslar düzenleniyor…” Yazınızda söylemek istediğiniz şey gibi: Bir zamanlar kapitalistken şimdi daha az kapitalist olmasını bu şekilde magazinleştirmiş. Ben yine de okurken az da olsa etkilenmiştim. Belki daha iyileri için az da olsa ilham olur bize/bana diye. Tekrar teşekkürler.

    • Merhaba Gökçe hanım, ben o yazıyı yazan Selma bu yazıyı ve yorumları okuduğumda çok üzüldüm gerçekten. Buradaki insanların zannettiği gibi taksilerden inmeyen avmlerden çıkmayan lüx içinde yaşayan bir beyaz yakalı değilim, iki dünya arasına sıkışmış bir şehir insanıyım ve kendimce bir yola girip bir blog yaptım.Ülkede insanlar nasıl yaşıyor biliyorum, benim aldığım üç eşyayı alamayanlar olduğunu da biliyorum, blogumda hiçbir yerde bunları görmezden gelmedim. hiç birşeyi magazinleştirme gibi bir derdim de yoktu sadece kendimi ifade etmeye çalışyordum. malesef başlık olarak “hiçbirşey almadı ” denmiş ama ben zaten hiçbirşey almayacağımı iddia etmemiştim. altda da yorumlara yazdığım gibi ya hep ya hiç midir? Sizler kadar duyarlı olamamışsam hiç mi bu yolda yürümeyeyim, yine dediğim gibi basını arayıp çok matahb irşey yapmış gibi konuşmadım, kendime göre duyarlı bir yerden gelen sorulara cevap verdim sadece. Tek tek herkese cevap vermeyeceğim ama size vermek istedim

  • Tam da haberi okuduğumda aklımdan geçenleri yazmışsınız. Yalnız ben, “bu da bir şeydir, acaba ben bu kadarını becerebilir miyim ki?” diye de düşündüm. Yeni kıyafet/ayakkabı/kozmetik (pedi zorunlu ihtiyaç sayıyorum) almamak, yemekleri evde yemek, evde yapılabilecek şeyleri(gerçibu kişiden kişiye değişir ama) hazır almamak bile bir fark yaratmaz mı acaba her biri bir tüketim canavarı olmuş olan toplumumuzda?
    Sevgiler.

  • Aaaa ben o yazıyı okumamıştım ben de zannettim kı hakıkaten kendı urunurnu uretıyor, lazım bırsey varsa eskımıslerden bozma kumaşlarla yamalıyor felan… zaten almaktan vazgecıldıgı ıdda edılen seyler nüfusun cogunun almadığı seyler hakıkaten de. kıyafet konsunda ben bunu basardım ama dıger konularda yapabılmem ıcın kendı ekınımı ekmem gerek. eksem bıle yıne de almam gerekiyor kı… Demek yazının sahıbının tanımlamasına gore bız de Hıcbırsey almadım katagorısınde cıgır asmısız da haberımız yokmuş ;))

  • Ayyynen. Bir ekleyecegim: heyecanla ve israrla okudukca aradim “ee hadi nasil yani” diye. Temizlik malzemesi almamis, evde varmis, bi kere de arkadasi almis?!?! Belesci olmadim nokta blogspot:)

  • Gercekten siradan insan olmasini kutlamislar sadece.. taksiye omrunde hic binemeyen var hanimefendi azaltmayi dusunuyor

  • selma hekim’in yaptigini cok anlamli buluyorum. tuketimini buyuk olcude sinirlandirmis. ihtiyac duygugu malzemeleri satin aldigini gizlememis ki, hangi supheyi sorguluyorsunuz? ekolojik urunler hakkinda belki de daha cok bilgi edinmelesiniz. evet, bu konuda palazlanan bir sektor oldugu gercek, ama yapilanlarin hepsi yanlis degil. selma hekim bu bir sene zarfinda, marketten ne sut ne yogurt almis, gidip aldigi taze sutle kendi yogurdunu yapmis. cips vs hazir gidalar tuketmemis. hatta et yemeyi de birakmis (hayvancilik cok fazla karbondioksit salinimina neden oluyor). siz kalkmis hala gida tuketimini sorguluyorsunuz.
    temizlik urunlerinde, sac kremi, yumusatici vb kullanmayi birakmis. dis macununu da daha az tukettigini belirtmis ama tek tek detay vermemis (blogunu gunbegun takip etsem cevaplari bulurum belki ama okudugum roportaj da verilen ayrintilar bu kadar).
    tukenmeyen esya olarak sadece bir sal, bir bileklik ve bir sarj aleti almis. tum bir sene boyunca sadece bu uc esya. teknolojiyi kullanmasina nasil dil uzatabiliyorsunuz anlamiyorum, kadin teknolojiye dusman degil ki, tuketim kulturune bas kaldirmis.
    selma hekim 41 yasinda bogazici mezunu -muhtemelen- bekar bir kadin. turkiye standartlarinin uzerinde bir refahinin olmasi sizi rahatsiz mi etti? kendisi sanatci oldugunu belirtmis, hirsiz politikaci degil, merak etmeyin sizin cebinizden hortumlamamistir. herkes alistigi sartlara gore fedakarlik eder. unlu bir futbolcu icin 5 yasinda arabaya binmek fedakarliktir, bu kadin icin alisverisini kisitlamak, fakir biri icin cerez tuketmemek. evet, eskiden insanlar daha tutumluymus ama sirf turkiye degil, bu dunyanin her yerinde ayni, tuketim cig gibi buyuyor. koyluler cok tutumlu diye bir genelleme de yapamayiz, eskiden ciftciler her 2-3 senede bir traktor modeli degistiirlerdi (tarimda isler kotuye gitmeden once, ciftci akrabalarim var oradan biliyorum). hatta, yine tarimda isler bu kadar kotulesmeden once, ciftcilik yapmaktan bunalip, herhangi bir egitimleri olmadigi halde sehirleri doldurmus varoslar da genel olarak insanlarin uretme-tuketme mentaliteleri hakkinda fikir verebilir.
    kredi karti borcunu yeni bitirmis olmasindan size ne, bankaniz var ve sizden kredi mi istedi? siz hayatinizda, tuketmemek adina ne yaptiniz? burada kedinin cigere mundar demesi gibi atip tutacaginiza, kendi yaptiklarinizi yazin da sizin deneyimlerinizden feyz alalim.
    saviniza destek olsun diye yapilan sakayla karisik olumsuz yorumlari paylasmissiniz, aklima, mitingde berkin elvan’in annesini yuhalatan erodagn’i getirdiniz. linc baslasin!

    • Şu sıfır siyaset yazı ile ilgili en az üç siyasi öğenin bulunduğu bir yorum yapmışsıın ya Sinem, milletçe alkışlıyoruz.

      • yorumumun siyasi ogeler barindirmasinda ne sakinca var? ustelik ben yaziyi siyasi de buldum (tuketim aliskanliklarindan bahsedilis sekli, elestiri dili vb). siyaset sadece politik partiler degildir, hayatta yaptigimiz cogu hareket siyasi ogeler barindirir. ulkemizdeki “ayy, lutfen siyasete girmeyelim” tavrini yapmacik buluyorum. siz istemeseniz de, siyaset her yerde. istemeseniz de, hayatinizdaki cogu detayi siyaset belirliyor. aldiginiz egitimden girdiginiz sinavlara, aylik maasinizdan yilda ne kadar izin yapabilecginize, kac yasinda emekli olacgaginiza, yediginiz gidalarin kontrolunden yasadiginiz cevrenin kirliligine kadar hersey siyasetin alaninda. siz bireysel olarak secimden secime oy atmakla tatmin olsaniz da, baskalari yasadiklari duzeni sorgulayabilir. golge etmeyin yeter.

          • Sinem hanıma katılıyorum. iyi ki yazmış bu yorumu. bir kişinin refahı yerindeyse, daha kötü şartlarda olan 10 kişinin çöküp eleştirmeye başlaması saf kötülük ve artık çok sıkıcı olmaya başladı bu mazlum edebiyatı. herkes kendi evinin önünü süpürmekle başlasa da yol alsak.

    • ben de sineme katılıyorum. şahsen cevap yazayım dedim, onun gibi güzel toparlayamadım. zahmet edip blogdaki yazıları okursanız dediklerinizin hepsinin cevabı var aslında.

  • Merhaba, yazdıklarınızda haklılık payı var. Ben bu blogu çok ilginç birşey yapıyorum diye açmadım kendi kendime bir süreç yaşıyordum ve onu paylaşmak istemiştim. Blogun ilk yazılarında da kendimi çok duyarlı ve politik olarak görmediğimi yazmıştım ama birşeylere karşı tepkim vardı ve hiç birşey yapmamaktansa bunu yapmaya karar verdim. Bunun sonucunda da çok da matah birşey yapmamış olabilirim ama süreç içerisinde birçok farkındalığım oldu, yeterli değil tabi ki ama ya hep ya hiç mi? Bu bir yol, siz daha bilinçlisinizdir ben yolun daha yarısındayımdır. Daha sonrasında da basını çağırıp bakın ben bunu yaptım demedim, kendimce samimi olarak yeşilist diye bir oluşuma kendi yapabildiklerimi yazdım. Olayların bu kadar patlayıp bunun hiçbirşey almadı diye yayılacağını bilsem bunları da konuşmazdım.

    • Merhaba Selma Hanım. Yorumunuz için teşekkürler.

      Yazıda da söylediğim gibi benim küçük-büyük her çabaya saygım var. Hiç yapmasaydınız diye bir şey söylemem söz konusu değil dolayısıyla.

      Ben de belki yazıda sizin yaptığınız iş ile onun haberlerde sunuluş biçimini haksız yere eş tutmuş olabilirim. Bunu yorumunuzdan sonra farkediyorum.

      Ben kendi adıma, bu tarz eylemlerin bu şekilde radikal bir sistem karşıtlığı şeklinde sunularak öne çıkartılmasını yanlış ve zararlı buluyorum. Yazıdaki eleştiri ağırlıklı olarak buna yönelik. Sizin yorumda söylediğiniz detaylar röportajınıza yansımamış. Zaten yazının içindeki görselden de bu kanaate varmakta yalnız olmadığımı görmüşsünüzdür.

      Yine bununla alakalı olarak organik ürün pazarının çözüm olarak sunulması da ciddi bir sorun fikrimce. Buna teşviki tüketim karşıtlığı ve çevrecilik bağlamında yapmanız dolayısıyla bir eleştiri yaptım. Ve bu görüş tamamen sizin konuşmanızdan alıntı idi. Haber yapılma şekliyle alakalı değil.

      Haberler, röportaj ve blogu ayrı ayrı okuduğum için kendi eleştiride de dikkatli olmaya çalıştığımı düşünüyorum. Yine de haksız şekilde size ait olmayan bir yorumu eleştirisini size yöneltilmiş isem, kusura bakmayın. Öyle bir şey yapmışsam buradan özür dilemiş olayım.

    • her iki blog yazarına da merhaba..

      tüketim toplumunu eleştirirken, en büyük tüketicinin (yokedici demek daha doğru) medya olduğunu unuttunuz sanırım Selma Hanım.. sizin erdemleriniz başkalarının rating i olabiliyor bu ülkede.. tercihleriniz, ölçülülüğünüz kimsenin umrunda değil.. doruktaki egolara teslim olmuş cahiliye toplumlarının, sizin varoluşunuzu kavramasını beklemeniz ciddi bir hata.. ve hatta sizin yaşam tarzınızın bir ütopya gibi sunulması, taşıdığı sublüminal mesaj ile insanlara normalin “satın almak” olduğu, satın almayanların masal kahramanı-ukala-züppe olduğunu bildirmekte.. aslında taşıdığınız iyi niyetinizle, kötü bir emele hizmet etmiş olmanız muhtemel..

      farklı ülkelerden “buy nothing” bloglarını, minimalist blogları takip etmeye çalışıyorum.. belki ben rastlamadım ama “kişisel tercih” “blog” “yaşam tarzı” gibi tanımlamalara bizdeki kadar hödük (yazıyla hödük) bakan bir toplum olduğunu görmedim.. sizde bunun bilincindeydiniz bence.. neden medyatik olmak istediniz benimde merak ettiğim konu bu..?

      sadece siz değil, minimalist felsefeye inanıp, bununla yaşayan insanlar neden huzurlarını riske atarlar..? yarın kitap yazıp “bestseller” olma arzunuz olmadığına nasıl ikna olabilirim..? “az” ile yaşarken acaba uzun vadede “çok” mu arzuluyorsunuz..? bu yanılgıya düşerken ki farkındalık seviyeniz mi acaba insanlara bu kadar acaba sorusunu sordurtan şey..? bu reçel-blogda yazan şeyler, orta-uzun vadede gerçekmi acaba..?

  • Daha iyisi için http://buynothingyear.com/ şu adrese göz atmanızı önerebilirim. İki arkadaş bir yıl boyunca almadıkları şeyleri 3 aşamalı olarak artırıyorlar. İlk 3 ay sadece ev eşyası ve kıyafet vs alınmazken sonraki 8 ay saç kesimi, ulaşım, dışarı aktiviteleri ve yemekleri de satın alınmayacaklar kısmına dahil oluyor. Son ay ise yemek dahi alınmıyor ve kendi yetiştirebildikleri şeyler, arkadaşlarının onlar için pişirdikleri, hatta çöplerden toplayabildikleri artıklar yeniliyor. Daha tatmin edici bir “deney” olmuş bence.

  • Merhaba Selma hanim ve Z. Recel hanim, yer yerinden oynamis adeta, oncelikle buna cok uzuldugumu belirtmek isterim. Selma hanimin websitene de evvelki gun iki yorum yazmistim ama, ne hikmet gitmedi. Hazir burada karsilasinca yazmak istedim. Masum bir harekette mevzunun siyate donmus olmasi gercekten benim icin cok cok uzucu. Fakat ozur dilemesini bilmek ve onu kabul etmek de birer erdem. Bu sebebten her ikinize de bir selam gondermek istedim. Dunyamizda ve yasadigimiz ulkelerde olan biten tum olaylardan sebeb her kesimden gelen her turlu yorumu da az cok anlayabiliyorum. Fakat n’olur bir seyler gerilmemiz icin sebeb olmasin. Bu dunya hepimizin, hep birlikte kaynasalim. Her ikinize de yazilariniz ve cabaniz icin, emekleriniz icin dunyamiz adina tesekkurler, En iyi dileklerimle,

  • Ben yazdığınız yazıyı kötü niyetli buldum. Kişi elinde imkân varken bir şeyleri almamayı başarıyorsa bu gerçekten takdire şayan bir durumdur. Ülkemizin yoksul kesimi büyük çoğunlukta ve onlar zorunluluktan almıyor. Ancak ellerine imkân geçtiğinde hemen alışveriş meraklısı oluyorlar. Eleştirdiğim için değil, sadece durumu açıklamak için söyledim. Yiyecek ihtiyacını bu hanımefendi satın alarak karşılamış. Velev ki ekip yetiştirseydi, o zaman da diyeceğinizi düşündüğüm (önyargıyla söylüyorum bunu tabii) cümle: “İstanbul’da o kadar ekecek yeri bulduk da biz ekmedik, apartman dairesinde yaşasın da görsün. Kutu kutu evlerde yeşilliği zor görüyoruz, bi de ürün yetiştireceğiz.” gibi bir cümle olurdu galiba. Ayrıca röportajında deterjan, yumuşatıcı gibi ürünleri almadığını söylüyor. Belki bloguna yazmamış olabilir. Gezme işine de gelince bence yapılabilecek en masumane aktivite. Yeni tecrübeler herkese farklı şeyler katar, ben mesela hiç yurtdışına çıkmadım ama yurt içinde yakınımda-yöremde olan yerlere gitmeyi seviyorum, sevmekten öte kişiye tebdili mekan rahatlık verir misali bana iyi geliyor. Yürüyerek de gidilebilir bir yerlere, gidecek akbili olmayanlar için söylüyorum. :) İmkâna göre bu farklılık yani. Hasılı ben Selma hanımı tebrik ediyorum. Kapitalist sistemin içinde doğup bu kadarını dahi olsa başardığı için. Sevgiler, saygılar..

    • katıldım. bu sitedeki yazılar genel olarak negatif ve kötü niyetli zaten. entelektüel derinlik zaten yok. e ne diye paylaşılır buranın yazıları

  • Bence biraz talihsiz bir ‘eleştiri’ olmuş.

    Biri de diyebilir ki, “muhaliflik yapan” başkalarının eylemlerini küçümsemek, kendi muhalefetimizi büyütmez. Bir çabanın eksiklikleri eleştirilebilir elbette, ama küçümseyici tavrınız ‘o da bişey mi, sen buna muhalefet mi diyorsun’ demişsiniz gibi bir hava yaratıyor.

    Hepimiz, siz de dahil, devede kulak işler yapıyoruz genellikle. Sizin yazınızı okuyan filistin’de cephede değilken de ‘sıradan insan’ kategorisine yerleştirilebilirmişsiniz gibi bir izlenim ediniyor. Ama çelişkili olan şu: daha ‘büyük’ (mesela filistin’de cephede olmak gibi) bir muhalefet pozisyonunda olan kişi, kendi pozisyonunu bambaşka koşullarla karşılaştırmak ve kendine pay çıkartmak hatasına düşmeyecektir. ‘Sıradan insan’ kategorinizdeki biri ise konuya sizin politik dilinizle yaklaşmayacaktır. Ancak Selma Hekim’in ‘eşiti’ olması beklenen bir pozisyondaysanız, kendinizle karşılaştırmada üstünlüğünü artırmak için daha ‘büyük’ mücadele veren, daha zor koşullarda olan ya da ‘sıradan’ olan pozisyonları örnekleyerek yol kaydetmeye çalışabilirsiniz.

    Daha kısacası, bir nevi ‘küçük burjuva’ diyerek yapmaya çalıştığınız eleştiri, gerçek ifadesiyle ‘küçük burjuva’ bir eleştiri oluyor ister istemez.

    • “Sizin yazınızı okuyan filistin’de cephede değilken de ‘sıradan insan’ kategorisine yerleştirilebilirmişsiniz gibi…” demişim. “… cephede değilse de …” olacaktı.

  • Bunu begenmedim. Kadinin cabasini cok kucumsemissiniz. Alenen hesap sormussunuz. Kisa bir suredir “almadim”cilik oynuyorum. Uzun bir suredir ‘verdimgitti” oynamaktan (freecycle) hayatimi sadeleştirmeye calismaktan memnunum. Kimyasallari reddettim epeydir. Karbonat sirke ve su buhari ile temizlik yapiyorum. Bu süreçte alistigim konforumdan feragat edecek de degilim cunku “yemek masasini satip yer sofrasinda yiyelim. Pirlanta takmam artik kola acma halkasindan yuzuk yapalim” naifligi degil konu.
    Kadin fakir gibi yasayayim dememis ki.
    Ayrica ikinci el ve takas mumkunse bir seye para vermek de ziyanlik sadece

  • yani ne diyeyim. selma, sinem ve hatice tam da söylemek istediğim şeyleri yazmış. belirli bir şeyin çabasında olan insanlarla benzer saflarda olduğunuzu düşünüyorsanız yermek niye? çağın vebası değersizleştirmek herhalde, sinirli ve zehirli iğneleri esas muhataplarına değil elinizin bazı yönlerden daha güçlü olduğunu düşündüğünüz için sizinle benzer bir çabayı size göre eksik sarf edenlere batırıyorsunuz. selma hanım’ın açıklamasından sonra öyle anlamamıştım pardon diyorsunuz. bir eleştiriniz var, zahmet verip bunu yazıya dökecekseniz hakkıyla araştırıp yapın bari. bağzı kimselerin sebepsiz agresyonu. yazının tonu ve alaycı tavrı gerçekten beni çok rahatsız etti. zaten öyle yaşıyorsanız, 1 sene de değil 3 ay almayın, sonra bu yazıyı yazın “ben zaten almaz idim, baktım 3 ay almadım, önceki yaşantımdan da farksız, aslında hepimiz yapıyoruz/yapabiliyoruz” çizgisi daha bileğimize belimize güç kuvvet veren bir çizgi olmaz mı mesela? yapıcı eleştirilerim bunlardı…

    yazının iğneleyiciliğine cevaben, çekemeyen anten taksın gerçekten.

  • Şu an sosyal medyada sizin yazınız eleştirdiğiniz bu yazıdan daha çok paylaşılıyor, hem de benim etrafımda en çok harcayanlar, reklam camiasındakiler paylaşıyorlar yazınızı. Peki siz bu yazının arkasında ne kadar durabiliyorsunuz? Kendince yaşadığı bir süreci samimi bir şekilde anlatan birinin linçine ön ayak olmanız size nasıl hissettiriyor? Yazdıklarınızın doğruluğu yanlışlığı bir tarafa üslubunuzun küçümseyiciliği, sertliği, yukardan bakan tavrı fazla aşırıya kaçmamış mı? Selma Hanım’ın yukarıdaki yorumundan sayenizde insanları bu kadar etkileyen girişiminden pişman olduğunu anlıyorum. Sizin üslubunuz karşısında sizin seviyenizde cevap vermemiş olması da ayrıca dikkatimi çekti. Ayrıca yeşilistte yapılan onca olumlu yorumu değil de sadece olumsuz yorumları içeren bir mecrayı paylaşmanızı da kötü niyet olarak görüyorum. Kendisini avukatı değilim ama sizin karalamak için çektiğiniz zahmet karşısında savunma gereği duydum. Almadım blogundaki şu yazıyı okumaya zahmet etseydiniz samimiyetini ve ne kadar iddiasız bir yerden bu işe başladığını görürdünüz sanırım.

    “1 Aralık 2014-1 Aralık 2015 arasında hiç bir şey satın almamaya karar verdim. Her ne kadar az para kazanıp kıt kanaat yaşasam da bu karara beni götüren sebep kendi bütçemle ilgili değil daha çok dünyayı nasıl tükettiğimizi görmek ve alışverişin arkasında yatan psikolojik tatminle ilgili.

    Kendimi bazen alışveriş yaparak mutlu olan bir insan olarak görüyorum; fakat sadece alırken ve ondan sonraki birkaç saat içinde, sonrasında pişmanlık geliyor. Evim alıp da kullanmadığım şeyler dolu ( dolu derken kendime göre dolu). Bunun sebebinin mülkiyet arzusu olduğunu düşünüyorum, mülkiyet edinmek ise ölümlü olmakla başa çıkmanın yolu sanırım.

    Almayla ilgili psikolojik süreçlerin yanı sıra son yıllarda dünyadaki üretim ve tüketimin artışı, binaya, mala, reklama boğulmamızın da gözden kaçırılmayacak boyutta olması bu kararda etken. Alışveriş merkezleri, pazarlar, Tahtakale, Merter saçma sapan formlar alarak alıcılara sunulmuş yığınlarca plastik, kağıt, kumaş, metal, tahtayla dolu. 3 ay sonra gitsen onların yerine yenilerinin geldiğini görürsün. Bunların hepsi satılıyor mu, satılmayanlar nereye gidiyor, bunlar uzaydan mı geliyor? Bunlar üretilirken dünyada birçok şey tüketiliyor. Çin ürettikçe bütün dünya tüketiyoruz, etrafta flyerlar, poşetler, paket kağıtları, t-shirtler, plastik çatal bıçaklar uçuşuyor.

    Bütün bunlarla mücadele etmek en azından dahil olmamak için bütüncül bir yaklaşım gerekiyor elbet. Ben henüz bu noktaya varabilmiş biri değilim ama yavaş yavaş kendimi açarak, birilerinden duyarak, düşünerek uyanabilirim sanıyorum. Ayrıca bir sürü sosyo- politik, bilimsel, ekolojik bilgi ve yaklaşım varsa da ben pek bilmiyorum o nedenle bunları yorumlayamayacağım, ancak copy-paste yapıp paylaşabilirim.

    Bu yola baş koymadan önce belli süreçler geçirdim. Kullanmadığım kıyafetleri ihtiyacı olanlara vermek, çöpleri ayırmak, garagesale düzenleyip satmak, takas pazarı yapıp değiş tokuş yapmak gibi. Şimdi düşününce evimdeki mobilyaların çoğunu da birilerinden aldım ya da sokakta buldum. Fakat verdikçe almanın yolunun açıldığını da gördüm, eşyan azaldıkça yenilerini almayı hak görüyorsun. Sen aldıkça 3. köprü yapılıyor, HES ler yapılıyor, alışveriş merkezleri yapılıyor, almaya devam ettikçe bunların yapılmasına itiraz etmen samimiyetsizleşiyor. Bunun için almaman gerekiyor. Sahip oldukların azalınca hayatın çoğalıyor.

    Umarım bu bir yıl boyunca başka farkındalıklar geliştirir, birkaç insana örnek olur ve satın almamayı bir yıla değil bütün hayatıma yayabilirim.”

  • Bir arkadaşımın başka bir yazıyı paylaşmasıyla haberdar oldum Reçel’den.
    Bu yazı okuduğum ikinci yazı ve “kafama denk bir yer buldum!” diye yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti!
    Ses vermeden kapatıp geçmek istemedim.
    Sevgiler!

  • O kadar çok eleştirmek için eleştiriyorsunuz ki. Kadın para harcamayacağım dememiş, almayacagım demiş. Hizmetlere (internet,bilet işlemleri gibi) para vermesi çok normal. Bir de herkes hijyenik pede takılmış. Selma hanım ne yaptı bilmiyorum ama, çevresini önemseyen bir çok kadın menstruasyon kabı kullanıyor ped bu durumda zorunlu ihtiyaç değil.

  • Selma Hanım’ın bloguyla bugün karşılaştım ve tüm postlarını -bazılarını altlarındaki yorumlarla birlikte- okudum. Ardından son postunda bu yazının linkini gördüm ve nasıl bir olumsuz eleştiri yapıldığını merak ettiğimden buraya geldim.

    Ben kişisel gelişim ya da sürekli pazarlanmaya çalışılan ekoloji trendlerinden hoşlanmayan bir insanım, hayatımı kesinlikle Sinem Hanım’ın yaptığına yaklaşamasam da geri dönüşüm ve aşırı olmayan bir tüketimle yaşamaya çalışıyorum ve şu anki halimi de daha iyiye götürmek istiyorum.

    Daha ilk postunda kendi iç dünyasıyla birlikte karanını açıklayıp temellendiren ve bunu sadece kendisi için yapan ve ilgilenecek insanlar için bloga döken birine bu şiddet, bu saldırı neden? Sizin toplumdaki sınıf eşitsizliğine “karşıtlığınız” kapitalist sayılamayacak ama hayatını belirli bir standardın üstünde yaşayan insanları aşağılamakla mı ilerliyor? Taksiye binmek, ambalajsız gıda alışverişi yapmak ya da cep telefonu kullanmanın size batan tarafı nedir? Kimi neyle suçluyorsunuz? Sınıf kavramı hakkındaki bilgilerinizi gözden geçirmenizi öneririm.

    Organik gıda pazarıyla ilgili yorumunuz fazlasıyla dayanaksız. Basit mikro iktisat bilgisiyle de söylenebileceği gibi organik gıda daha az talebin olduğu ve hızlandırma süreçlerinin kullanılamaması sebebiyle nispeten daha masraflı bir üretim alanı, bu elbette kâr etme isteğini de yanına alarak fiyatlara yansıyor. Burada sıkıntı tüm piyasanın yani kapitalizmin kendisinde. Organik gıdaları eleştirmenin yanı sıra kapitalist ekonomiye karşı ne gibi hareketlerde bulunduğunuzu merak ediyorum.

    Blog sahibi sistemi çökertme iddası ile değil, içimizdeki boşluğu kapatma isteğiden dolayı alıp durduğumuz tüm o eşyaların günün sonunda kendisini daha mutsuz ettiğini ve daha kötü duruma getirdiğini fark edip buna karşı bir arayışa girmiş, bu yolu seçmiş. Sizin gibi “ya hep ya hiç” dememiş, bir hareket içindeki başka insanlara saldırmamış, büyük ya da küçük bir adım atma cesareti göstermiş.

    Sizin çıktığınız bu yolda (kadın haklarını savunan bir blog açmak) birçok olumsuz eleştiri aldığınızı hatta hakarete uğradığınızı tahmin edebiliyorum, bazılarına şahit oldum da. Okuyup araştırmadan iki haber sitesine, bolgtaki bir iki posta bakıp yazı yazmanın ne kadar yaralayıcı sonuçları olduğunu deneyimlediğinizi düşünürdüm ama benzer bir saldırıyı başka birine yapmada pek fütursuzsunuz. Ne üzücü.

    Yakın zamanda bu dili düzeltmeniz ve hayatında değişiklik yaratmaya çalışan insanları rahat bırakmanız temennisiyle.

  • Dalga geçtiğiniz bu kadının yaptığının yarısını yapabilin, sonra dalga geçmeye hakkınız olsun.

  • Globalde ornekleri olan bir yasam bicimi tercihi. Gerci globalde hic para harcanmiyor. Hizmet karsiligi yemek ve barinma ihtiyaci karsilaniyor. Yine de fazlaca cinsiyetci bir paylasim olmamis mi?

  • Ülkemizde birileri bir şeyler için tırmanırken başkalarının onu aşağıya çekmesine şahit olmaktan çok rahatsız oluyorum. Aslında Z. Reçel Hanım’ın üzerinde durmaya çalıştığı nokta da çok doğru ama çok heves kırıcı ve sert bir eleştiri olmuş. Selma Hanım , aslında çoğumuzun düşünüp hırslarımız ve yarışlarımız yüzünden tüketiminden vazgeçemediğimiz alışkanlıkları törpüleme sabrını göstermiş. Bunun bir sonraki aşaması Z. Reçel Hanımın da üzerinde durduğu korkunç organik pazar tuzağından çıkıp kendi kendine yetme olması gerekiyor. Yine de en azından medyada yanlış da yansısa farkındalık yarattığını düşünüyorum.

  • Buradaki yorumları takip ediyorum da yazının sert diline binaen gelen eleştiriler en az yazı kadar sert. Selma hanımın bloğuna bakma fırsatım oldu, üslubu çok güzel, hayatla olan ilişkisini yeniden düzenlemek adına bir almama eylemine girişmiş kendisi. Bence taksiye binmenin, dışarda yemek yemenin günlük hayatta normalleştiği insanların anlamadığı şu, zaten bunları yapamayarak yaşayan insan bissürü. Ben kendimi orta sınıftan sayıyordum bunları okuyunca gördüm ki ben fakirmişim ya la. Ayın sonunda gece çocuk ateşlenirse taksi baramız da yok naparız ama diye düşünerek uyumaktan bahsediyorum, koymuyor. Ayın sonunda 20 tl yi eşimle 10 10 bölüşüp işimize koyulmak bana koymuyor. Ama insanların çıkıp taksiye binmeyeyim de kredi borcumu ödiyeyim dünya daha güzel bir yer olsun demesi bana koyuyor. Şimdi bunu da eleştirebilirsiniz o insanla senin şartların başka diye, hatta sanırım yukarıda bu minvalde bir eleştiri de var. Evet biliyorum ama en basit haliyle insan kafası bu. Senin her gün mücadele ettiğini birisi keyfi artık öyle istediği için, ya da keyfine laf geçirebilmek için öyle yapıyor. Benim durumum dahi aslında çok lüks günümüz şartlarında, insanlar ekmek parası olan 1 tl yi bir araya getiremiyor çoğu zaman.
    Ama insanız di mi nihayetinde? Bu hissi başka hangi cümleyle anlatabilirim, benim yaşamımın gerçeği olanı birisi kapitalizme karşı kendini korumak için yapmış. Tamam çok kıymetli bi işe girişmiş şüphe yok ama anlatma canım kardeşim ballandıra ballandıra. Canımı sıkıyorsun. Bu iş öyle cebinde para dururken rahat kafasıyla yapıldığında taksiye hayatında sayılı binmiş insanın bu işten aldığı tadı alamayacaksın. Öyle bir iddian yok farkındayım lakin olmalı canım kardeşim.
    Herkese başarılarının devamını diliyorum, tüketmemeyi kendimiz için değil hepimiz için yaptığımız ve daha çok paylaşıp daha çok çoğaldığımız günlerde görüşmek dileğiyle. (Orta sınıfın buluştuğu free cycle gruplarından bahsetmiyorum. Evinde yatacak yatağı olmayıp istemeye utanan adamları bulmaktan bahsediyorum. Bir kış günü 3 aylık bebeğini çarşafa sarmış da hastaneye getirmiş, bebeğinin kıyafeti olmayan analardan bahsediyorum. ) Şimdi beni de eleştirin, fakirim ulan.

    • hayhay, hemen eleştirelim :)

      fakirlikten kaynaklanan zorunlulukların ve yardım etmenin toplumsal olarak kapitalizm eleştirisi sayılmaması gerekir. yaşam mücadelesi bir ‘mücadele’ değil, zorunluluk. bu zorunluluğun ortadan kalkması gerekir. şimdi siz (tıpkı benim gibi) fakirseniz, diyelim ki (benim kendi adıma hiç ümidim yok ya) ileride bu fakirlikten kurtulduğunuzda elbette alışveriş yapacaksınız falan. şu an alışveriş yapamamak, taksiye binememek benim tercihim değil. üç beş bir yerden para bulduğumda gerekli gereksiz hemen harcıyorum, çünkü ertesi gün bulamayacağımı biliyorum. üç güne bölersem, üç gün daha aç gezerim, ama bugün harcarsam bir gün olsun karnım doyar, gibi düşünüyorum.

      selma ise, kendi kararıyla, hiçbir zorunluluğu olmadan, politik bir tercihle alışveriş yapmamayı seçmiş. üstelik öyle sizin söylediğiniz gibi bunu ballandıra ballandıra falan anlatmıyor. bir yıl boyunca kimse duymadı, sonra internet basını abarttı biraz, ama kendi tavrı, kalkıştığı işin gerektirdiği mütevaziliği hiç aşmadı.

      selma’nın yaptığını buradaki gibi fazlasıyla eleştirmek hasete giriyor. orta sınıfın, yani bize yakın olanın biraz gün yüzü görmesini çekemiyoruz. üstelik selma’nınki gibi sahip olduğundan aktif olarak vaz geçmesi bile onun varlığını sergilemesi olarak gözümüze batıyor. oysa zengin zengin olurken fakirin fakir olmasını eleştirmemiz gerekir.

      • Kardeş bizi o mücadeleye sokan kapitalizmin ta kendisi iken fakirleşmeyi ya da zenginleşmeyi ve zenginle fakir arasındaki bu büyük toplumsal uçurumu nası kapitalizm eleştirisi kapsamında okumayacağız? Bu sorunun cevabını çok merak ediyorum, çünkü gerçekten ne demek istediğinizi anlamak istiyorum. Benim fakirim dediğime bakma, yazıda belirttiğim üzere ben bir çok insandan zenginim. Hayata bu açıdan bakmaya çalışıp paramı da ona göre idare etmeye çalışıyorum. Daha iyi zamanlarımız da oldu, dediğin gibi harcamalar da yaptık ama kendi nefis mücadelem adına aşırıya kaçmadığımı düşünüyorum. Yani taksi param olsa dahi taksiye binmem eğer toplu taşıma var ise, yürüme mesafesi ise vs… Çünkü o taksi parasının gidecek yeri vardır, ondan nasiplenecek birileri vardır. Mesela ben 2 tl ile evime gidebilecekken taksiye 30 tl verebiliyorsam ama ihtiyacı olan birine 28 tl vermek ama bu ay da çok masraftayız ay sonu naparız diye düşündürtüyorsa bana bu en hafifinden benim eşşek nefsimin sesidir. Ama insanların zaten bu tarz dertleri yoğusa diyecek sözüm de yok.
        Valla bence bu işi bloğa dökmek ballandıra ballandıra anlatmak işte. Blog işi tamamiyle böyle. Burada da hepimiz onu ya da bunu ballandıra ballandıra anlatıyoruz. Çünkü anlatma hissiyatı budur. Acını da anlatsan tatlını da anlatsan eğer bir anlatma derdin varsa ballandırırsın. Ama adalet çizgisinden kaçmamak lazım. Selma hanımın yaptığını çok kıymetli buluyorum fakat insanların ve benim zor şartlarını selma hanımın gayet keyfi politik bir tercihle yaşaması(ki o şartları yaşamış sayılmaz, önceki yorumda belirttiğim gibi) kusura bakmayın ama birilerinin gün yüzü görmesini çekememek olarak yorumlamak çok itici, hem de çok. Selmanın sahip olduğundan ne için vazgeçtiği önemli, yoksa herkes birşeylerden birşeyler için feragat edebilir. Bende 50 yıl varlığımdan feragat edip sade soğan ekmek yiyip bi ferrari alabilirim(şaka tabiyki), peki bu bize bi tabanca sağlar mı?
        Yani mevzu büyük armut kardeş, bu mevzu ahirete gider.

        • ‘kıt kanaat geçinmek’ kapitalizm eleştirisi değildir, kapitalizmin zorunlu bir sonucudur diyorum. bana burada yazılanlar ‘selma’nın yaptığı değerli ama aslında selma yanlış’ der gibi geliyor. selma da para biriktirmek için yapmadı/sergilemedi bu tavrını, övünmek için de yapmadı/sergilemedi (ballandırmıyor, aktarıyor sadece). tek göstermek istediği, içinde bulunduğumuz hayatta çok önemli bir yer edinen aşırı tüketimin o kadar da zaruri bir şey olmadığını, çok çok sınırlanabileceğini göstermekti. bunu becerdi mi becermedi mi bunu tartışalım, diyelim ki, olmamış. ama yok, bundan memnunuz da, biz selma’nın yaptğını ahlaki olarak nasıl eleştiririz, onu nasıl kolay yoldan küçümseriz diye bakıyoruz. ayrıca, bana kalırsa birinin gün yüzü görmesini çekememek de gerekiyor, ama diyorum ki bu ‘çekemediklerimiz’ esasında bizden farklı olmayan, sanki onlar orada olmasa biz onların yerinde olabilirmişiz gibi olanlar oluyor. mesela zengin ‘bilmemne ailesi’ olmuyor. onlara imreniliyor dizilerde falan, çünkü orası allah tarafından verilmiş onlara, biz oraya zaten erişemezdik. biz durumu iyi selmagillerin hayatını yaşayabilirdik belki en fazla. bunu diyorum.

          • Yani zengin kendi iradesiyle para harcamayınca kapitalizm eleştirisi oluyor ama fakir kıt kanaat geçinince kapitalizmin zorunlu sonucu oluyor. Belki o adam da parası olsa daha iyi şeylere harcayacak, hatta belki harcıyor da ve o yüzden kıt kanaat geçiniyor. Kapitalizme karşı durmak için illa zengin mi olmak gerekiyor?
            Birilerinin gün yüzü görmesini neden çekememek gerekiyor onu da anlamadım. Bunlar doğal, fıtrattan gelen duygular lakin kötü duyguları ne kadar bastırırsak o kadar iyi. Ben neden selmagilin ya da bir dizideki zengin ailenin hayatını istiyeyim? İnsanlar gerçekten bunları mı istiyor? Benim çevrem hep fakir, kimse de imrenmiyor vallahi. Herkes çoluğunu çocuğunu iyi yetiştirmenin derdinde, haliyle tv deki dizileri kötü örnek teşkil ettiğinden(kimin eli kimin cebinde ilişkiler) izletmiyor. Ben mi çok müslüman çevredeyim de bilmiyorum, o da olabilir.
            Kimsenin Selma hanımı küçük görmeye çalıştığını düşünmüyorum, ama insanların yaşam şartları bu iken Selma hanımın yaptığını aktarması karşısında onu gören bu sınıfın insanlarını “ehehehe gördün mü kadın napmış, bir de az harcadığını düşünüyor” diye güldürtür. Ben diyorum ki bu sonuca gelinmesi gayet normal, can hıraş bunu eleştirenler bunu neden görmüyor? Bu da insani bi durum yani. Selma hanımın yaptığı, anlatmaya çalıştığı çok kıymetli. Bunu 90085024. kez söylüyorum. Lakin insanların yorumlarına bu kadar alınması gerçekten bu sınıfı tanımıyor olmasına ve onlardan izole yaşamasına bağlayabilirim ancak. Aynı durum benim için de geçerli olabilir, daha çok kaynaşmak lazım günlük hayatta ama kapitalizm bunu da saf dışı bırakıyor. Bence herkesin biraz he deyip geçmesi lazım. Hepimiz kelebekler kadar narin ve annayışlı değiliz ne yazık ki, keşke olsak.

            • haklısınız, ben doğru ifade edemedim. kastettiğim, yaşadığımız fakirlik kendi tercihimiz değil, dolayısıyla güzel bir şey de değil. ama selma hanım fakir taklidi yapmıyor, tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeyi deniyor sadece. çekememezlik demem de yanlış oldu, demek istediğim, fakirliğin de zenginliğin de normal olmayıp kapitalizmin sonucu olduğuydu. zenginlik, fakirlik var olduğu için var. birileri fakir bırakıldığı için birileri de zengin olabiliyor. dolayısıyla fakirlerin zenginlerin zenginliğine karşı çıkması hak bana kalırsa. bir de esas şunu vurgulamak istiyorum: selma hanım öyle çok farklı bir sınıftan değil. zengin değil mesela. emeğini satarak geçiniyor, fabrikatör kızı falan değil anlaşıldığı üzere. tüketim alışkanlıkları ve imkanları benden biraz farklı olabilir, ne bileyim o komşusunun düğününde altın takmıyordur da, yurtdışına seyahate veya iş nedeniyle gidiyordur. belki ‘durumu iyi’ dediğimiz komşumuz gibidir, ama o komşumuz çok harcayınca eleştirmez miyiz? selma hanım da bir anlamda bu eleştiriyi kendi kendine yapıyor. selma hanımla birbirimize benzemesek bile, aslında mesela koç ailesine aynı uzaklıktayız. benim size değil, genel olarak yaptığım eleştiri, sanki koç ailesinin, albayrakların falan zenginliğini normal karşılıyoruz da, bizimle benzer olan selma hanımın aşırı tüketim eleştirisini onun sınıfına, zenginliğine bağlıyormuşuz gibi yapıyoruz. ben selma hanımın yaptığında ‘bu kadar tüketmeden de yaşayabilir bu toplum’u görüyorum. ama bazıları ‘bu kadının tuzu kuru’yu görüyor. kapitalizmin bizi birbirimizden ayırdığı tespitinize de katılıyorum. keşke bir araya gelme imkanlarımız daha sık olsa.

              • bence anlaştık, beraber bi fakir çayı içebiliriz. Selma hanımı da yaptığı için buradan tekrar tebrik ediyorum, tüm insanlık bu anlayışa gelebilirse ve bunu daha çok paylaşabilmek adına başarırsak dünyamız cennet olur. Sevgiler&saygılar

  • bu ne saçma bir eleştiridir.daha konunun ne olduğunu kavramadan.kendi kafanıza göre mi yazıyorsunuz her şeyi?

  • yanlız burdan yazmayayım dedim dayanamadım. selmanın komşu düğününde altın takamadığı çok günler olmuştur, o yurtdışılarını da birşeylere başvurarak projelerle felan yapıyor. Sosyal sermayesi var o ayrı ama kıt kanaat geçiniyor onu söyleyeyim. Ailesi anadoluda yaşayan,babası hasta, kardeşlerine burada kol kanat germiş biri. İlla bunları yazdıracaksınız kötü niyetliliğinizle. inançlı insanlarsınız güya, kul hakkı böyle de yeniyor bilginize.

  • Tıpkı kendi iradesizlikleri ve etiksizlikleriyle yüzleştikleri için veganlara saldıranlar ve güya politik-ötesi argümanlarla aşağılayanlar gibisiniz. Tabi ki Selma Hanım’ın yaptıklarını eleştirebilirsiniz(eğer siz de aynı şeyi yapıyorsanız tabi ki) veya fikir ayrılıklarınız olabilir. Organik gıda, vegan ürünler ve “ekolojik yaşam” da tabi ki bir pazar, tabi ki nesneleştirilmiş durumda. Fakat bu ayrı bir yazının konusu olabilir, hiçbir şekilde Selma Hanım’ı ilgilendirmiyor. Sistem her şeyi son hızla metaya çeviriyor. Ben feminist düşüncelerle bacaklarımdaki tüyleri almadığımda, okulu bıraktığımda, vegan beslenmeye başladığımda bunların her biri çevremdeki insanlar, arkadaşlarım tarafından önce yadırganıyor, sonra büyük bir hızla metalaştırılıyor. Ve bu benim problemim değil. Ağda yapmadığımı bir blogda anlatabilirim, bir dergiye röpörtaj verebilirim. Kıllı bacaklarımı instagram sayfamda satmadığım sürece bu benim problemim değil, sizin gibi metalaştıran kişilerin problemi. Selma Hanım ın bu çok önemli çabasını hem kendiniz metalaştırıyorsunuz, hem de Selma Hanım’ı bununla itham ediyorsunuz. Hele ki sosyo-ekonomik lincinize hiçbir anlam veremiyorum. Zaten bu durumu farkettiği için tüketmemeye başlıyor. İddia etiğiniz ve yalan söylediğiniz gibi ne mahalle terzisinden, ne de dışarıda yemek ve taksiden sizin belirttiğiniz gibi bahsetmiyor. Boğaziçi’nde çalışması ve sanatçı olması, sizin yaptığınız gibi bayağı bir halk edebiyatıyla yaptıklarını haklı çıkarmaya çalışmaması sanırım çok gücünüze gitmiş. Neyin kafasını yaşıyorsunuz? Paris Hilton bir blog açabilir ve bir kıyafeti iki kez giymeye başladığını anlatabilir ve bu çok güzel, önemli bir hareket olur. Zar zor geçinen bir öğrenci de ne olursa olsun ucuz tekstil sektörüne destek vermediğini anlatabilir. Lütfen böyle çakma anarşist tavırları ve altında tembellik ve cehalet yatan bayağı halkçı söylemleri bırakın.

  • kendi capinda iyi bir seyler yapmaya calisan insanlari alasagi etmek icin ozel caba sarf etmek, baskalarinin mutsuzluklarindan beslenmek sadece bizlere ozgu sanirim.

  • Çok güzel bir yazı olmuş, tebrik ederim. :) Cahilliği bu kadar güzel betimleyemezdiniz..
    “İhtiyaç”, “istek”, “tüketmek”, “sömürmek” … Bu kelimelerin cahili olduğunuzu çok güzel anlatmışsınız.

  • Selam Hekin’in günlüğüne yazdıklarının tek bir satırını dahi okumadan, sadece egosunun götürdüğü yere giden bir yazı olmuş. Küçük düşünmek bu olsa gerek.

  • selma hanımın blogunu okuduğumda anlayabildiğim şey tüketim ve hızla anlamsızlaşmanın zirvelerinde gezinirken bu durumun kendisini aşırı rahatsız etmesi ve tüketmeyerek kendini tekrar bulduğu bir küçük isyanvari açtığı bayraktı.

    Yaptıklarına bir anlam yükleyebilirsen bu kalıcı olabilir.Yoksa bingutlu magnum dondurma yemeye de ihtiyacın olabilir dyson’un elektrikli ferrari tarzı süpürgesine de. Masrati’nin 900 beygir gücündeki motoruna da.
    fark yaratan ve beyin zonklaması yaratan Zenginliğinin ve alabileceklerinin hiç bir sınırı yokken bu kararı alabilmek… Ben burada anlam ararım işte. Mutlaka ben de üzülüyorum 10 yıldır hiç elbise alamayan insana. Konu biraz açılınca ekmeksiz, susuz dünyada yaşayan, hatta bu sebele ölen milyonlarca insana her gün ben de üzülüyorum..Konu mutlaka buraya da gayet uzayabilir….

    Ama şu insanı anlayamıyorum:

    Meslek sahibi, eğitim, çırak, usta, kariyer, nitelik v.b. zamanında kendini donatmayan insanın – ki- uygun ortamı olup eğitimini bırakan, bir yerlere güvenerek meslek sahibi olamayan, yani isteyerek hayatını bir başkasının varlığına dayananların bu dayanaklardan ileride yoksun olduklarında fakirliğe düşmelerinden doğal bir şey olamaz. Ha evet bu noktada kabul etmediğimiz sistemin getirdiği adaletsiz gelir dağılımı sonucu fakir düşenler, haksızlığa uğrayanlar v.b. bu gerekçeleri uzatabiliriz….dolandırılan aldatılan insanlar, varını tefeciye kaptıranlar…
    adam parasını sürekli iddaaya yatırıyor: Yakınıyor “bir yıldır gömlek alamadım”. Ama iki gömlek parasını bir günde iddaaya verebiliyorsun…

    Bir akrabanın evinde vatandaş musluk suyunu ihtiyacından fazla açıyor -gereksiz yere su israfı- kirli bardağının içine yarım bardak deterjan döküyor. Derdini soruyorum: inan o kadar pahalı ki ayakkabı alamadım.: Lan salak harcadığın boş yere deterjanın kıs bir ayda en kalitlisinden ayakkabı alırsın. İsraf etmesini biliyorsun ama….

    selma hanımın derdi tüketmemeye yüklediği anlamla ilgili.Henüz tüketime aç bir insana doyum noktasını anlatamazsın. Elbette bir karşı çıkış olabilecekse artvinin dağlarına, yada izmirin yaylalarına çıkıp bir baraka kurup sofistike hayatı yakalayabilmek.Bu aynı zamanda budaya meydan okuyabilmek ki hele bu çağda kesinlikle alkış alabilir. Özbekistan dağlarında cengiz hanın torunlarının soylarının nasıl ağaçlarda yattığından bahsetmiyorum. Kendi bugdayını ekebilmek, ormana gidip iki tatlsu balığı, bir alageyik vurup akşama yarım ayın gölgesinde ateşin üzerinde çevirirken elinde ata yadigarı bir gitarla tıngırdatırken miyago vondelilinin (böyle birisi su an yok) 12. ankastre senfonisini ilkokuldan kalmış eski dostlarla.

    ama biz ne yaptık Mandıra filozofu gibi yaşayan insanlaraı küçümsedik her zaman.

    hayatında soft mazerella yememiş insana bunun tadını tarif etmekle anlatamazsın.
    Evet sisteme çok güçlü bir meydan okuyamamıştır kapitalizme ok akmaya çalışan selma isimli blog sahibi . en azından anlamlı bulduğu bir şeyi yapmaya kalkmış. örneğin bunu herkesin yaptığını düşün….Etrafta israf kalmaz, aç kalmaz evsiz kalmaz.
    Onun için sen ihtiyacın olan insan… çöpe attiğın üzerinden en fazla bir gün geçmiş bayatlamış sandığın ekmeği bile patates kızartmasının yağını ve makarnanın artığını yumuşatarak evsiz kedilere verirsen bu bile o kedilerin, köpeklerin hayatında fark yaratır.
    (çöpün içinde her gün onlarca ekmek görüyorum kim atıyor bunları-etraftaki herkes ekmek parası derdindeyken-

    anlamını varlığını tüketme hayaliyle tüketme

    Bu durumdan şikayet edeceğine kalk bir mum yak…

  • listelist gibi bir site bu ropörtajı hikayeleştirirken elbette “tık” alacak şekilde cümleleri sivriltecekti. bu hanımefendi hakkında fikir beyan etmeden önce keşke kendi iddiasız yazılarını okusaydınız. popülist bir burjuva gibi karikatürize etmişsiniz kendisini. “büyük bir iş başardığımı düşünmüyorum ama bu bakış açısını yaymak önemli” diyen birine “pehh, taksiye binmeyi azaltmışmış, hiç binemeyen var” şeklinde yaklaşmak kötü niyetli, tribünlere yönelik ve sığ geliyor bana. bir insanın iyi amaçlarla elinden gelen kadarını yapması sevinç yerine küçümseme hissi uyandırmamalıydı kimsede. “ama şunu da yapabilirdi, yapmamış” argümanının bir sonu yok. baltalamaktan başka bir etkisi de yok. iyi olanı çoğaltmak olmalı amacımız. eklenecekler varsa nezaketle eklenmeli. gündem oluşturabilen bu sitede yazarken daha duyarlı davranılmalı. hedef gösterilmeden önce kapsamlı araştırmayı da geçtim, en azından kimdir nedir diye bir bakılmalı. selametle.